4 Nisan 2009 Cumartesi

Gerard Pique



1990'lı yıllarda dillerden düşmeyen Ajax modelinin yerini bir başka model alacak o şu an için Barcelona olmalıdır. Puyol, Iniesta, Xavi, Victor Valdes, Busquets, Krkic, Pique ve Messi o modelin altyapısından çıkan oyuncular.Hepsinin Barcelona altyapısında başlayan bir hikayesi var, Pique'nin de öyle ama bir farkla. O ilk profesyonel kontratını İngiltere'de aldı, Manchester United'da.



Filmi geri saralım burada ve Polonya'da bizi 5-3 yenen ve 2006 U-19 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda kupaya uzanan İspanya'ya dönelim. O kadroda benim dikkatimi çeken 4 oyuncu vardı. Şu an Deportivo'da oynayan sağ bek Barragan, Sevilla'da oynayan Capel, şimdinin Valencia oyuncusu ama o zamanlar Real Madrid altyapısında olan Juan Mata ve Gerard Pique. Turnuvayı naklen veren Eurosport spikerleri Mata ismini ağzından düşürmese de benim favorim Pique idi. Fernando Hierro vari bir stili vardı. Çabuk ve seri olmasa da gücü, oyun zekası ve tekniği ile farkını belli ediyordu. Gerektiğinde ortasaha ile defansın arasında da oynayabiliyordu ve bir savunmacıya göre kusursuz sayılabilecek bir pas yeteneği vardı. .192 cm boyu sayesinde havadan zaten geçit vermediği gibi hücumda da bu avantajını kullanmasını biliyordu. 2 gol attı turnuvada ve oynadığı bu oyun ile Real Zaragoza'ya kiralık gitti. Gabriel Milito ile iyi bir ikili oldular. Sezon bittiğinde 30'a yakın maç oynamış ve Ferguson'un da gözüne girmişti.

2007 - 2008 sezonuna United'ın rezerv takım kadrosunda değil A takım kadrosunda başladı. Parladığı arena ise Premier Lig değil öncelikle Şampiyonlar Ligi oldu. 4 grup maçında şans buldu ve biri Roma'ya diğeri de Dinamo Kiev'e olmak üzere 2 gol attı. Vidic'in sakatlığının ardından Premier Lig'de de formayı aldı. Bu sezon başında Gabriel Milito'dan istediğini alamayan Barcelona'nın ağına yeniden düştü ve Ferguson tek kuruş vermeden aldığı Pique'yi 6-7 milyon sterlin civarında olduğu tahmin edilen bir paraya Barcelona'ya geri sattı.



Yuvaya dönüş ise umduğundan da iyi oldu. Puyol'un yanındaki +1 kontenjanın adaylarından Marquez, Caceres ve Milito'yu eleyerek savunma göbeğine yerleşti. İlk golü ilginçtir yine bir Şampiyonlar Ligi maçı'nda geldi. Bu sezon ŞL'nin uzak ara en kötü savunmasına sahip takımı Sporting Lizbon'u 5-2 yendikleri maçta ilk golünü attı. Sonraki golünü ise Espanyol'u eledikleri Kral Kupası maçında attı. 3-2 kazanılan maçta Barcelona'yı bir üst tura taşıyan 3.goldü o gol.

Del Bosque bu gelişime kayıtsız kalamadı ve Espanyol maçının ertesinde açıkladığı İngiltere maçı kadrosuna Pique'yi de dahil etti. O maçta İngilizlere adım attırmayan savunmanın önemli parçalarından biri oldu. 90 dakika oynadı. Ve sonra 1 hafta içinde canımıza okuyan iki maçlık performansı geldi. Kendi soyadıyla aynı olan, ama Katalanların pek hoşlanmayacağını düşünerek kullanmayı tercih etmediği Bernabeu'nun ismini verdiği stadda Türkiye'ye milli forma altındaki ilk golünü attı. Ali Sami Yen'deki maçta partneri değişse ( Albiol yerine Marchena ) Pique'nin oyunu değişmedi. Gerek bizden gerekse de Casillas'tan gelen ilk topları alıp dağıtmasıyla savunmadaki statüsü artık yardımcılıktan çok liderlikti. İspanya'nın her pozisyonda oyuna çok çabuk girmesindeki en büyük etkenlerden biri Pique'nin kusursuz denebilecek pas performansıydı. Ustası Puyol'un gözü arkada kalmasın. Dünya'nın stoper açlığı çektiği bir dönemde şu oyunu gören Alex Ferguson da "ne yaptım ben" diye düşünüyordur muhtemelen.

3 yorum:

  1. "Puyol, Iniesta, Xavi, Victor Valdes, Busquets, Krkic, Pique ve Messi"

    Hani Fabregas?

    YanıtlaSil
  2. Ferguson en büyük hatasını Stam'ı göndermekle mi yaptı yoksa Pique'yi göndermekle mi?

    Benim cevabım kesinlikle Pique'dir.Zaten şuan dünyanın en iyi savunmacısı olma yolunda dev adımlarla ilerliyor...

    YanıtlaSil
  3. Hani Fabregas demişsin de daha 15 yaşında Barcelona'dan Arsenal'e geçti Fabregas dier isimlerin tamamı nerdeyse gelişimini Barcelona'da gerçekleştirdi ama Fabregas'ın bnce Barcelona'dan çok Arsenal ürünü olduğunu belirtmek gerek

    YanıtlaSil