Almanya tarihin en gözde, en sevilen, en parıltılı takımlarını Dünya ve Avrupa Şampiyonaları'nda sevimsiz futbollarıyla şüpheli ve bazen de şans yordamıyla elemesi sebebiyle, milli takımlar düzeyinde benim açıkça nefretimi kazanmış bir ülkedir. Mighty Magyars, Hollanda, Arjantin, Çek Cumhuriyeti ilk aklıma gelen ülkeler. 2006'dan bu yana girdikleri yolu ve bu kupada oynadıkları oyunu ise takdir etmemek mümkün değil. Bundesliga'nın yenilenen stadları, dolu tribünler, şirketleşmemiş, bizdeki gibi camia olan kulüp yapıları, ve Löw'ün pozitif futbol anlayışıyla birlikte ligin hücuma odaklı karakteriyle Almanya artık Avrupa'nın en sevimli futbol sahnelerinden biri. 2010 Dünya Kupası'na da bu karakteri taşımayı başardılar ve İngiltere'yi 4-1 gibi çok şık bir skorla paramparça ederek çeyrek finale kaldılar.
Almanya turnuvaya gelirken eleme gruplarında maç başına 2,6 gol atıp sadece 0,5 gol yediler ve hiç mağlup olmadılar. Oysa Löw bilhassa sol bek ve kale olmak üzere hala bazı mevkilerde denemeler yapıyordu. Santrfor mevkiinde Klose, Podolski, Gomez çok kötü sezon geçirmişlerdi. Kiessling sezon boyunca çok iyi oynamasına rağmen milli takım adaptasyonunu sağlayamamıştı. Löw de mecburen Brezilya asıllı Cacau'yu devşirmek zorunda kalmıştı. Bütün bunlara turnuva öncesinde takımın lideri Ballack ve 1. kaleci Rene Adler olmak üzere hem savunmada hem ortasahada can sıkıcı sakatlıklar eklenmiş ve Löw'ün opsiyonları azalmıştı. Çok atletik bir grupta yapacakları kötü bir başlangıç Almanya'nın işini çok zorlaştırabilirdi ama Avustralya'yı 4'leyerek kazandıkları zafer sayesinde birden zevksiz geçen kupanın elması konumuna gelmeleriyle ivme yakaladılar.
Löw'ün vazgeçmediği 4-2-3-1 dizilişinin kilit ismi tek santrforun arkasında serbest oynayan, takımın en yaratıcı ayağı Mesut Özil. İngiltere maçında da Schweinsteiger ve Thomas Müller ikilisiyle birlikte farkı yaratan oyuncuydu. Almanya maçın başından itibaren topa sahip oldu. Bayern Münih'in sezon sonundaki çıkışının anahtarı olan Schweinsteiger'i ortasahanın ortasında kullanma fikrini Löw de benimsedi. Schweinsteiger oyunun genelinde Khedira'nın arkasında topu savunmasından alarak, Mesut Özil'e taşıyıp Almanya hücumlarını şekillendirdi. 5. dakikada Schweinsteiger orta mesafeli ara pasında Mesut Özil çaprazda David James ile karşı karşıya kaldı. 11. dakikada Podolski 4'e 3 yakalanan İngiltere savunmasına karşı yapılabilecek en kötü tercihi yapıp 25 metreden vurmayı denemese çok daha erken öne geçebilirlerdi. 17. dakikada kaleyi bu kez Khedira yokladı ama Almanya aradığı golü 3 dakika sonra kaleci Neuer'in yaptığı aut atışının Terry'den sekmesiyle Klose'nin ayağından buldu.
Skor 1-0 olduktan sonra İngiltere'nin düşük tempolu ve topa sahip olmayı beceremeyen bireysel oyununda bir hareketlenme beklerken fazla hayalci davranmışım. İngiltere'nin ortasaha ve hücumdaki starları birlikte oynamak yerine tek tek kaleye şut atmayı denediler. Almanya ise bu esnada organize gelmeye devam ediyordu. 30. dakikada attığından daha kolay bir pozisyonda topu David James'in ayaklarına vurdu. 32'de ise sistem ürünü bir gol izledik. Mesut Özil sağda Müller'e oynadı, o da topu ters kanattaki Podolski'ye aktardı. 6 pas çaprazından tertemiz bir vuruşla skoru 2-0'a getirdi. 4-2-3-1'in kenarlarındaki oyuncuların nasıl oynaması gerektiğinin en güzel örneğidir bu gol.
İngiltere bu golün ardından nihayet mıymıntı futbolundan vazgeçip bildikleri tempolu ve yardımlaşmalı futbolu oynamaya başladı. 35'te sağ kanattan akan Milner'in yerden kestiği topta Lampard'ı cezasahasına soktular. Neuer'den seken topu çizgide Lahm uzaklaştırdı. 1 dakika sonra kalelerinde Klose'den yedikleri pozisyonu savuşturduktan sonra kornerin devamında Upson'un golüyle 2-1'i yakaladılar. Hız kesmeyip 2-2 için bastırdılar. Lampard'ın nizamı golü verilseydi maç çok farklı bir şekle bürünebilirdi ama skandal bir kararla gol iptal edildi. 1966'da Hurst'ün attığı gole göndermeler çok olacaktır ama top bariz 1 metre içerideydi. Dünya'nın en muhafazakar organizasyonlarından biri olan ve halihazırda canlı izlediğimiz Wimbledon'da bile topun içeri düşüp düşmediği teknoloji yardımıyla karara bağlanabiliyorken, International Board'un buna direnmesini ben çözemiyorum. 3G çağında yaşarken hem de.
İngiltere 2. devrede hızını biraz kesse de Lampard'ın 52. dakikada direkten dönen frikiğiyle umutlarını taze tuttu. 67'de Müller'in Almanya'yı 3-1 öne geçiren golüne kadar da hücum etmeye devam ettiler ama hepsi de organizasyondan uzak ve bireysel zorlama gelişen, şuta dayalı ataklardı. Capello'nun 64'te yaptığı Joe Cole - Milner değişikliği hamlesi zaten insicamı bozuk olan İngiltere ortasahasını incinebilir duruma düşürdü ve Mesut Özil o boşluğu çok iyi kullandı. 70'te de soldan geliştirdiği atakta Müller'e boş kaleye gol attırdı. Maç da oley sesleriyle bitti. Almanya bu zaferden sonra şampiyonluk havasına girer, tartışılanlar ise İngiltere ve Capello olacak.
İngiltere ve İspanya turnuvanın en zengin ve yetkin ortasaha rotasyonuna sahip takımı. İspanya bu nimetten teknik direktör gözetmeksizin alabildiğine faydalanıyor. İngiltere ise taktik zekası her zaman övgü alan Capello faktörüne rağmen Lampard ve Gerrard'dan birlikte verim alacak düzeni kuramıyor. Capello eleme gruplarında Gareth Barry'yi Lampard'ın yanına monte ederek, Gerrard'ı sola çekerek asimetrik bir 4-4-2 ile başarılı olmuştu. Sakat olan Barry'yi kadroya alıp Walcott'u dışarıda bırakmasının altındaki neden de buydu. Dünya Kupası öncesindeki hazırlık maçlarının hepsinde bu sakatlığa Ferdinand'ın yokluğu ve beklerin sezonu fit kapamamalarının da etkisiyle en güvendikleri savunmaları da sallanmaya başladı. Japonya maçı başta olmak üzere delik deşik oldular.
Capello bütün gelişmelere rağmen ne stratejisini ne de dizilişini değiştirdi. ABD maçında orta ikilide Lampard - Gerrard'ı kullanıp kanatlarda Milner ve Lennon'u kullandı ama sistemi işletemedi. Cezayir maçında Lennon'u kesip henüz tam hazır olmamasına rağmen Barry'yi içte, Gerrard'ı sol kenarda kullandı. Turnuvanın en kötü maçıydı. Slovenya maçını da ıkına ıkına 1-0 kazandılar. Futbol cezasını kesiyor. İngiltere grupta 2. olup Almanya ile eşleşti. Capello'nun gereken dersi alıp, başka bir takım izleteceğine dair inancım az da olsa vardı ama tenezzül bile etmedi.
Gerrard yine solda sürgün, beki Ashley Cole ile uyumsuz. Lampard ve Barry ortada pas yapamıyorlar. İngiltere sadece Milner'in sağdan kopuk kopuk geliştirdiği bindirmelerle ve uzaktan şutlarla kopuk kopuk oynayan bir takım. Capello pekala 4-3-3 deneyebilirdi. Elinde bu dizilişi oynayabilecek SWP, Lennon, Joe Cole gibi kanat forvetler var. Ortasahadaki verimsizliği Barry'yi katalizör olarak kullanarak Lampard & Gerrard ikilisini içte değerlendirip çözebilirdi. Rooney de böylece Manchester United'da alıştığı özgür role bürünebilir, alanı Heskey veya Defoe ile paylaşmazdı. Ya da Liverpool'da supporter oynayan Gerrard'ı ileri ikilinin arkasında kullanarak 4-1-2-1-2 deneyebilirdi. Elinde bu dizilişe uygun bekler, içler ve Rooney'ye top indirecek pivot santrforu mevcuttu. Hiçbirini denemedi.
Capello'nun bundan sonra görevde kalacağını düşünmek iyimserlik olur. İngiltere'nin demode bir İtalyan'a değil, temposunu ve fizik kalitesini artık trend olan akıcı bir pas oyunuyla birleştirebilecek bir teknik adama ihtiyacı var. Hiddink artık Türkiye'nin başında. Ben olsam Arsene Wenger'in kapısını çalardım.
her şeyi anlıyorum da bu gareth barry ne kötü bir oyuncu
YanıtlaSil