13 Mayıs 2010 Perşembe

Galatasaray'ın Çöpe Giden Ekolü



Türkiye'de adettendir, ortada henüz bir kazanan yoksa kaybedenler konuşulur. Galatasaray şu an medyanın en yoğun gündemi. Yazılı ve görsel basında Galatasaray'ın sezonu neden kaybettiğine dair her gün yeni bir senaryo, nasıl kazanacağına dair yepyeni reçeteler var. Hepsinin ortak noktası sezon alışkanlıklarını ve gündemini meselenin merkezine koyuyor oluşu. Rijkaard'ın alternatif plansızlıkları, başarısız kadro seçimleri, hatalı transferler, yabancıların iyi yönetilemeyişi, Arda'nın kaptanlığı bu minvalde en çok satanlar. Bu pencereden sunulan görüşlerin de muhakkak geçerliliği var; ve değersiz değiller. Öte yandan bunlar bilenin de bilmeyenin de üzerine geyik yapabileceği konular. Bizim futbol ortamımıza mahsus olan sakatlık ise, bu sezon 60 civarında maç oynamış takımın futbolunun geçirdiği başkalaşım hakkında iki kelime edilmiyor oluşu.

Türkiye'de hem yönetim hem de futbol geleneğine sahip olan kulüplerin sayısı yok denecek kadar az. Galatasaray hedef kulüp ölçeğinde bunu başarabilmiş sayılı örneklerden biri. Jupp Derwall ile 1984 yılında başlayan bir futbol geleneğine sahip Galatasaray. Derwall'in adı hep altyapı tesislerinin renovasyonuna ön ayak olması ve üstün Alman teknolojisi antrenman bilimlerini bu topraklara getirmesiyle birlikte yad edilir. Bu kadar yokluk arasında o atılımların değeri büyük ama Alman hocanın asıl değiştirdikleri 105 X 68 içerisinde olup bitenler. Derwall'in önderliğinde o zamanlar tekniğe dayanan, fiziksel temastan kaçınan, taktik disiplinden yoksun ve temposu sokak futbolunda hallice oynanan ülke futboluna başka bir alternatif sunulmuştu. Yeteneğin üzerine tohumları atılan fiziksellik, taktik disiplin, tempo ve savunma eşliğinde tam tersi bir alternatif.



Takip eden yıllarda seçilen teknik adamlar da çoğunlukla bu yeni tarzı sürdürecek ve birkaç istisna hariç Almanya'da bu işi öğrenen isimlerdi. Almanya Milli Takımı'nda Sepp Herberger - Helmut Schön - Jupp Derwall ile süregelen usta çırak ilişkisi; Galatasaray'a Derwall - Denizli, Feldkamp - Hollmann, Sepp Piontek - Fatih Terim geçişleriye sağlandı. Gelen her yeni teknik direktör Derwall'in mirasına yeni eklemelerde bulundu. Denizli hücum çeşitliliği, Feldkamp tempo, Fatih Terim hücum pres, Lucescu ise taktik zeka ekleyerek Galatasaray'ı en üst noktaya taşıdılar. Barcelona'nın La Masia'da yaptığı kadar profesyonelce olmasa dahi Florya'daki altyapıda üst yapıyla benzeştirilmeye çalışıldı ve oradan gelen genç oyuncular ya da adı sanı duyulmamış gurbetçiler pek fazla sırıtmadan bu dişliye birer parça olabildiler. Galatasaray'ın 1984 - 2002 yılları arasındaki dominasyonunun arka planı buydu.

Galatasaray romantiklerinin bu sezonun başında yapılan Rijkaard, Neeskens ve Jan Derks hamlelerini karşılama biçimine bu açıdan bakmazsanız, sezon başındaki heyecanı anlamak imkansızlaşır. Çoğu açıdan abartılı bulsam da; forumlarda edilen sabır yeminlerinin, bloglarda yapılan total güzellemelerin altında yatan duyguyu bir taraftar olarak anlayabiliyorum. Bunu anlamadan yapılacak yorumlar sakil kalır.



Adnan Polat'ın senaryosunu yazdığı ,Rijkaard'ın yönetmen koltuğunda olduğu filmin milenyum versiyonunun ne kadar gerekli olduğu ise bambaşka bir soru. Zira benimsenmesi istenen ve Barcelona ile Arsenal'in başını çektiği bu yeni tarz, Galatasaray'ın 20 yıllık mirasını yıkmak demek. 20 senedir oyuna rakibin yarı sahasından, oynatmayarak başlamaya alışmış sert bir ekol için; oyunu kendi ceza sahasının önünden bütün sahayı pas, zeka ve teknik ile ilmek ilmek örerek oynamak arasında büyük bir uçurum var. O uçurumun daha 1. adımda geçileceğini düşünenler için, hele ki Turkcell Süper Lig'in mevcut karakteri dahilinde, Galatasaray'ın şu anki konumu elbette sürpriz. Zico'nun geçtiği ve geçemediği aşamaları yaşayan biri olarak benim için değildi.

Galatasaray'ın ne ortasahadaki ne de Neill gelene dek savunmadaki oyuncularının pas kalitesi ve teknik kapasitesi bu oyun için uygun değildi. Sabri dışında da istenen oyuna ayak uyduracak bir kanat beki de yoktu takımda. Baros'un sakatlanması, Elano transferinin Arda'yı mevkisinden etmesi, yine Arda'nın yoğun magazin gündemiyle konsantrasyonunun kaybolması, devre arası transferleriyle birlikte takımın en kuvvetli sac ayağı olan hücumdaki uyum ve performansın düşmesiyle Rijkaard'ın takımı sezonun sonundaki virajı alamadı. Kamyon devrildi.

Sezon başındaki muazzam başlangıcı bu açıdan çok değerli buluyordum. O puanlar; alttaki takımların can, üsttekilerin hedef kaygılarıyla oyunu sertleştireceği ve zeminlerin bozulmaya başlayacağı ligin 2. yarısında Galatasaray için çok büyük kredi ve avantaj demekti ama bizde filmin başı ve ortasından ziyade sonu hatırlanıyor.

Galatasaray sezona Beşiktaş gibi kötü başlayıp arkasını iyi getirseydi, yeni ekolün gelişiminin farkında olunacak ve bugün Galatasaray camiasının Rijkaard'a olan inancı perçinlenmiş olacaktı. En azından sabır gösterilecekti. Firesiz yapılan sezon başlangıcı açık bir beklenti patlamasına yol açtı ve şu an o beklentinin yol açtığı hayalkırıklığının yarası büyük.

Rijkaard'ın sezon içerisinde hesap edemediği çok parametre oldu. Adnan Polat'ın hesap edemediğiyse Galatasaray'ın konumunun Derwall'in geldiği günden çok farklı oluşuydu. 11 yıl şampiyon olamamış, ezeli rakibi Fenerbahçe'nin yarısı kadar (6) şampiyonluğu olan bir kulübü Derwall'e emanet edip tarz yarat demekle; Avrupa'yı kültür edinmiş, kupa kazanmış, kendisini Avrupa'daki en nadide Türk markalarından biri olarak gören ve yerel ligdeki farkı kapatıp en fazla şampiyon olan iki takımdan biri olan Galatasaray'ı Rijkaard'a emanet edip tarz yarat demek kuşkusuz çok farklı. Üstelik Galatasaray'ın bir önceki sezondan alması gereken bir Skibbe dersi de var. Pasaportunda Alman yazmasına rağmen, oyuna bakışı Rijkaard'dan çok da farklı değildi Skibbe'nin. Gerçek şu ki; Türkiye'de faaliyet gösteren hedef kulüpler arasında, konum itibariyle Trabzonspor haricinde bu türden bir ekol denemesi yapacak kulüp yok. Maalesef yok.

Adnan Polat'ın elinde şimdi çöpe giden 20 yıllık bir ekol, onu çöpten çıkarsa da çıkarmasa da ciddi takviye gerektiren güdük bir kadro, kısıtlı bir ekonomi ve sabırsız bir camia var. Rijkaard kararının ne olacağı bu açıdan çok mühim. Yapacağı en doğru iş bana kalırsa başladığı işi bitirmeye çalışmasıdır. Bu kez kolayına kaçmadan, teknik direktör değiştirmeden, sorumluluk alarak ve ipleri Rijkaard'a bırakarak.

Etiketler: ,

26 Yorum:

Blogger saLsa dedi ki...

Müthiş ve bakılması gereken yerden bakan bir yazı.. Ellerine sağlık Alper.. Keyifle okudum bir çırpıda..

saLsa

13 Mayıs 2010 14:08  
Blogger admin dedi ki...

Güzel yazı. Ama benim konudan alakasız bu sezonla ilgili söyleyeceklerim var.

Rijkaard'ın yaptığı yanlışlar elbette var ama diğer yandan bir şans faktörü de var. Derbide Mustafa Sarp'ın soldan gönderdiği top gol olsa, daha 1. dakikada öne geçecekti Galatasaray ve belki de o maçı kaybetmeyecekti. Ne bileyim, Belediye ile 90+4'te 1-1 berabere kaldılar falan. Ayrıca oyuncuların birçoğu da formsuzdu, belki Rijkaard oyuncuları iyi yönetemedi ama Keita, Baros ve biraz da Arda'yı çıkardığın anda Anadolu takımlarından farkı yok Galatasaray'ın. Her ne kadar kaliteli bir kadroları var dense de bana göre çok da kaliteli kadroları yok. Sadece bu sisteme çok fazla uyan hücumcuları var o kadar.

Rijkaard bu sezon başarısız olmuştur ama bu biraz da beklentiyle alakalı. Örneğin Selçuk Şahin'den bir Xavi pası atması yerine Cambiasso gibi savaşmasını beklerseniz, Selçuk gayet iyi bir oyuncudur.

Rijkaard'dan ilk sezonunda Uefa'da şampiyonluk beklemek yanlış. Adnan Polat'ın devam etme kararı çok çok doğru.

13 Mayıs 2010 14:40  
Blogger pi dedi ki...

Çok güzel bir yazıydı, tebrik ederim.

13 Mayıs 2010 14:56  
Blogger Sarpito dedi ki...

tespitler doğru olsa da çöpe giden ekol tanımı biraz ağır gibi geldi bana.
maalesef ki türk takımlarında bir istikrardan söz etmek uygun değil.
elbette ki derwall'in öncülüğü ve eski sistemi dönüştürmedeki ilk temeli atışı tartışılmaz. ama ben denizli'nin, terim'in, lucescu'nun, gerets'in, kalli'nin farklı inşalarla başarılı olduğunu düşünüyorum. rijkaard ise bambaşka. açıkçası rijkaard'ın sistemiyle bir türk takımının avrupa'da başarılı olması bana zor gözüküyor. bu nedenle rijkaard da galatasaray'a özgü melez bir model yaratmalıdır.

13 Mayıs 2010 14:57  
Blogger il Capitano dedi ki...

uyanır uyanmaz ilk okuduğum yazı bu olmamalıydı.o kadar haklısın ki sana cevap verememenin hayır o öyle değil diyememenin çaresizliği içerisindeyim.eline sağlık usta,bizi bizden iyi çözmüşsün.bizler hala barcelona olacağını sanan futbol romantikleriyiz heralde.

13 Mayıs 2010 15:01  
Anonymous Adsız dedi ki...

Harika yazı.. Kapsamlı bir Fb değerlendirmesi de bekleriz)

13 Mayıs 2010 15:19  
Blogger sicko dedi ki...

Bu ülkede takımına en çabuk reaksiyon gösteren taraftar Galatasaray taraftarıdır. Hemen gönderirler herkesi. Arda'yı sezon başında öve öve bitiremeyen insanlar herşeyine küfreder oldu çocuğun. Bu yüzden bu tarz bir taraftar topluluğundan da sabır beklemek Galatasaray'a Barcelona modelini oturacağını beklemekten daha hayalcilik geliyor bana.

O yüzden seneye istenen futbol oynanamasa da Galatasaray şampiyon olmayı başarırsa bu sistemin birkaç boy küçüğü oturabilir Galatasaray'a.

Tabi seneye istenen sonuçların alınması için yapılması gereken transferler ortada. 2 orta saha, bir kanat oyuncusu ve bir sol bek ve bir de alternatif santrafor gerekirken bu sisteme uyum sağlayabilmesi olası oyuncuların maliyetlerinin de çift basamaklı milyon eurolara ulaşacakken Galatasaray hangi maddi gelirle bunları gerçekleştirecek, işte asıl soru bu.

Biz futbol romantikleri için Rijkaard, yanlış hamlelerden dolayı sanki hep bir ukde olarak kalacak içimizde.

13 Mayıs 2010 15:28  
Blogger onur dedi ki...

Şunca zamandır "total futbol, türkiye gerçekleri, takımdan beklentiler" konusunda okuduğum en ayakları yere basan yazı budur. Çeşitli bloglarda da yorum olarak dile getirmeye çalıştım ancak GS bloglarında fanatiklik derecesinde bir Rijkaard sevgisi var ve bu durum olaylara objektif bakılmasını engelliyor bence. örnek vermek gerekirse blog yazarları tarafından beğenilmeyen mehmet topal'ın "iyi" bir transfer ücreti ile Valencia'ya gitmesini gösterebiliriz. Şartlar elverse diğer beğenilmeyen oyuncular da transfer fırsatı bulacaktır; Servet başta olmak üzere. GS başkanlığı artık bir prestijden öte ün,şan,şöhret ve beraberinde kazanç kapısıdır ve seçimle gelen her politikacı da olduğu gibi koltuğa sıkı sıkı yapışmayı getirir. Dolayısı ile beklentiler bu kadar büyükken başkan da "sabır" gösteremez. Sadece başkan mı? Basın da, taraftar da gösteremez o sabrı. E ülkemiz topraklarından pas şiddetini ayarlayan, topu istop etmesini bilen, verkaça giren adam da çıkmadığına göre "total futbol" bir rüyadır bence ki asıl sahibi olan Hollanda'yı o rüyadan Derwall ekolündeki Almanya uyandırmıştır 1974'de...

13 Mayıs 2010 15:40  
Blogger Borges dedi ki...

Varsa eger bahsedildigi gibi bir Ekol, neden cöpe gitsin ki ? UEFA kupasi, sampiyonluklar, Sampiyonlar Ligi serüvenleri, Yari final, final.. Ya da Bayern Münih de yirmi yillik gelenegini geride birakir iken gecmisini cöpe mi atiyor bu durumda ?

Ama sorun su ki Lucescu ile Terim'in oynattigi futbolun bir ekolun temsilcisi olarak görebilir miyiz ?

Hagi, Gerets, Lucescu, Terim,Souness futbolunun ortak bir noktasi gercekten var midir buradaki anlamiyla cöpe gitmis oLan ?

Hollanda futbolu misal Bundesligaya uymazdi. Ilk hollandali Sampiyon teknik direktör Van Gaal olmustur. Taktik kelimesiyle Arda nasil milli takimda tanismissa burada da düne kadar "küfür" idi. Trapottoni'nin yasadigi zorluklar ya da Helmut Schön'ün cok güzel anilari vardir misal bu mevzu üzerinde. Yüzyilin teknik adami Rinus Michels iki kere Bundesligaya gelip basarisiz olup gitmistir mesela.. Almanya'ya uygun degildi Alman disiplinin de Türkiye'ye uygunlugu gibi. Ya da Rijkaard'in Türkiye'ye uygunsuzlugu gibi..

Hollanda-Türkiye-Almanya üclüsünün birbirlerine olan etkilesimleri konu olacaksa eger burada Mücadele gücünü baz alarak(Türkiye) Disiplinin yönetmen koltuguna oturma basarisi (Almanya) mümkün iken..

Taktiksel anlayisin yetersiz oldugu yerde(Türkiye) "taktiksel olgunlugun" önplanda tutan Hollandanin uyumu ya da uyumsuzlugu olarak görüyorum biraz..

13 Mayıs 2010 15:45  
Blogger Alper Öcal dedi ki...

@borges @sarpito

Çöpe gidenden kastım tarzdan vazgeçilmiş olması. Yoksa Galatasaray 20 yılda kazandıkları çöpe gitmedi elbette, ve 20 yılda öğrendiğini de birkaç senede unutmaz muhakkak.

Ben zaten yazıda ekol tanımını 1984-2002 diye sınırlandırmıştım. Ama o parantezi açsak bile ( Souness'ı bir tarafa koyuyorum ) diğer hocaların, Lucescu dahil bence ortak yanı çoktu. En azından kendi karakterlerini aynı temel anlayış üzerine bina ediyorlardı.

Skibbe ve Rijkaard belki yönetimlerin belki de kendi inisiyatifleriyle o temeli değiştirme yoluna gittiler ve şu an ortada eğri bir bina var.

Anafikrim bu benim ve bunun farkında olunmadığı sürece Galatasaray'ın o binayı düzeltmesi hiç de kolay olmayacak.

13 Mayıs 2010 15:56  
Blogger aşkın dedi ki...

Geçen yılın Türkiye Kupası finalinde pasa dayalı futbolun en güzel örneklerini sergiletti Fenerbahçe'ye Aragones.Şu anki Galatasaray kadrosundan çok daha düşük profilli bir takıma.
Demek ki sorun Türk futbolu/futbolcusu değil Galatasaray futbolcusu.
Herkesin iktidar mücadelesine girdiği bir ortamda uygulanmamasından normal bir durum olamaz.

13 Mayıs 2010 16:13  
Blogger varol döken dedi ki...

bu ülkede tek oturacak şey ayaktaki yaşlı teyzelerdir...

basamakta da durmayın otomatik kapı çarpar:)

13 Mayıs 2010 16:24  
Blogger unknown dedi ki...

Benim galatasaray takımından beklediğim izleyiciye zevk veren bir futbol oynamasıdır.. Zaten 4-3-3 sisteminin de temeli budur bence.. Bol gollü maçlar..Bu sezon böyle biçok maç oynadı galatasaray.. Ama izleyiciyi uyutan maçlarda oynadı.. Öne geçince kapandığı ve sonunda kazanamadığı maçlarda.. Bu iniş çıkışlar Teknik direktörden değil oyuncuların sisteme uyamamasındandır.. Seneye de pek bi farklılık beklemiyorum..

13 Mayıs 2010 18:38  
Blogger Olympian dedi ki...

@borges
"sevmiyorsan okuma" diyebildigini bildigim icin okumuyorum blogunu hocam. sen de boyle okudugumuz bloglarda uzun uzun ahkam kesmezsen sevinirim. cunku futbol bilgini ve kendini oyle bir yere koyuyorsun ki, yazdigin dogru olsa bile uslubundan dolayi itici oluyorsun.

yaziya donersek, galatasaray karakterini kaybetti bence de lambuja nin dedigi gibi. turk oyuncu kadrolari ve onlarin takim sevgisiydi galatasarayin enerjisinin altindaki etken uzun yillarca. artik oyle bisey kalmadi ve galatasaray da, daha once besiktas in da yaptigi gibi fenerbahce olmaya basladi.

yalniz aradaki fark su: fenerbahce taraftari, oyuncularinin ruhsuz olmasina, surekli toplama takim seyretmeye alisik, cook eskiden beri. bugun buralarda yazan cizen fenerliler cocuklugu boyunca 2, bilemedin 3 sampiyonluk gordu. galatasaraylilar gibi her sene sampiyonlukla buyumedi. sabir diye bisey cimbomda olmaz, olamaz. bi sure en azindan boyle, 2-3 yilda bir sampiyon olmaya alisir galatsaraylilar da.

rijkaard a gelirsek, bu sezon galatasaray a herhangi bir katkisinin oldugunu dusunmuyorum. pas oyunu, sahayi parselleme falan filan. ha seneye orta saha bilmem kac, defansa bilmem kac top yapabilen topcu alinirsa daha iyi olur da, rijkaard dan dolayi mi olur, bireysel yeteneklerden dolayi mi, o da ayri mevzu.

13 Mayıs 2010 21:56  
Blogger TA dedi ki...

kazın ayağı öyle değil alper. derwall dünya futbolunun gittiği yeri bilerek ve ona uygun bir yapılandırma içinde oldu.barca oyunu varda dünyada barca ekolü var mı?hollanda milli takımı barcalona arasına sıkışmış ve bu dar alanda kalmış bir futbol anlayışından bahsediyoruz.büyütmemek lazım.buna ekol demekte yanlış.80 lerin ortaları derwall geldi.manuda ise ferguson başladı.modern futbolun yeni yeni filizlenmeye başladığı zamanlar.galatasaray bir ekol falan transfer etmiyor günümüzde.barcayı transfer ediyor.ama derwalli getirerek modern futbolun gittiği yönü getirmiştir.şu anda dünya futbolu barca gibi mi oynuyor? hayır.özeti şu. galatasaray bir ekol tercihinde bulunmamıştır.çünkü böyle bir ekol yok.ama gs derwall i getirerek bir ekolü getirdi.modern futbolu getirdi.rijkaardı getirerek ise barcayı getirmek istedi.bir ekol olsa en azından dünyada barca gibi oynayan takım sayısı 2-3 olmaz.bu bi devrim değil açıkcası.

borges
münih bu yıldızlarla dolu kadroyla 70 puanla şampiyon tamamladı.70 puan.münih bu kadroyla o kadarda puan alsın değil mi?

14 Mayıs 2010 03:11  
Blogger TA dedi ki...

'' konum itibariyle Trabzonspor haricinde bu türden bir ekol denemesi yapacak kulüp yok. Maalesef yok.''

hangi ekol? dünyada yapan var mı böyle bir ekol yaratan? barca ve kıyısından köşesinden arsenal.başka?

manunun interin çelsinin liverpoolun milanın ve diğer dev takımların ekol denemesi var mı? yok. hepsi modern futbolun gerektiği gibi oynamaya çalışırlar.hiçbiri barca gibi ekol yaratalım derdinde değildir.ekol demekte doğru değil barcaya.yayılmamış bir sistem.
onun için derwall ile rijkaarda ekol yaratmaya çalışan iki teknik adam demek hatadır.birisi modern futbolun temellerinin atıldığı zamanlarda bu futbolun temellerini gs da atmış.diğeri ise barcadan başka hiçbir takımın benimsemediği bir futbol tarzını(ekol değil) getirmeye çalışıyor.
galatasaray maalesef modern futbolu çöplüğe atmıştır.çöpe giden modern futbol anlayışıdır.

14 Mayıs 2010 04:03  
Blogger Alper Öcal dedi ki...

@TA

Kavramlar üzerine bu denli ince ayar çekeceksek yorgunluktan biteriz.

Galatasaray da dahil olmak üzere birçok kulüpte kendi dinamiklerine özgü, diğerlerinden nispeten ayrıştırılabilen veya süreç dahilinde bağlı kalınan bir futbol anlayışına yıllardır tanıklık ettik mi etmedik mi ?

Yepyeni bir oyun şekli icat edilip edilmemesinin de önemi yok benim için. Senin Varolan trend futbolu kendine adapte edip, uzun yıllardır bağlı kalmış bile olsan benim için bu bir gelenektir.

Tarz, ekol, sistem, kültür vs... Adının ne olduğunun çok önemi yok. Barca oyunu, Barca tarzı, Barca ekolü. Bende hepsi aynı çağrışımı yapıyor. Gözümün önünde aynı şey canlanıyor.

14 Mayıs 2010 06:29  
Blogger Alper Öcal dedi ki...

@Olympian

Burası futbol üzerine söyleyecek sözü olan ve edebiyle yorum yapacak olan herkese açık bir blog.

Senin, Borges'in ve bu çemberin dışına çıkmadan klavyesini kullanan herkesin başımın üzerinde yeri var.

Başka yerlerdeki sorunlarınızı buraya taşımazsanız sevinirim.

14 Mayıs 2010 06:37  
Blogger Sade dedi ki...

Yönetim olarak, Rijkaard gibi bir teknik direktörü tercih ediyorsanız, ona uygun hareket etmeyi de en başından kabul etmek gerekir.

Galatasaray yönetimi bu duruşu sergileyemedi. Dahası taraftar hiçbir zaman sabırlı olamadı. Yönetim, taraftarın isteklerine de cevap veremedi "vizyonumuz budur" diyemedi. Bizim beklentimiz budur diyemedi. Aksine kendi takımını sabote ettirdi!

Şimdi, ekol mu -devrim mi? adı her neyse- istiyor galatasaray yönetimi yoksa günü kurtarmak mı?

14 Mayıs 2010 11:57  
Blogger Borges dedi ki...

Olympian: Ne ictin güzelim sen öyle ? Bu güzel yaziyi abuk subuk bir yere cekiyorsun, sevdigin blogun yazarina zarar veriyorsun. Hatirladigim bir kavga filan da yok ama sevmemeni anlarim, dogal bir durum sanki:)

TA: Dogrudur. Bir gelisim daha dogru ifadeyle "degisim" söz konusu burada. Dikkat edersen "ilk" tir ve Bayern ile digerleri arasinda muazzam bir ucurum acilmistir. Ikinci olan Schalke üc-bes liseveledi amatör oyuncu ilkonbirinde, hepsinin ekonomik sorunlari hat safhada diger taraftan 80 milyon euro transfere harcayan bir klup(kredi cekmeden.!). 25 milyon euroluk Robben transferi kurarmistir cokca.. bu yarisa ortak olan takimlarin ücünün besinin bir araya gelip harcayamadigi para..

Maddi ucurumun disinda bir dönüsüm de sergileniyor.Son 30 yilin hollandalilar karnesi ortada,Stevens haric basarili olan yok, onun da sampiyonlugu yok.

Ki artik üc yabanci kurali da yok.

Ama degisiyor, burada da degisecektir, gelisecektir ve insanlar 4-4-2 ile milli takimda tanismayacaklardir artik.

14 Mayıs 2010 12:05  
Blogger tarık ziya dedi ki...

Adnan Polat tan beklenen Laporta gibi sabretmesi ve Rijkaardın istediği transferleri yapmasıdır. Sonrasında beklenen özlenen G.s ortaya çıkacaktır. ve bu ekol Derwal den sonra nasıl Denizli ile devam ettiyse Rijkaardan sonra da Tugay ile devam edecektir diye düşünüyorum. Arda nın iyi bir paraya satılmasının çok faydalı olacağı kanısındayım.

14 Mayıs 2010 16:10  
Blogger Olympian dedi ki...

@borges
@alper

"ben borges e ne demisim: uzun uzun ahkam kesme, uslubun seni itici yapiyor"
kufur mu etmisim, hakaret mi?

bunun uzerine alper ocal bana, edebinle yorum yap diye, edep dersi vermis. baska yerden sorununu buraya tasima demis. ne sorunum olacak benim borges le?

sonra borges gelmis, "ne ictin guzelim sen" demis, "dogal bi durum" gibi iyiden haddini asan bi laf etmis.

ayiptir arkadaslar, neyin tepkisi bu. ettiginiz laflara bi bakin, nerelere gittigine bakin.

14 Mayıs 2010 16:54  
Blogger Mr. Harvey dedi ki...

Keşke bloglardaki transfer haberlerini değil de böyle değerlendirmeleri çalsa gazeteler. Sadece gazetelerden bir şeyler öğrenmeye çalışanların da haberi olsa bu sayede.
Elinize sağlık.

14 Mayıs 2010 17:18  
Blogger Alper Öcal dedi ki...

@Olympian

Ben bu kadar yanlış anlaşıldığım bir yorum daha hatırlamıyorum.

Seninle başka yerlerde de güzel iletişimimiz olmuştu, buraya da düzenli yorum bırakan birisin; beni az çok biliyorsun ve herkesten de daha iyi biliyorsun ki bu blog herkese açıktır.

Edepsizce yorum yapılmadığı sürece kimse burada birbirinin söz hakkını sınırlayamaz.

Bunu hatırlatmak istedim sadece, çünkü yazdığından Borges'in burada yorum yapmasını istemediğin sonucunu çıkardım.

Bir de futbol dışı ikili tartışmalar aynı senin söylediğin gibi itici oluyor, blogun da bizim de tadı kaçıyor. O yüzden, varsa bir sorununuz ( 'sevmiyorsan okuma' aranızda yaşanan gerginliğin bir olayın sonucu gibi gelmişti bana ) burada halletmeye çalışmayın diye ricada bulundum.

Meramım buydu. Ne haddime o yorumundan sana edepsiz demek.

Benim seçtiğim kelimelerden ötürü kalbini kırıldıysa özür dilerim.

14 Mayıs 2010 19:25  
Blogger Can dedi ki...

Ellerinize sağlık, güzel yazı olmuş.

Ancak bana göre Galatasaray'da temel sorun tıkanma. O bahsettiğin 20 senelik yapının tıkanması. Evrilememesi. Kendini yenileyememesi. Zaten Borges'in Van Gaal örneği de cuk oturuyor bu tespitime. Keza Löw'ün Almanya'sı da. Galatasaray bir öğrenme, uygulama, geliştirme evresini tamamladı ve Luce sonrası günlük işler peşinde koştu; mevcut sistem artık işlerliğini yitirmişti çünkü.

Gerets dönemi bir istisnadır ve ülke futbolunda tekrarının olacağını zannetmediğim bir durumdur; hemen 1 sene sonra onun da ihtiyatlı oyun oynama peşine gitmesi de, durumun başka bir göstergesi.

Tüm dünya alan oyununa dönmüşken topun peşinde deli danalar gibi koşan futbolcuları seven bir millet olarak Rijkaard ile ilgili soru işaretlerinin olması, Rijkaard'ın yerliler hakkında bu kadar sıkıntılı olması doğaldır. Galatsaray bahsedilen 20 yılda, oturtulmaya çalışan sistemin önemli dinamiklerini bünyesine almıştır; şok pres gibi, pas oyunu gibi. Ama alan oyunu oynama becerisine hiçbir zaman sahip olamamıştır ki, Lucescu'nun da en çok şikayet ettiği durumlardan biridir bu.

İki seçenek vardır Galatasaray'ın önünde; ya eldekinden maksimumu alacak tipte bir hoca ile çalışıp lig şampiyonluğu, şans yaver giderse bir sene ikinci tur gibi başarılarla yetinir. Ya da Rijkaard'a yetkiyi verip söylediğin gibi oyununu modernize eder. Sözleşmesi 1 sene sonra bitecek Rijkaard ile başkan seçildiği gün daha uzun süreli sözleşme yapmayan Adnan Polat'ın, kulübün maliyesi kaldıracak ve taraftar ses çıkarmayacak olsa Rijkaard'ı yollayacağından adım gibi eminim.

İş dönüp dolaşıp futbolu yönetenlere geliyor. Rijkaard'a 1 senede teneke bağlamaya kalkarsan Jan Derks'i altyapının başına getirmen gülünç oluyor haliyle. Yoksa Galatasaray, yeni nesli bir kenara bırakırsam, taraftar profili olarak da, kulüp profili olarak da bu tarz bir değişimin kolayca ve olabilecek en kısa sürede gerçekleştirilebileceği tek kulüp ülkede.

Teşekkür ederim...

20 Mayıs 2010 04:07  
Blogger ... dedi ki...

bugün pastanede bi amcayla konuştum aynen bu yazdıklarını anlattı bana.. "çöpe gitti hepsi.. harap oldu bu yöneticiler yüzünden" dedi..

25 Mayıs 2010 16:05  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa