29 Ocak 2011 Cumartesi

Roberto Baggio



Roberto Baggio 700 maçlık kariyerinde 318 gol attı. 205 golle Serie A'nın gelmiş geçmiş en golcü 5. futbolcusu. Üstelik bunu Serie A'nın Dünya'da zirve noktası olduğu ve futbolun en sert, acımasız, defansif oynandığı 90'lı yıllarda başardı. O, başkalarının inanamayacağı şeyleri yaratabildiği için Leonardo da Vinci'ye hayrandı. Biz de yeşil sahada topla yaratabildiği imkansızlardan ötürü Baggio'ya. Firenzeli bir reggae şarkıcısı olan Ludus Pinski'nin şarkısında söylediği gibi o bir serap değildi, Baggio idi. Artemio Franchi tribünleri gırtlakları patlarcasına "Baggio, Baggio, non e un miraggio" diye boşuna bağırmıyorlardı. Gece yarısında 25 milyar liret karşılığında Juventus'a satıldığında Firenze savaş alanına döndü. Kulübü protesto eden taraftarlardan 50 kişi yaralandı. İnmedik cam, çerçeve kalmadı. Fiorentina'nın başkanı Renzo Righetti koltuğundan oldu ve kulüp o sezonun sonunda Cecchi Gori ailesine satıldı.


Baggio Fiorentina kaşkolunu alırken.

İlahi at kuyruk sadece futbolculuğuyla değil karakteriyle de bu oyuna bahşedilmiş en özel insanlardan biri. Juventus'a imza attığı gün uzatılan siyah beyaz kaşkolu almamıştı. Fiorentina'ya karşı oynadığı ilk maçında ise önce penaltıyı atmayı istemedi, sonra da dışarı attı. Trapattoni tarafından oyundan alındıktan sonra ise soyunma odasına yürürken kendisine fırlatılan Fiorentina atkısını seve seve alıp öpüyordu. Juventus taraftarlarına hain gözükmek pahasına, Firenze'ye yapamadığı vedayı yapıyordu o an. Sadakatsiz yakıştırmaları daha sonra Inter ve Milan formaları giymesinden ötürü de yapıldı ama Torino merkezli Tuttosport gazetesinde, bir dönem Juventus sayfalarını hazırlamakta olan Vittorio Oreggia'nun söylediği gibi "Baggio'yu anlamak zorunda değilsiniz ama sevmelisiniz. Baggio şiirsel ve şiiri anlamaya çalışmazsınız, takdir edersiniz".

Baggio yetenekleriyle sadece kendisini değil birçok futbolcuya bu oyunda rol ve ün biçti. Yazmakla bitmez ama bir tanesi özel. Schilaci bugün Dünya Kupası tarihinin gol krallarından biriyse bunu Baggio'ya borçlu. İtalya 90'da İngiltere ile oynanan 3. lük maçında, maç 1-1 berabereyken 86. dakikada kazanılan penaltıyı pekala kendisi atabilirdi, çünkü takımın penaltıcısıydı. Futbolu sadece 4 senede 1, Dünya Kupası ile takip edenler için kötü bir penaltıcı izlenimi yaratabilir, oysa kariyeri boyunca kullandığı 100'ün üstünde penaltı vuruşlarında yakaladığı gol oranı % 86 ve bu bir Serie A rekoru.


Baggio penaltıdan sonra Schilaci'yi kutlarken

Pek çok futbolcunun aksine, attığı gollerden sonra çıldırıp tribünlere koşmaktansa golü takım arkadaşlarıyla kutlaması ve ortasahaya yönelmesi, bileklerine inen konçları, topa karşı ipek yumuşaklığındaki sertliği, akıcılığı ve elbette Budist oluşuyla bambaşka bir figürdü. Futbolun dışında kalan sosyal yaşamındaki hayırseverliği ve insanlara verdiği değer ile birçok ödüle de layık görüldü. Goller, kazanılan maçlar, kupalar, madalyalar, ödüller ve sıradışı karakteriyle gıpta edilecek bir hikayeye sahip Roberto Baggio. Bu hikayenin gelişimi ve sonu olduğu kadar bir de başlangıcı ve kırılma noktası var.

Roberto Baggio, 5 Mayıs 1985 yılında Serie C takımı Vicenze formasını giyerken, o zamanlar çaylak bir teknik direktör olan Arrigo Sacchi'nin takımı Rimini'ye karşı oynuyordu. Sezonun bitimine kısa bir süre kalmıştı ve iki takımın da şampiyonluk şansı sürüyordu. Roberto Baggio o güne kadar gösterdiği performansla çoktan Fiorentina'ya satıldığı halde maça çıktı. Vicenza maçı kazandı ama bu şampiyon olmaya yetmedi. Brescia ligi lider bitirip Serie C şampiyonu olurken, Vicenza 2. oldu. Roberto Baggio ise sağlığından. Sağ dizinden sakatlandı ve uzun süre futbol oynayamayacağı açıklandı. Fiorentina transferden vazgeçebileceği halde yapmadı.


Baggio ve Maradona

Mor Menekşe'ler 29 Ocak 1986 tarihinde, İtalya Kupası maçında Artemio Franchi'de Udinese karşısına çıktılar. Maçı ve turu 3-1 ile aldılar ama, İtalya'da o gün futbol tarihi değişiyordu. Roberto Baggio sakatlandıktan tam 9 ay 24 gün sonra ilk kez Fiorentina formasını giymişti. Baggio o gün ne gol attı, ne de inanılmaz bir oyun oynadı ama çok kişinin bir daha futbol oynaması zor dediği bir anda sahaya çıktı ve futbola dönüş yaptı. O gün sahaya çıkamasaydı, aynı diz sakatlığını 2. kez yaşayıp, Serie A'da forma giyebilmek için beklemesi gereken 9 aylık süreyi geçirmesi o kadar da kolay olmayabilirdi. 10 Mayıs 1987'de Napoli efsane Maradona'lı kadrosuyla San Paolo'da şampiyonluk kutlarken, Serie A'daki ilk golünü atacak gücü bulamayabilirdi. Biografisinde de belirttiği üzere; o dönemde inandığı Buda'ya hiç inanmayabilir ve Lucio Dalla belki Baggio Baggio şarkısını hiçbir zaman yazamayabilirdi.

İlahi at kuyruk efsanesinin gerçek anlamda doğuşu 29 Ocak'tır. İyi ki doğdun Roberto Baggio.

Etiketler: ,

28 Ocak 2011 Cuma

Chagas ve Futbol



Peru'da düzenlenen 20 Yaş Altı Güney Amerika Şampiyonası için çeşitli konulara emek veren birçok çalışan var fakat Neymar'ın yanında gülümseyerek poz veren 5 Peru işçisi gibileri yok. Vander Ticono Cuba, José Velasquez, Ruben Segovia, Ronald Paredes ve Maito Vidal'in işi turnuvaya ev sahipliği yapan kentlerden biri olan Arequipa'da böcek avlamak. Güney Amerika'da sık görülen ve spesifik bir tedavisi olmadığı için çoğunlukla ölümle sonuçlanan Chagas hastalığına neden olan Triatoma böceklerinin oyunculara musallat olmaması için savaşıyorlar. Böcek karbondioksite duyarlı olduğu için genelde insanları ağızlarından ısırıyor ve bu yüzden öpen böcek olarak da anılıyor. 5 Perulu işlerinde hünerliler ve Brezilyalı oyuncular tarafından da Terminatör Chagas diye anılıyorlarmış. Tanrı uzun ömür versin, bu böceklerden bir kısmını da Samandıra'ya nasip etsin. Belki öpülme korkusundan öpen takım olurlar.

Etiketler:

Uzaylı Thiago Silva



Thiago Silva bundan 2 sene önce, 2008-09 devre arası transfer sezonunda Milan'a gittiğinde Serie A kurallarına takılmış ve oynamak için ertesi sezonu beklemişti, zira Milan halihazırda AB dışından 2 oyuncu transfer etme hakkını Shevchenko ve Tabare Viudez ile kullanmıştı. Thiago Silva ilk sezonunda hem savunma yetenekleri hem de hücumu başlatan oyuncu karakteriyle verdiği destek ile ( bunda kariyerine ortasaha oyuncusu olarak başlamasının etkisi büyük ) Milan'ın bankosu oldu. 35 maçta 2 gol attı. Sezon başında da eşinin Milano'yu Madrid'e tercih etmesi ve yeni doğan bebekleri sebebiyle Real Madrid'i reddetdiğini açıklamıştı. Thiago Silva form grafiğini yükseltmeye devam ediyor. Milan bu sezon Sampdoria ile birlikte Serie A'nın en az gol yiyen takımı ve bunda Thiago Silva'nın partneri Nesta ile ördüğü duvarın etkisi büyük. Hafta içinde o Sampdoria'yı kupada elediler ve 2. başkan Galliani de Thiago Silva'nın formuna kayıtsız kalamadı. Önce, "Desailly'yi hatırlıyorum Thiago Silva'ya bakınca" dedi, sonra E.T. yani uzaylı yakıştırması yaptı. Globo kaçırmamış detayı, çakmış illüstrasyonu hemen, keşke biraz daha özenli seçselermiş resmi. Bu da blog arşivinden;

Thiago Silva Ayrılırken

Etiketler: , ,

24 Ocak 2011 Pazartesi

111. Yılında "KOP" Hikayesi

Saha iğrençti. Yakından bir lağım kanalı geçiyordu ve tribün yoktu. Manor Ground’da seyirciler, yakındaki askeri birlikten maç günleri kendileri için ödünç olarak getirilen yük arabalarında izlerlerdi maçları. Arsenal, 1904’te tribünleri yaptı ve isim kondu: Spion Kop.

İki yıl sonra kuzeybatıda, tıpkı onlar gibi Nottingham Forest tarafından forma yardımı yapılmış bir başka kırmızı-beyaz, ikinci şampiyonluğun sonrasında kale arkasına tribün standlarını koydu. Şehrin en kötü ama en ucuz tribünüydü. En ucuz tribünü en az kazananlar, liman işçileri doldurdular ve Spion Kop demeye başladılar mekânlarına. Gazeteci Ernest Edwards, Spion Kop adının resmileşmesi için bir kampanya başlattı. Aynı yıl Birmingham ve Blackpool’da da Spion Kop tribünleri doğdu. Sonra Sheffield’da ilk kez Bramall Lane eşrafı The Kop ismini seçti.

İsim, diğer şehirlerdeki stadyumlarda da kullanılmaya başlandı. “Kop” sayısı yirmiyi geçmiş, kriket ve rugby stadyumlarına, hatta Ada dışına da taşmıştı. Neden Spion Kop ya da The Kop dendiği sorusunun yanıtı içinse başladığımız noktadan daha geriye, bugünden tamı tamına 111 yıl öncesine, 24 Ocak 1900’e dönmek gerekiyor:



Sedyecinin yedi yıl önce geldiği bu ülkede gördüğü en kötü gündü. Alışılmıştı, yirmi yıldır ara ara kesilse de hep savaş vardı bu topraklarda. Aslında bildik hikâye: Peş peşe bulunan elmas ve altın yatakları önce insanlar için umuda göçü, sonra devletler için pay ve egemenlik iştahını, sonunda herkes ve her şey için savaşı getiriyordu. Uygarlık, kansız mücevheri henüz icat edememişti. Savaşlar kaç yıl daha sürecekti acaba? Sedyesindeki yaralıya baktı. Çabuk olmalıydı. Bu kadar çok yaralı taşıdığı bir başka gün hatırlamıyordu.

Kayalık zemin siper kazmaya pek izin vermiyor, 40 santimi geçemeyen siper derinliği yüzünden askerler açıkta kalıp keklik gibi avlanıyorlardı. Haberci koşarak yanından geçti. Karargâhtan yeni emirler getirmiş olmalıydı ama hâlâ takviyeden eser yoktu. Kolundan tutup sorsa mıydı daha önce Boerlere esir düşüp kaçmayı başaran haberciye? Başını kaldırıp uğruna savaşılan tepeye baktı: Güney Afrikalıların Spioenkop dediği tepe olanca umursamazlığıyla uzanıyordu koca düzlüğün ortasında… Sedyesindeki gence “Neredensin evlat” diye sorduğunda, dişlerin arasından hafif bir “Preston” tıslaması duydu.

Spion Kop çarpışması, üzerinde güneş batmayan imparatorluk için İkinci Boer Savaşı’nın en kötü günü olarak geçti tarihe. Savaşın en büyük zayiatını 23 ve 24 Ocak’ta orada verdiler. 40 santim, kurşundan önce sığ kurşundan sonra ziyadesiyle derindi. 243 asker tepeye, öldüğü sipere gömüldü. Zayiat 1500’e yaklaşmıştı. Haber İngiltere’ye ulaştığında yarattığı şok, hükümeti salladı. Lord Roberts ve Lord Kitchener derhal kumandayı devralmak üzere ülkeye gönderildi. Kitchener yirminci yüzyılın ilk toplama kamplarını kurdu. Bu kamplara 116 bin Boer toplandı, 28 bini öldü. Kamplarda ölenlerin 24097’si çocuktu. Savaşırken ölen toplam asker sayısı ise 6719’du.

Sedyedeki genç, belki de o çarpışmada yer alan Preston North End futbolcularından biriydi. O gün Boer kuvvetlerinin başında olan Louis Botha, Güney Afrika’nın ilk başbakanı oldu. O gün koşuşturan haberci de ülkesine başbakan olacaktı: Sir Winston Churchill.



Bizim sedyeci mi? Hikâyesi sığmaz ama kısaca anlatmaya çalışalım: Aslında Londra’da hukuk eğitimi almıştı. Natal’daki İngiliz Kolonisi’ne bir yıl çalışmak üzere geldi. İlk günden kötü başlamıştı her şey: Birinci sınıf için bileti olduğu halde üçüncü sınıfta yolculuk etmeye zorlandı, reddedince de hareket halindeki trenden atıldı. Bunu unutmayacaktı… İlk kez 11 Eylül 1906 günü Johannesburg’da, insanları ayrımcılık ve ırkçılık yüklü yeni yasaya karşı çıkmaya davet ederken şiddet eylemine girmemelerini, yasanın öngördüğü cezayı çekmelerini istedi. Uzunca bir süreyi hapiste geçirmesi gerekse de başlattığı eylem 7 yıl sonra başarıya ulaştı. Nelson Mandela ve Martin Luther King gibi ırkçılık karşıtlarına rehber olacaktı. “Göze göz tüm dünyayı kör eder” derdi. Kimileri, aklında şiddet içermeyen direniş eylemi düşüncesini doğuranın Spioenkop’ta gördüğü kan olduğunu yazar.

21 yıldan sonra, 1914’te ülkesine döndü. 1921’de lider kabul edildi. 1930’da bir gün evinden çıktı ve okyanusa doğru yürümeye başladı. Yine bir yasayı protesto ediyordu. Yolda ona katılanlar oldu. Deniz kıyısına vardığında 60.000 kişiydiler ve yaklaşık 400 kilometre yürümüştü. Denizden biraz su aldı ve kaynatıp tuz elde etti. Böylece “İngilizler’den başka hiç kimsenin tuz üretemeyeceği”ni söyleyen yasaya karşı gelmiş oldu. Tutuklandı ve hapse girdi, O’nun yaptığını yapan 60.000 kişi de peşinden… 1930’lardaki mektup arkadaşı Albert Einstein “gelecek nesiller böyle etten kemikten birinin bu dünya üzerinde yürüdüğüne inanmayacak” derken haklıydı sanırım. Hapishaneler kalabalıktan kontrol edilemez hale gelince serbest bırakıldı. Cephedeki haberci ise “bırakın açlık grevinde ölsün” demiş hatta 1943’te başbakanken, valinin yiyecek talebini “O neden hâlâ ölmedi” telgrafıyla yanıtlamıştı iki dünya savaşının toplamından daha fazla insanı öldüren Bengal Kıtlığı’nda. Ve O, yani Mahatma Gandhi, ömrünün sonuna dek trenlerde hep üçüncü mevkide seyahat etti…

Liverpool’da Spion Kop adı 1928’de resmileşti ve tribünün üstü kapatıldı. 25 Ağustos 1928 günü John McKenna’nın açılışını yaptığı tribün, ülkenin en büyük üstü kapalı tribünüydü. Hollanda dilindeki Spionkop, Boerlere Spioenkop, İngilizce’ye Spion Kop olarak geçti. Sheffield’da The Kop, zamanda Kop oldu. Artık stratejik bir tepeyi değil, en içten tezahüratı yapanların yerini anlatıyor. Taylor Raporu öncesi en büyük Kop tribünü, Villa Park’ın Holte End’iydi. Şimdilerde Sheffield United, Bramall Lane’dekini ülkenin en büyük Kop’u haline getirmeye çabalıyor. Yüz on bir yıl sonra aynı söz, gürleyen topların yerine susmayan tribünleri getiriyor akla. İsteyen turist maça, isteyen turist tepedeki şehitliğe gidip Kop havası soluyabiliyor. Bugün güney yarıkürede törende olanlar, Çarşamba akşamı tribünde olabilecekler. Muhtemelen aynı tur operatörüyle…

Savaş asla sadece savaş değildir.

Etiketler: ,