28 Şubat 2009 Cumartesi

Ronaldo Kırkpınar'da



Etiketler: ,

Hoşgeldiniz: Ten Years After

Alvin Lee'siz bir Ten Years After'ın neye benzeyeceği pek bilinmese de, efsanevi blues-rock grubu - 1983 yılındaki Marquee Club'ın yıldönümü partisini ve Woodstock'ın 29. yılının kutlandığı 1998 yıllarını saymaz isek - 25 yıl aradan sonra bu kez 25 yaşındaki gitarist Joe Gooch'lu kadrosu ile bir araya geldi.

Grubun karo ası Alvin Lee ile yıllarını 1999 yılında tamamen ayırdıktan sonra, geriye kalan "as"lar - baterist Ric Lee, bassist Leo Lyons ve klavyede Chick Churchill - ile 2002 yılında zaten bir araya gelmişlerdi. Şimdi yanlarına bir de çaylak Joe Gooch katıldı. Onun gruba nasıl dahil edildiğini Ric Lee şöyle anlatıyor:

"Leo'nun (Leo Lyons) oğlunun tavsiyesi üzerine Joe'dan bize bir kaç işini yollamasını istedik ve o da bize I'm Going Home ve Red House parçalarının kayıtlarını yolladı. Özellikle bizim aklımızı başından alan Red House versiyonuydu, tamamiyle çok farklıydı. Böylece prova için bir araya geldik, o da bütün şarkılarımızı biliyordu ve hazır bir şekilde geldi. İlk provamızın ortalarına doğru Chick beni yanına çağırdı ve: "Bu adam iyi, kesinlikle almalıyız" dedi ve bu da olayı bir nevi mühürlemiş oldu. Kendisine teklifi yaptık ve o da iki gün sonra bunu kabul ederek bizimle birlikte ilk gösterisine çıktı.

Grubun yeni gitaristi Joe Gooch ile üç albümü bulunmakta: 2004 çıkışlı Now, 2005 yılında yayınladıkları konser albümü Roadworks ve son olarak yeni piyasaya sürülen Evolution. Yeni gitaristin gruba katılımı daha bir bütün haline gelmişe benziyor Ten Years After, zira önceden grubun diğer üç elemanı Alvin Lee'yi destekleyen bir görüntü çizmekteydiler. Joe'nun ayakları Lee'nin ayakkabılarına sığacak mı bilinmez ama bize Ten Years After'a tekrar hoşgeldiniz demek düşer.

Etiketler:

27 Şubat 2009 Cuma

Ayrıl Da Gel Batistuta



Yıllarca gençliğinin en güzel dönemlerinin nasıl geçtiğini anlamadan antrenmandan maça koş, herkes seni konuşsun, binlerce kişinin ayakta alkışını, uluslararası ödülleri ve övgüleri al. Kupalar kazan, rekorlar kır, adın literatüre geçsin, efsane ol. Dünyanın parasını kazan. Sonra da teknik direktör olup kendine sövdür. Olacak iş mi ? Futbolu bıraktıktan sonra arkasına dönüp bakmayan, hayatını yaşayan, tadını çıkaran adamlara her zaman hayranımdır. Batistuta da onlardan biri. Polo oynuyor artık at üstünde. Haftaya Patio Bullrich turunda ilk resmi maçını oynayacak. Geçen senenin şampiyon takımı Loro Piana'nın üyesi olarak üstelik. Ayrıl da gel oğlum Batigol.


Etiketler:

Djalma Santos



Djalma Santos'u Halit Kıvanç'ın anılarından dinledik, kitaplarından öğrenebildik sadece. Garrincha ile birlikte durdurulamadığı zamanları izleyemedik. Brezilya'nın yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük sağ bek olarak biliniyor. 16 senelik Canarinho kariyerinde 4 kez Dünya Kupası oynayıp 2 kez kazanma başarısını göstermiş. 16 sene boyunca da tam 98 kez milli formayı giymiş. 39 yaşındayken milli formayı Carlos Alberto'ya devretmiş. 41 yaşındayken de futbol kariyerini sonlandırmış. O zamanın koşullarına göre muazzam bir performans bu. Uzun süreler de kırılamamış bir rekor. Roger Milla'dan önce Santos varmış işin özü. Sadece bununla da bitmiyor başarıları. Eskiden FIFA karmaları ile dönemin en iyi milli takımları Wembley'de maç yaparlarmış geleneksel olarak. İlk maç 1963 yılında Wembley'de 100.000 kişinin oynanmış ve Djalma Santos o takımdaki tek Brezilyalı oyuncu olma şerefine ulaşmış. Aynı zamanda 1994 Yılında FIFA'nın seçtiği gelmiş geçmiş en iyi Dünya Kupası takımında da yer almış.



Bugün 80. yaş günü efsane sağbekin. Bu da o zamanlar giydiği 4 numaraları formayla onun anısına yapılan törenden bir kare. Uzun ömürlere.

Etiketler: , ,

Pavel Nedved



Pavel Nedved 25-30 yaşında olan futbol tutkunlarının unutamayacağı oyuncuların başında gelir. Sparta Prag sıra takımı değilken, Lazio İtalya'nın şampiyonluk adaylarından biriyken üst düzey oynuyordu. En parlak günlerini ise kuşkusuz Juventus'ta yaşadı. Artık yaşı 36 ve sözleşmesi sezon bitiyor. Emeklilik kararını açıkladı bugün. Juventus'un futbol direktörü bu kararını değiştireceğini düşünse de Nedved bayrağı gençlere vermeye kararlı. Juventus taraftarı onu çoktan gözden çıkarmıştı zaten. Giovinco oynasın diyorlardı. Seneye muradlarına eriyorlar. Nedved'i ise artık takım elbisesiyle göreceğiz. Juventus kulübünde idari görevler üstleneceği yazılıyor İtalyan medyasında.

Etiketler:

Milano'nun Kabusu



Claudio Pizarro Milano'ya gidince, kırmızı görmüş boğa gibi oluyor. Inter'in de planlarını altüst etmişti o stadda birkaç ay önce. Sonrasında Guiseppe Meazza'da Boş Geçmiyor postunu yazmıştım. Bu kez de Milan'ı yıktı. Ancelotti'nin elindeki en ulaşılabilir hedefi aldı, belki de işini de. Berlusconi'yi kızkardeşini kaybettiği bir gün bir kez daha kahretti. Üstelik 2-0 gerideyken yaptı bunu Pizarro, 2-0 gerideyken tereddüt etmeden, titremeden atıverdi golleri Bremen adına. İtalya'nın Avrupa'daki en dominant temsilcisini dağıttı. İtalya'nın namusunu savunmak da Udinese'ye kaldı. Neler yazacak bakalım İtalyan medyası yarın. La Gazzetta Dello Sport şimdiden elenişin sebebini arayan bir anket açmış. Ancelotti'den ziyade savunma sorununa yüklenmiş İtalyanlar. Bir İtalyan takımı için ironik...

Etiketler:

26 Şubat 2009 Perşembe

Real Madrid Maçından Bu Yana



Maçı izleyemedim ama gidiş gelişlere bakılırsa Euro 2008 Türkiye'sinden bir kesit izlemiş sanıyorum Ali Sami Yen Stadı sakinleri. Son maçında - hem de kendi evinde ligin dibindeki takıma karşı - büyük bir hezimet yaşanmış, Skibbe'nin kellesi gitmiş, yönetimin kredisi biranda düşmüş. İncecik bir ipin üzerinde dengede durmaya çalışıyorsun ve karşında hiç yenemediğin bir Bordeaux var. En önemli iki oyuncusunu oynatmasa bile bu kırılgan yapı Galatasaray için yeterince zor. Üstüne bir UEFA tarihinin en erken gollerinden birini yiyorsun. Yetmiyor, takımın temel direklerinden Mehmet Topal sakatlanarak maçı tamamlayamıyor. Buradan ayağa kalkıp skoru 3-1 yapmak muazzam. Tarihi bir geri dönüş. Kewell'ın golü bir başka. Sonra 2 dakikada yenilen 2 golle 3-3 olan ve gitti denilen bir tur. Son bir hamle ve 2. geri dönüş. Takdire şayan. Real Madrid maçından bu yana Ali Sami Yen'in böyle bir geri dönüşü ve duygu selini Avrupa'da gördüğünü sanmıyorum. Ve ne ilginçtir ki bu maçın kahramanı da Fatih Akyel gibi bir sağ bek. Sabri Sarıoğlu. O da Fener'e gelmez umarım diyerek bağlayalım bu kısmı.

4. turda rakip Hamburg. Tıpkı Bordeaux gibi yerel ligini daha fazla önemsiyor şu an. En son 26 sene önce şampiyon oldular Bundesliga'da ve bu kadar zamandır hiç bu kadar yakın olmamışlardı şampiyonluğa. Galatasaray'ın Almanyadaki taraftarından ziyade en büyük avantajı bu. Fakat yine de kolay olmayacaktır. Çok zor bir fikstüre giriyor Galatasaray Hamburg maçlarıyla birlikte.

Konya (D)
Bursa
Hamburg (D)
Trabzon (D)
Hamburg

Buradan sağ salim çıkıp Hamburg da elenirse o takdirde bugünkü gibi deflection gollere de ihtiyaç kalmayacaktır. Çeyrek finalden sonrası bambaşka bir halet-i ruhiyedir. Son söz Bordeaux için olsun. Umarım ikinci plana koydukları bu kupanın ardından Lyon'un elinden alır şampiyonluğu da Ligue 1 bir şeye benzer.

Etiketler:

Marko Vasilj



Marko Vasilj, 1991 doğumlu kaleci. FC Zurich takımının oyuncusu. Kulübü tecrübe kazanması için başka kulüplere kiralıyor genç oyuncuyu. Yeterince forma şansı buluyor olacak ki Liverpool'un dikkatini çekmiş ve kulübün scoutlarından Piet Hamberg onu 1 haftalık deneme için Liverpool Akademisine götürmüş. Diego Benaglio ve Oliver Kahn örnek aldığı kaleciler. Alt yaş kategorilerinde İsviçre için oynamış ama baba tarafından gelen Hırvat kökleri de var. Bir başka çifte kavrulmuş daha geliyor Avrupa futboluna. Gelişimini başarıyla tamamlarsa kapağı Bundesliga'ya atar. Kardeşi de kaleciymiş bu arada, ama sanıyorum kendisi kadar parlak bir yeteneği yok.

Etiketler: ,

Hakan Yakın


"Doha - Katar, 2009"

Etiketler:

Jean-Martin Büttner



Jean-Martin Büttner İsviçreli bir gazeteci. Tagesanzeiger'da çalışıyor. Sporla filan da pek alakası yok. Taraftar için de bunun bir önemi yok. Basel'in 2-1 kazandığı Zürih maçından sonra öfkeli Zürih holiganları trende farketmişler bu gazeteciyi. Biraz halini hatrını sormuşlar. Ortamı sakinleştirmek isteyenler olsa da trenden atılmış. Trenden atılmak hoş değil tabi ama fazla yara bere almadığı için sevinmiş Büttner. zira manyaklıkları bilinen adamlar bunlar. Daha önceki sezonlarda çıkan olayları spor haberlerini biraz takip edenler bilirler. Esasında bizde de taraftarın hayalidir şöyle, trende, yolda filan sevilmeyen bir gazeteci ya da hakeme filan rastgelmek. Hatırladığım kadarıyla da Erman Toroğlu'nu Milano'da Fenerbahçeliler sıkıştırmışlardı. Yeri gelmişken dün NTVSpor'da Ahmet Çakar ile birlikte katıldıkları, Rıdvan Dilmen ve Fuat Akdağ'ın gülmekten konuşamadığı Not Defteri programı süperdi. Bilhassa hakemlerin "hakemleri kimler satar, Erman ile Ahmet Çakar" tezahüratında ben de salıverdim kendimi. Defalarca izlenebilecek bir yapımdı. Youtube ya da başka bir video sitesinde muhakkak izlemek lazım.

Etiketler: ,

The Curious Case of Real Madrid and Liverpool



*Az da olsa spoiler içerir*

Senaryosu ve oyunculuğu vasat olsa da özünde çok güzel bir hikayesi vardı Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi filminin. Yaşlı doğan ama her geçen yıl gençleşen yani hayatı tersten yaşayan Benjamin ile normal insanlar gibi gelişen, büyüyen, yaşlanan Daisy'nin aşk hikayesini anlatıyordu. Başı Benjamin dede Daisy çocuk olduğu için, sonu da Benjamin bebek Daisy nine olduğu için imkansız olan bu aşk; her iki karakter de hayatlarının ortasındayken olması gerektiği gibi yaşanılabilecektir. Sadece o zaman aynı olabilecekler ve bu aşkı doyasıya yaşayabileceklerdir. Zamanları kısadır.

Real Madrid ve Liverpool'un Şampiyonlar Ligi 1.tur maçı da bir tür Benjamin ve Daisy hikayesiydi gözümde. Önlerinde de 180 dakikalık bir süre. Real Madrid La Liga performansını sonradan geliştirmekte, son 9 maçında 9 galibiyet almış ve lider Barcelona ile aradaki puan farkı 7. Liverpool ise her geçen gün düşüşte. Lider sürdürdüğü ligde son 1 ayda aldığı Everton, Wigan, Stoke ve City beraberlikleriyle 2. sıraya düşmüş. Lider Manchester United ile puan farkı 7. İki takımın da liglerini kazanmaları zor, kupalardan da elemişler. Şampiyonlar Ligi ikisinin de ortak aşkı ama Benjamin ve Daisy gibi bunu paylaşmıyor, sahip olmak istiyorlar. Son şansları. Hem Rafael Benitez hem Juande Ramos eleme usulü maçların psikolojileri ve taktik hazırlıkları konusunda uzman. İkisinin de namı bu maçları iyi oynadıkları için yürüyor. Üstelik İngiliz takımı da göğsünde İspanya bayrağı taşıyan Real Madrid kadar İspanyol. Hatta belki daha da fazla.

Hepsini üstüste koyup ve televizyonun başına geçtiğimde daha çetin ve daha eşsiz bir maç hayal etmiştim. Fakat tıpkı filmdeki gibi hayalkırıklığına uğradım. Vasat bir oyun, vasat bir kalite ve uzun bir maç izledim. Hiç değilse filmdeki gibi belli olan değil değilde, merakla beklenilen bir son olsaydı diye düşünürken Benayoun onun da içine etti. Yazık oldu güzelim hikayeye. Oscar'ı Manchester United - Inter maçına kaptırdılar.

Etiketler:

25 Şubat 2009 Çarşamba

Salihovic'in Kramponu



Jens Lehmann haftasonu Hoffenheim ile oynadıkları derbi sayılabilecek maçta Salihovic'in top sürerken ayağından fırlayan kramponunu üst ağlara atmış. Nouma filan olsaydı kafasında paralardı o kramponu Lehmann'ın. Daha öncede başka bir şehirde oturduğundan Stuttgart antrenmanına gitmek için apartmanının çatısına helikopter indiriyordu. Binbir şikayetten sonra rica minnet vazgeçti bu işten. Kazık kadar adam, ama böyle işlerden zevk alıyor Lehmann. Emekliliğinde yapacak uğraş bulamayan devlet memuru gibi.

Etiketler:

24 Şubat 2009 Salı

Internazionale 0:0 Manchester United



Bir savunma oyuncusu bir takımın balansını ne kadar bozarın cevabı gibiydi ilk yarı. Cordoba'nın çekirgesi Rivas sahada o kadar sakar bir görüntü çiziyordu ki Inter'in savunması çakılı oynamak zorunda kaldı. Savunmanın önünde oynayan Cambiasso ile forvetin arkasında oynayan Stankovic'in arası açıldıkça açıldı. Inter'in o alışılmış kompakt görüntüsü kayboldu. Muntari ve Zanetti'nin enerjileri dahi yetmedi o boşluğu doldurmaya. Maicon hiç çıkamadı. United ise sahaya müthiş yayılmıştı. Hücumda 4-3-3, savunmada 4-5-1 gibi görünen dizilişleri ile Inter'in kenarlara çıkan forvetlerini, Zanetti ve Muntari gibi driplingi olan iki ortasahasını ve hücumcu beklerini durdurdular. Solda Giggs, Park ve Evra; sağda da O'seha, Carrick ve nispeten Ronaldo işle başardılar bunu. Bilhassa soldaki oyuncular Maicon ve Zanetti'ye nefes aldırmadı. Inter forvetleri de bireysel olarak günlerinde olmayınca rahat rahat pas yaptılar, yüklenebildikleri kadar yüklendiler Inter kalesine. Velakin Julio Cesar'a takıldılar. Ronaldo'nun kafasını çıkardığı an müthişti. Frikiklerinde de çok iyi yer tuttu Portekizlinin. Ceza sahasına bu kadar hakim olup, bu kadar da atletik olabilen böyle bir kaleci zor bulunur gerçekten. Üstelik ayak tekniği de muazzam.



Mourinho ikinci devre çekirge Rivas'ı çıkarıp ustası Cordoba'yı alarak başladı oyuna. Inter alışılan görüntüsüne döndü. Mancini'ye sorsaydı aslında Cordoba'yı anlatırdı. Liverpool'da neler olduğunu da. Geç bile olsa bu değişiklik Inter'i kendine getirdi. United'ın hızını kestikleri gibi sazı ellerine aldılar ve ciddi hücumlar da yaptılar. Fakat kale önünde çok etkili olamadılar. Cambiasso'nun vuramadığı bir top var 1 metreden, bir de Adriano'nun penaltı noktasının biraz önünde ayaklarına dolaştırdığı top. Hepsi bu. Bunun dışında uzaktan denediler. Mourinho'nun Balotelli ve Cruz hamlesi de işe yaramadı. Duran top da alınamayınca, iyice kilitlendi oyun Inter adına. Yine de şükretmeliler. Cordoba'nın son dakikadaki hamlesi olmasa Inter'in tur ümitleri San Siro'da bitecekti. Rooney'ın yanında herhangi başka bir savunmacı olsaydı çok daha rahat hareket edeceği kesindi. Cordoba'yı kısa mesafede geçemedi Rooney. Bu skorla diken üstünde olan Alex Ferguson olacak bana kalırsa. Hem geniş alanda, hem de dar alanda oynayabilen iki Inter santrforu gününde olurlarsa Old Trafford'da çok başka bir maç izleyebiliriz.



Ve Ertem Şener. Çok konuşuyor, boş konuşuyor, gereksiz konuşuyor. Kötü benzetme yapıyor, kötü espri yapıyor, kötü ses tonuyla kötü maç anlatıyor. Aynı zamanda bir maç spikerinde olması gereken objektiflik konusunda da kötü. Bunları sürç-ü lisandan ötürü değilde bilinçli yapması hepsinden kötü. Hızımı almışken hakeme dair de bir iki kelam edeyim. Cantalejo benim hiç sevmediğim bir hakem. Şöyle bir yazı da var blog arşivinde. Sevmemenin nedeni yeryüzündeki en dengesiz hakemlerden biri olmasından. Şöyle temposuz, oyuncuların hakeme epeyce yardımcı olduğu, temiz oynadığı bir maçta dahi gerginlik çıkarmayı başardı. Örnek verelim. Maçta ilk yarı. Inter'li oyuncuya orta yuvarlağın birkaç metre ilerisinden faul yapılmış. Inter çabuk kullanmak istiyor. Top da kendi yarısahalarına düşmüş. Interli oyuncu topu durdurup kısa bir pasla kullanıyor vuruşu. Cantalejo yerinden diyor ve topu öne alıyor. Bunun benzerini ikinci devrede de yaptı. Faul yorumları da garipti. United oyuncuları ne zaman, hatta pozisyon icabı dahi düşse faul aldı. İlk yarı sayamadım ben Ronaldo'nun kullandığı frikikleri. Zanetti kadar ahlaklı oyuncu da zor bulunur. Ben Carrick'in yerinde olsam, kendini ilk yarıda ceza yayına yakın bir yerde yere attığı pozisyondan sonra Zanett'nin parmağını sallayarak verdiği "no, no, no" tepkisine karşı "relax" demeye utanır, topu Zanetti'ye verirdim. Zanetti gene sinirlerine hakim oldu, olan Toldo'ya oldu. Bu seviyede bir maçta ev sahibine bu kadar uzak bir hakem pek nadir görülür. Mourinho da maç sonrası demecinde buna değinmiş. United kadar şanslı olamayacaklarını hatta aleyhlerine penaltı verileceğini dahi söylemiş. Son söz Santon hakkında olsun. Biz kalır mıyız, blogger 20 sene sonra olur mu bilemiyorum ama Santon o stadda 20 senedir oynuyor ve oynayacak sanki. Inter kendi Maldini'sini bulmuş gibi.

Etiketler:

Beggars Opera - Pathfinder (1972)


İsmini 1728 yılında açılışını Lincoln's Inn Fields isimli tiyatroda yapan ve döneminin en uzun süre sahnede kalan oyunu olan "Beggar's Opera"dan alan bu güzide grubumuz klavyede Alan Parker, gitarda ve geri vokallerde Ricky Gardner, bass gitarda Gordon Sellar, vokalist Martin Griffiths ve davulda Ray Wilson (ki kendisinin sonradan Genesis'de Phil Collins'in yerini alan Ray Wilson ile bir bağı yoktur)'dan oluşmaktadır. Futbol jargonu ile tanımlamak gerekirse, İskoç grubun 1972 yılında çıkardığı bu albüm kendilerinin üçüncü, Vertigo şirketi için çıkardıkları ikinci albüm idi. Albümü kabaca tanımlamak gerekir ise, 1970'lerin ilk British-progressive gruplarının müzikal altyapısı ile "heavy rock" müziğin bir bileşimi diyebiliriz. Zira Pink Floyd ya da Van Der Graaf Generator'ın aksine uzun ve nadir melodi içeren şarkıların aksine, pek çok "catchy" ve sağlam melodiler var bu albümde. Bunun en güzel örneği ise gittikçe yaşlanan evsiz bir adamın hikayesinin anlatıldığı açılış şarkısı "Hobo". Albüm aynı zamanda pek çok değişik sanatçı tarafından coverlanan ve orjinali Jimmy Webb'e ait olan "MacArthur Park"ın da güzel bir yorumunu içermekte. Bana göre albümün en dikkat çekici parçaları, belki de okült temaları yüzünden olsa gerek, "The Witch" ve "Madame Doubtfire"dır. Bu iki şarkı dinleyenlere "Crazy World of Arthur Brown" ve "Black Widow"u çağrıştırabilir. Albümün en değişik parçası ise muhtemelen "From Shark to Haggis" olsa gerek, zira bu şarkı jazz ritmleri ile başlayıp ardından grubun genlerinde bulunan Celtic folk melodileriyle devam etmektedir. Stretcher ve Pathfinder şarkılarında ise (ki ikincisi bana hep Iron Maiden'ın ilk dönem sound'unu anımastır) Ricky Gardiner'ın gitar ustalığı göze çarpmaktadır.

Netice itibariyle, Pathfinder, 1970'li yılların ilk dönemindeki progressive müziğe merakı olan herkesin edinmesi gereken bir albümdür. Cressida, Raw Material ya da Hawkwind gibi grupları dinliyorsanız eğer, Beggars Opera da aynı damardan iliklerinize işleyecek demektir.

Şarkı Listesi:

1. Hobo (4:25)*
2. MacArthur Park (8:20)
3. The Witch (6:06)*
4. Pathfinder (3:48)
5. From Shark to Haggis (6:45)
6. Stretcher (4:50)
7. Madame Doubtfire (4:21)


Salute.

Etiketler:

Daniel Brosinski ve Daum



Daum ile Hoeness arasındaki çekişmeye ve bilhassa da Daum'un hırsına dair güzel bir yazı yazmıştı Borges. O yazıyı okuduğunuzda bu yazıyı daha iyi anlayacaksınız, bir göz atmanızda fayda var o bakımdan. Haftasonu Allianz Arena'daki maçta Daum 20 senelik hasretini sona erdirdi ve Bayern'i Münih'te ilk kez mağlup etti. Kariyerinde bir ilk bu. Maçı seyredenler Daum'un hakeme bitti deyip saati işaret edişini, o andaki gerginliğini ve maç bittiğinde sanki CL almış gibi sevindiğini görmüştür. Sebebi Borges'in yazısında saklı. Peki bu Daniel Brosinski neyin nesi ? Daum'un Karlsruhe'nin 2. takımından keşfedip aldığı bir oyuncudur Brosinski. Ara ara Alman U-19, U-20 kadrolarına da seçilmiştir. Hepi topu bu. Hiçbir Bundesliga maçı da oynamamıştır. Allianz Arena'da 2-1 kazanılan Bayern maçı Brosinski'nin debut maçıydı. Son maçını 350 kişiye oynamış bir oyuncuyu, Daum 69.000 kişinin önüne attı bu maçta. Hem de kendisi için çok büyük anlam ifade eden bir kariyer maçında. Sırf antrenman performansına güvendiği için. Rahmetli Kazım Kanat olsaydı deli mi yoksa dahi mi derdi ?

Etiketler: ,

Futbolda Buz Devri



Cryotherapy yani soğuk terapi spazm, ağrı ve iltihap gibi durumların tedavisinde yıllardır kullanılan, aynı zamanda spor hekimliğinin de önemli bir parçası. Her sakatlıkta sahaya giren sağlık görevlilerin vazgeçilmez yoldaşı olan o fısfıslar ve kendi kendimize dahi kullandığımız buz torbaları en bildik cryotheraphy yöntemleri. Oliver Kahn gibi ağrıları çok büyük olanlar içinse buz banyoları var. Peki nasıl işe yarıyorlar ? Aslında çok basit fizyolojik bir mekanizmayı tetikliyor cryotherapy. Ağrı hissedilen yere uygulanan yöntem beyin ve merkezi sinir sisteminizi uyararak endorfin salgısını körüklüyor. Bu madde metabolizmanın ağrıyı hissetmemesini ve sizin de kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Doğal bir analjezik anlayacağınız. İyi hissettirme etkisinin başa bela olabildiğini de ekleyelim. Zira seks ve uyuşturucunun keyif vermesinin sebeplerinden yani bağımlılığınızın biri endorfin. Seks yaptıktan ya da uyuşturucu kullandıktan sonra aldığınız haz sizde daha sonra endorfin açlığı doğuruyor ve size aynı işi bir daha yapmaktan başka bir şans bırakmıyor. Eğer sırrı hala çözülememiş olan beyin ve endorfin salgılayan haz merkezi deşifre edilirse bu gibi bir yandan keyifli diğer yandan öldüren ya da suça sevkeden aktivitelerin tedavisinin de bulunmuş olacağına inanılıyor.



Helmut Hoffmann gibi spor hekimlerinin konuya olan ilgisi ise bambaşka. Onlar cryotherapy'nin sadece sakatlık tedavisinde değil performans arttırmakta da kullanılabileceğini keşfetmişler. Drei Kammer System yani Üç Odalı Sistem denen yöntem ile sporcular maç ya da antrenman öncesinde -10, -60 ve -110 derecelik odalara alınıyor. Isı korkutmasın, zira kış günü saunadan çıkıp karlı bir ortama girmekten farksız. Düşünüldüğü kadar rahatsızlık verici bir his olmadığını söyleniyor. Üstelik vücutta hiçbir hasar oluşturmuyor usulüne uygun yapıldığında. Yanık ve kırık oluşmaması için odalara kuru halde girmek en dikkat edilmesi gereken şey. Odaya girerken yanınıza verilen aksesuarlar ise bere, kulaklık, eldiven ve şorttan fazlası değil. Odaya girdikten sonra damarlar kapanıyor, vücuttaki kan geri çekiliyor. Böylelikle kaslar beslenmek için optimum ortama kavuşuyorlar. Elde edilen sonuç ise sporcunun patlama gücünde % 10'luk bir artış. Rejenerasyon sürelerinin kısalması da cabası.

Klasik yöntemlerle amatör bir sporcunun performansını 3 ay içerisinde ancak % 5 arttırabildiği; üst düzey bir sporcu için bunun yarısı kadar bir artış sağlamak istendiğinde gereken sürenin 2 sene olduğunu düşündüğünüzde kıymeti daha bir ortaya çıkıyor bu yöntemin. Zira 15-20 senelik ömrü olan bir meslek için çok uzun süreler bunlar. Dopingin çekici olmasının sebeplerinden biri de bu. Helmut Hoffmann'ın cryotherapy'den esinlenilerek yaratıp kullandığı soğuk hava odaları ise sporcuları bu dertten kurtaracak cinsten.

Aslında bu uygulama da kulağa bir çeşit doping gibi gelebilir ancak kanı manipüle edecek dışarıdan bir madde alınmadığından ve sadece vücudun nimetlerinden faydalanıldığından dolayı dopinge girmiyor. Yasal bir uygulama. Bilgisayarınıza overclock çekmek gibi desek yanlış olmaz sanırım. 5 sporcunun aynı anda kullanabileceği türden odalar için gereken yatırım bedeli 200.000 €. Helmut Hoffmann halihazırda Chelsea, Leverkusen, Porto gibi kulüplerin bu uygulamadan faydalandığını söylüyor. 5 sene içerisinde de tüm Bundesliga ekiplerinin bu odalara sahip olacağından da emin. Kulüplerimiz artık kondüsyonerin yanı sıra birer de Helmut Hoffmann aramaya başlasalar iyi olur.

Etiketler:

23 Şubat 2009 Pazartesi

Nerede Kaldı Ezeli Rekabet ?



Navarra Üniversitesi yapmış araştırmayı. Juan Laporta'nın Barcelona'yı ezeli rekabette nereye taşıdığının göstergelerinden birisi bu. Medyatiklilk sözkonusu olduğunda Orta Amerika'da Barcelona ezmiş geçmiş Real Madrid'i. Üstelik Ronaldinho ve Deco'yu kaybettikleri halde. Messi de Cristiano Ronaldo'dan sonra en popüler 2. oyuncu. Kulüpler bazında ise Manchester United lider. Marca Ronaldo'yu Madrid'e getirirse işler değişir elbet. Ligden sonra uluslararası alanda da Barcelona'nın önde olmasından sonra yeni Başkan'ın sağlam vaadlerle gelmesi lazım.

Etiketler: ,

Sırada Kim Var ?



Galatasaray'ın Derwall'den bu yana sıkı sıkıya sarıldığı bir Alman ekolü var. Kulüpte efsane olan yerli çalıştırıcılar Mustafa Denizli ve Fatih Terim de öğrendiklerini Alman ekolünün temsilcilerinden öğrenmiş teknik adamlar. Souness ve Hagi dışında Galatasaray'ın son 25 yıldır bu düsturdan çıkıldığı görülmemiş. Dolayısıyla Skibbe seçimine de şaşırmamıştım, bu gelenek içerisinde anlayışı farklı bile olsa nispeten tutarlı bir seçimdi. Üstelik Adnan Polat kalite standardına da uygun bir adamdır Skibbe. Reinhard Saftig'i bilenler ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Velakin bir başka geleneği daha vardı Galatasaray'ın aynı dönemde. O veya bu sebeple sezon ortasında teknik adam değiştirilmezdi. Hocalar sezonluk değerlendirilir, kötü geçen sezonlar dahi aynı teknik adamla bitirilirdi. Taraftar istese de radikal kararlar alınmaz, başka sezonlar kaybedilmezdi. Boğazın karşı yakasında ise durum tam tersiydi. Bütün bunlara lise geleneğinden beslenen yönetim istikrarını da ekleyin, alın size 80 sonları ve 90'lı yıllarda Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye yaklaşıp sonra da geçmesindeki farkı yaratan ortam.

Şimdi ise son iki sezonun sonunu başladığı teknik adamlarla getiremeyen, Özhan Canaydın döneminin etkisiyle belki de liseden uzaklaşmış ve kriz dönemlerinde alınan kararlarda taraftarın heyecan ve hezeyanına paralel giden bir Galatasaray. Ezeli rakibi bu duruştan olabildiğince uzaklaşmaya çalışırken, Galatasaray bu yola savruluyor. Gitgide başkalaşıyor. Öyle ki İslam Çupi'nin Fenerbahçe için 1987'de yazısında kullandığı "Fenerbahçe Türkiye'dir, Türkiye Fenerbahçe" sözü dahi Galatasaray'a uyarlandı, hem de resmen. Oysa Galatasaray Türkiyeleşmediği için bu ülkenin en değerli sportif markası olmuş, tahayyül edilemeyen başarılar kazanmıştı.

Şimdi gelinen nokta ise kayıp bir sezonda taraftarın gazını almak için yapılan efsane futbolcu hamlesi. Oysa bambaşka ve teknik direktör değiştirerek çözülemeyecek sorunlar var ortada. Bu alınan ise palyatif, yüzeysel ve yönetici olmayı gerektirmeyecek bir karar. Fenerbahçe Rıdvan, Oğuz ve Turan'ı böyle harcamıştı. Galatasaray da Hagi, Ümit Davala ve Bülent Korkmaz ile durumu eşitlemiş oldu. Sırada Aykut Kocaman ve Hakan Şükür var, bakalım sıra onlara ne zaman gelecek.

Etiketler:

Eyyamcı Akademi



Oscar ödülleri bir kere de şaşırtsın dişimi kıracağım. Hep aynı tavır, hep aynı kaygılar. Bu kez Hintlilere vurdu piyango. Oturup bir daha izleyeceğim şimdi filmi, gerçekten 8 dalda Oscar alabilecek bir filmdi de ben mi kaçırdım diye; ama bir gerçek var ki hakettikleri ödülleri alsalar da bilhassa müzik ve ses dallarında da Wall-E'nin hakkını yediler. Gerçi The Curious Case of Benjamin Button gibi vasat bir filmi 13 dalda aday gösterdikten sonra bu gayet normal bir durum. David Fincher'ın Fight Club, The Game ve Se7en sonrası Mickey Rourke'dan daha da kötü bir şekilde irtifa kaybeden sanatını ve kalitesini renklendireceğiz derken arada Dark Knight'ı da yalan ettiler. Heath Ledger rahmetli olmasa tenezzül bile etmeyeceklerdi herhalde ödül vermeye. Hoş, Star Wars'u da piç eden de aynı akademiydi zamanında. Velakin Sean Penn sürprizleri güzeldi yine de. Hugh Jackman'ın sahne şovu ise muazzamdı. Törenin en keyifli anlarıydı Jackman'ın sahnede olduğu anlar. Sen neymişsin be abi demekten alamadım kendimi. Bir müzikal harika olacak besbelli. Mickey Rourke da iyice pörsümüş. Dağ gibi Harley Davidson Man olmuş Mobilet Man. Sonuçta çarıklı milyoner götürdü ödülleri. Bizim prodüktörler, senaristle ve her biri dizilerden nefes almaya vakit bulamayan aktörlerimiz/aktrislerimiz kafalarını duvarlara vursunlar artık. Bu kadar renkli bir ülkeden nasıl bu kadar tekdüze, kalitesiz işler çıkarıyorlar bir düşünsünler. Ha ayrıca kendimi hıyar gibi hissediyorum THY. Uzun süre benden metelik çalışmaz size. Danışmanlarınız söylemedi mi fazla reklam tekrarı negatif etki yapar diye. İşletme 1. sınıf öğrencisinin bileceği şey. Yazıklar olsun. Forza Pegasus !

Etiketler: