9 Ekim 2009 Cuma

Türk Futbol Yorumculuğu


Bu ara medyada yorum trendi alfabetik planlar üzerine. Yorumların merkezinde Rijkaard ve Galatasaray var. Ben uzun uzun yazmayacağım. 1,5 sene önce aynı yorumlar Zico için yapıldığında 'A Planına Daha Çok Güveniyor' başlığıyla yeterince yazmışız. Aşağıdaki makalede Zico yerine Rijkaard, Inter yerine Panathinaikos, Rize yerine Eskişehir'i koyun ve Fenerbahçeli oyuncu isimlerini Galatasaraylı muadilleriyle değiştirip tekrar okuyun. Yorumcu isimlerini tahmin etmek ve hangi yaratıcılıkta olduklarını değerlendirmek size kalmış.

***

Hangi ülke ve hangi saha olursa olsun bir ekibin olduğu yerde başarıya ulaşmanın yolu ilk önce doğru metodoloji ve sistemi kurup, ardından sürekliliği sağlamaktan geçer. Türkiye’de ilk ikisi dönem dönem sağlanmıyor değil; ama asıl sıçramayı bu sürekliliği sağlayanlar yapıyorlar.

90 sonlarında Galatasaray’ın yönetim, teknik direktör, saha içi diziliş ve futbolcu uyumunda yakaladığı sürekliliği, Fenerbahçe 2000 ortalarında teknik direktör bazında ıska geçse de kulüp ekonomisi, saha içi diziliş ve çekirdek kadro bakımından yakaladı.

Daum’un son 1,5 senesindeki 4-2-3-1 dizilişi, Zico ile ilk birkaç haftalık deneme haricinde uzun süredir devam ediyor. Zico’nun Daum’dan farklı olarak bu dizilişe olan bağlılığı daha tutkulu.

“Inter’i de Rize’yi de aynı görüyor” gibi bana göre son derece sığ bir mantıkla eleştiriliyor olsa da; aslında tersi mantıkla Inter’e karşı sonuç alan bir dizilişin Rize’ye neden sonuç vermeyeceği sorusuna cevap verilemediği için kendi içerisinde son derece tutarlı.

Bu noktada getirilen bir eleştiri daha var. O da oyunun tıkandığı anlarda bile Zico’nun bu dizilişten vazgeçmek yerine, aynı bölgede oynayan oyuncular arasında bir değişiklik yapması. Aslında bu da bir kusur değil, ve elbette mutlak bir doğru da değil; lakin sonuç verdiği bilinen bir sistemde yaşanacak tıkanıklığı gidermek için, sistem yerine performansı düşük olan parçayı yenilemek gayet anlaşılabilir bir çözüm. Siz hiç bujisi bozuk olan bir motorun tamamen değiştirildiğini gördünüz mü ?

Mesela Milan.

Bu sene Şampiyonlar Ligi dahil oynadıkları sadece 4 maça bu seneki klasik 4-3-2-1 dizilişinden farklı bir dizilişle çıktı. Bu maçlardan ikisi zaten Pato’nun gelişinden sonra oynadıkları ve 2006 – 2007’den alışık oldukları 4-3-1-2 ye dönüşten başka bir şey de değildi.

Daha da ilginci Ancelotti’nin 4-3-2-1 oynarken çift santrfora döndüğü ya da 4-3-1-2 oynarken 3 santrfora döndüğü maç sayısı da çok az. O da, artık kaybedilecek bir şeyin kalmadığı anlar hariç, Zico gibi performansı alarm veren oyuncuları değiştirerek, işleyen sistemini toparlamayı ve takımın toplam kalite ve kapasitesinden düşmemesini sağlamaya çalışıyor. Yani bu, onların B planı olmamasından ziyade, A planlarına çok güvendiklerini gösteriyor.

Öyle ki Ancelotti Inzaghi kötüyse Gilardino’yu, Gattuso kötüyse Ambrossini’yi, Kaladze kötüyse Cafu’yu sürüyor ya da tam terslerini. Zico da Uğur kötüyse Vederson’u, Kezman kötüyse Semih’i, Deivid kötüyse Kazım’ı sürüyor sahaya. Bunun rakiplerce ezberlenmiş olması da çok önemli değil, önemli olan sonradan giren oyuncudan istenen verimi alabilmek.

Çünkü oyunu domine eden takımların rakiplerinden farkı zaten dizilişlerinin eşsiz oluşu değil; toplam oyuncu niteliklerinin veya bunların uyumlarından kaynaklanan oyun niteliğinin ulaşılamaz oluşu.

Etiketler: , ,

Beyin Vurmak



Alex Silva'ya mı yoksa deklanşöre basana mı hayret etmeli bilemedim ama nefis fotoğraf. Gerçekse tabi.

Etiketler:

Brezilya'nın Futbolcu İhracatı



Brezilya Futbol Federasyonu hafta içinde Brezilya uyruklu oyuncuların yurtiçi ve yurtdışı hareketleriyle ilgili bir rapor yayınladı. Detaylarına girmenin lüzumu yok, birkaç rakam kafi. 2009 yılında yurtdışından ülkesine dönen Brezilyalı futbolcu sayısı 667. Aynı dönemde ihraç edilen futbolcu sayısı 960. Son 4 senenin ortalaması ise 1018. Şaka gibi ama ortalamanın altına düşmüşler. 2009 yılında Brezilyalılara en çok güvenen liglerin listesi aşağıda. TFF için bu raporu hazırlamak en fazla 10 dakika alır sanırım.

Portekiz (176)
Almanya (57)
Japonya (41)
İspanya (34)
Vietnam (34)
Italya (32)
Paraguay (31)
İsveç (25)
ABD ( 24)

Etiketler: ,

İtalyan İşi



Milli takım çalıştırmak ile kulüp takımı çalıştırmanın arasında temel bir fark var. Birinde pasif diğerine aktifsiniz. Kulüp takımlarında herşey sizin elinizde. Taktik olarak vasat bile olsanız futbol tevellütünüzün yanına organizasyon, planlama ve insan ilişkileri ekleyebilmişseniz şansınız var demektir ama sürekli stres ve baskı altındasınız. Milli takım çalıştırırken ise başarı için gereken süreci aktif olarak hazırlayıp yönetemiyorsunuz. Kısıtlı bir havuzdan, oyuncularınız durumunun belirsiz olduğu bir dönemde futbol görüşünüze en uygun ve formda olanları alıp, işletmek ve sonuç almak durumundasınız. Taktik manevra hazırlayacak zaman epey az. Dolayısıyla maçı yönetmek ve tecrübe daha öne çıkıyor. Stres 90 dakikayla sınırlı. Bu yüzden kulüp takımı çalıştırıcılara direktör denirken milli takım çalıştırıcılarına seçici deniyor. Hatta takım yerine de seçilmişler ( seleccion, seleçao ) tabiri uygun görülüyor.
Trapattoni seçicilerden. İrlanda'nın Dünya Kupası elemelerinde önünde çok önemli 2 maç var. İtalya ve Karadağ ile oynayacaklar. Damien Duff, Caleb Folan, Darren Gibson ve Steven Reid sakatlık sebebiyle kadroda yoklar. Seçilmemeleri normal ama bu eksiklere rağmen Andy Reid ve Stephen Ireland'ın kadroya seçilmemiş olmaları anormal. Biri Sunderland'ın diğeri de M.City'nin bu sene ki formlarında önemli pay sahibi. Hadi Stephen Ireland'ın daha önce özel hayatı için milli takımı ekmişliği var. Kız arkadaşını daha önemli görmüştü İrlanda'dan. Peki ya Andy Reid ? Trapattoni'nin Kaladze gibi saha içine doğrudan etkisi yok, seçtikleriyle İtalya'nın Güney Afrika'ya gitmesi için gereken 1 puanı garantiye alıyor sanırım.

Etiketler:

Zico'nun İpek Yolu



Genetik mühendisi değilim ama olsaydım Brezilya'nın futbola nasıl bu kadar yatkın olabildiklerini incelerdim sanırım. Benim nazarımda Dünya'nın en büyük futbol ülkesidirler. Böyle bir futbol kültürünün düzinelerce uluslararası yıldız yetiştirip, bir elin parmakları kadar uluslararası saygınlıkta teknik direktör yetiştiremiyor oluşu ise tuhaf bir paradoks. Dünya Kupası kazanmış teknik adamları bile bu paradoksu kırabilmiş ve oyunun vitrini olan Avrupa'da dikiş tutturabilmiş değiller. Bu paradoksu kırabilecek konumdaki yegane isim var. Zico. Ne ilginçtir ki, onun da Brezilya ile ilgili tek kariyeri futbolculuk. Teknik adamlık kariyeri Japonya'da başladı ve ülkesinin dışında teknik direktör olarak 260 maça çıktı. Hem Brezilya futbolu hem de Zico'nun kendisi için büyük başarı.


Fakat gittiği yol hayli zor. 5 büyük ligden sonra Avrupa'nın en hatırı sayılır ve Avrupa kupalarında en çok sayıda temsil edilen 3 büyük Doğu Avrupa liginin en köklü kulüplerine, belki de en zorlu dönemlerinde teknik adamlık yaparak kendini hazırlıyor Zico.


Fenerbahçe'yi devraldığında kulübün tarihindeki en büyük sportif ve psikolojik yıkımın yaralarını sarmanın yanı sıra 100. yılında başarıyı şart koşan, normalin çok daha üzerinde baskı ve sabırsızlığın hüküm sürdüğü bir ortamın içinde bulmuştu kendini Zico. Başlangıç için dönülmesi en zor virajlardan biri kuşkusuz. Buradan kendini satabilecek bir kariyer oluşturmayı başardı. Hem de Fenerbahçe tarihinin en büyük Avrupa başarısını elde ederek.


Bu referans ile 2003 yılında UEFA Kupası ile zirve yapan ama artık eskimiş ve yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duyan CSKA Moskova'nın başına geçti. Ruslar 35 maç sonunda silik geçen lig macerasını gerekçe göstererek defterini dürdü Galinho'nun. Bir sistem ülkesinin yeni bir yapılanmada bu kadar aceleci olması garip. Sovyetler parçalanırken gidişatı köklü reformlarıyla tersine çevirmeye çalışan Gorbaçov'u günah keçisi seçmişti. Zico da CSKA Moskova'nın Gorbaçov'u oldu bir nebze. Yine de bu süreçte, dağılan bir takımla Moskova kariyerine 2 kupa ekledi. Yarıda kalan işini de Juande Ramos'a emanet etti. Ramos'un gelir gelmez aldığı 3 gollü Khimki ve Dinamo Moskova galibiyetlerini Türkiye'de fırsat bilenler, Zico'nun bu takımları deplasmanda 3-0 ve 2-1 yendiğini hatırlamalılar.


Zico için yeni durak artık Yunanistan. Olympiakos'u devraldığı zaman da kulüp son 10 senede hiç olmadığı kadar diken üzerindeydi. Ketsbaia yönetiminde sezonun başında lige havlu atmak üzerelerdi. Önündeki fisktürde de Panathinaikos'tan sonra ligin en zorlu iki deplasmanını gösteriyordu. PAOK ve AEK. Şampiyonlar Ligi'nde de gardı düşmüş takımlara acımayan Arsenal'e konuk olacaklardı. Arsenal'e 2-0 kaybetti Olympiakos ama ligdeki iki deplasmandan 2-1'lik galibiyetlerle çıkıp YSL'ye tutunmayı başardılar.


Zico'nun Olympiakos için uygun gördüğü diziliş 4-3-3. Predrag Djordjevic ve Leto'dan sonra sol açık pozisyonunu dolduramamışlardı. Ketsbaia yokluktan Derbyshire'ı bile denemişti orada. Zico orijini bek olan Leonardo'yu çekti sol açığa. Aslında bir ortasaha oyuncusu olan İspanyol Oscar'ı da rotasyonda değerlendiriyor. Pozisyonu değişen oyuncular bunlarla sınırlı değil. Torosidis'in topa yatkınlığını anlamış olacak, stoper yerine sol iç oynatıyor. Biraz Daum/Denizli vari gözükse de bu değişiklikler, Zico şimdilik bu oyunculardan maksimum verim alıyor. Örneğin Torosidis toplam 2 gol 1 asist ile oynadı PAOK ve AEK maçlarında. Mevki bazlı olmasa bile performans olarak en büyük değişiklik ise forvette. Brezilya'dan büyük paralar ve umutlarla alınan ama geçen sezon fena çuvallayan Diogo yeniden doğdu Zico ile. Daha motive ve daha canlı oynuyor. Ligdeki son 3 maçında da 2 gol attı.


Takımdaki bu performans artışı kadronun en büyük uluslararası starları Enzo Maresca, Matt Derbyshire ve Luciano Galletti sakatken daha da anlamlı. Olympiakos'un oyunu bu oyuncular döndüğünde daha iyileşecek, çehresi değişecek ama değişmeyecek olan bir başkan var.

Socratis Kokkalis'in ligde şampiyon olunan son 12 senedeki 13. teknik direktörü oldu Zico. Aynı dönemde Lemonis ve Bajevic'in 2'şer kez teknik direktör olduğunu düşünürsek Zico bir nevi 15. deneme. Dürüst olmak gerekirse Socratis Kokkalis için Aziz Yıldırım klonu demek çok da yanlış değil. Tek bir fark var, o da hedefler. Aziz Yıldırım için lig ne kadar önemliyse Kokkalis için Avrupa o kadar önemli. Bazılarına açıklama getirmek zor ama bu hoca değişikliklerin çoğunun sebebi Avrupa'da geçilemeyen turlar. Taraftarın hem oyun hem performans olarak memnun olduğu Ernesto Valverde'yi Avrupa kupalarını kastederek "
yeni hedeflerin peşinde koşmaktansa cebini doldurmanın peşindeydi" mazaretiyle kovmuş bir adamdır Kokkalis. Ayrıca "başka nerede duble yapabilecek ki, onu Anorthosis maçlarından sonra kovmalıydım" diyebilecek kadar da nezaketten uzak bir profil çizer.

Zico'nun böyle bir kültürdeki en büyük şansı bu türden Avrupa takıntısını Fenerbahçe'nin başındayken aşabilmiş olması ve taraftarın bu teknik adam kıyımından rahatsız oluşu. Garanti değil ama , kendi saygınlığını da hesaba katarsak, bu tavır belki Kokkalis'in öğütme süresini biraz öteleyebilir. Ötelesin de. Zico'yu Avrupa'da teknik direktör olarak takip etmenin zamanı geldi de geçiyor. Japonya - İstanbul - Moskova - Pire hattı Zico'nun İpek Yolu olsun.

Etiketler:

Lady B



Del Piero, Albertini, Zenga, Di Livio, Benarrivo, Lucarelli gibi İtalya futbolunun akışını değiştiren birçok ünlü futbolcu; Nereo Rocco ve Kurt Hamrin gibi futbolun gelişimine önayak olmuş teknik adamın ortak noktasıdır Padova. Ne acıdır ki Serie A'da 1994 yılından beri yoklar. Lady B lakabıyla anılan Barbara Carron bu kulübün asbaşkanı. Geçen sene Serie C'den Serie B'ye yükselirsek striptiz yapacağım demişti. Yapmadı. Ahmet Çakar sözünü tutmadığında kayıp değil kazanç söz konusuydu; ama Lady B için durum farklı. Fotoğraftaki abladır kendisi. Kulüp bu sene Serie A için iddialı, baskılar da gittikçe artıyor. Güzel olduğumu göstermek zorunda değilim diye dümen kırmak olmaz. Sabrina Ferrelli'yi örnek alsın, sözünü tutsun. Padova en az Roma kadar güzide bir camiadır. Yüzlerini kara çıkarmasın.

Etiketler:

Bundesliga'da Şampiyonluk



Avrupa'nın 5 büyük liginden İspanya, İtalya, Fransa ligleri bu sene yine iki kutuplu. Türkiye çoktan Fenerbahçe ve Galatasaray'ın kadrolarına teslim olmuş durumda. Şampiyonluk aktörünün bol olduğu iki lig var sadece. EPL ve Bundesliga. EPL'de finişe ulaşacak takımların ismi belirli ama Bundesliga'nın geçen sene ki belirsizliği devam ediyor. Kısa kısa geçelim.


Bayern Münih ve Louis Van Gaal 4-3-3 ve 4-4-2 arasında kaldı. Haladizilişini ve rotasyonunu oturtabilmiş değil Van Gaal. Lige geçen sene olduğu gibi kötü başladılar ama kadro ligin üzerinde bir kadro. Bu güçle bile yarışın içinde kalırlar. Geçen senenin şampiyonu Wolfsburg'un hücum üçlüsü Misimovic - Grafite ve Dzeko formlarını sürdürüyorlar. Bu sene bu üçlüyü rahatlatacak Ziani, Martins ve Kahlenberg transferleri de var ama maçın sonucunu savunmalarının performansı belirliyor. Armin Veh tercihinin dolaylı sonucudur bu. 8 haftada 16 gol atıp 15 gol yiyen bir takım şu an Wolfsburg, hücum için yaptıkları takviyeyi biraz da savunmaya düşünseler şampiyonlukta yine başrolü alabilirler derdim ama bu savunmayla sezon sonunu görebileceğine inanmıyorum Veh'in ve Wolfsburg'un. Yine de hala potadalar.


Hoffenheim ise Ibiseviç'in dönüşü ve Carlos Eduardo'nun önderliğinde müthiş girdi lige. Demba Ba ve Obasi ile tempo ve güç ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Geçen sene yaşadıkları savunma zaaflarını Simunic ile kapatmışa benziyorlar. Bu sezon Brezilya'dan transfer edilen Maicosuel ortasahanın her yerinde oynayabilecek türden bir oyuncudur. Diğer parçalar geçen sene ile aynı. Carlos Eduardo fiziksel ve mental olarak fazla iniş çıkış göstermezse bu sene yarışın daimi partneri olmalarını bekliyorum. En azından umuyorum. Bu mütevazı ama profesyonel planlamanın ve seyri güzel futbolun hiç değilse bir Avrupa kupası vizesi alması gerek.

Geçen senenin mucize teknik adamı Felix Magath'ı alarak yola çıkan ve umutlanan Schalke finansal krizlerle uğraşıyor. İstenilen transferler yapılamasa ve devre arasında Rafinha'nın satılma ihtimali olmasına karşın Magath'ın kararlılığı ve motivatörlüğünü yabana atmamak lazım. Dzeko ve Grafite'den iki Avrupa starı yaratmıştı, Schalke'de bu oyuncu Holtby veya Marovek olabilir, ya da devre arasında alınacak ucuz bir oyuncu. Ligde üçüncüler. Schalke'nin peşinden gelen takım Werder Bremen ağır bir istikrar kaosunun içinde. Ne yapabileceklerini kestirmek güç. Hertha ise Voronin'in gidişini doldurabilmiş gözükmüyor. Bu sene küme düşmemeye oynuyorlar. Dortmund'un 100.yılının coşkusuna imrenmemek elde değil ama iddialı olmaktan uzaklar.


Bu tablo bir takımın elini hayli güçlendiriyor. Hamburg'un. Takımın başında bu sezon Bruno Labbadia var. Geçen seneye kadar ismini duymadığım bir teknik direktördü. Skibbe'nin ardından Leverkusen'in başına geçtiğinde öğrendik. İsmi kadar teknik adamlığı da güzel bu İtalyan asıllı Alman'ın. Geçen sene Leverkusen ile bilhassa deplasmanlarda parlamıştı ama yine de Hamburg ile böyle bir çıkış beklemiyordum. Trochowski - Elia - Ze Roberto - Petric ve Guerrero ile yaratılan hücum zenginliğini izlemek keyifli. Bilhassa Elia her hafta daha da olgunlaşıyor, daha bir başka oynuyor. Bu form sürerse, ki Leverkusen'e göre elleri daha güçlü, gidişat şampiyonun kuzeyden çıkabileceği hevesimi her hafta daha da güçlendiriyor.Alles Bundesliga !

Etiketler: