13 Eylül 2008 Cumartesi

Yürüye Yürüye



Aziz Yıldırım Cuma günü ikinci kez yürüye yürüye şampiyon olacağını iddaa etti bu kadronun. Oyuncular da başkanlarına inanmışlar ve ısrarla deniyorlar. Hikayenin sonunda, senelerdir her hafta canlı yayınlanan Serie A'da Juventus'un kimsenin bilmediği oyuncusu Appiah'ı bilecek kadar futbol profesörü olan ama bu kadronun dar olduğunu anlamayan, Aziz Yıldırım Aragones'ten yeni bir Hiddink yaratır. Aragones bugünkü oyuncu değişiklikleriyle zaten o yolda ilerlemekte sorun çekmeyeceğini gösterdi. Tek sorun bu durumda Aydınspor'un kim olacağı. Dereağzı'nda kovalanan oyuncular mı ? Benim adaylarım taraftarına çıkarken küfreden Uğur Boral, Mavi İstiridye barına yakışacak danslarıyla duble Kazım ve Karate Kid Can.

Etiketler: ,

11 Eylül 2008 Perşembe

Slaven Bilic & Harley Davidson

Etiketler:

Vinovo vs. Dereağzı



Juventus'tan devam edelim. Moggi sonrası değişen sadece transferler değil. Kabuklarını kırıyor Torino ekibi. Taraftarlarına pek bağlı olmayan, Delle Alpi'nin bomboş koltuklarını dahi pek umursamayan bir kulüptür aslında Juventus. Hatta 2003 - 2004 sezonunda antrenman tesislerini de şehir dışına çıkarmış ve taraftarın negatif etkisi bahane edilerek seyirciye kapanmıştı Vinovo. Bu yasağın 2009'dan itibaren kalkacağını ve tesislere 400 kişilik bir tribün yapılacağını yazmış La Stampa. Ben bunun Başkan Gigli'nin transfer karavana rekortmeni Secco'ya sopa çektirmek için alınmış bir karar olduğundan ciddi ciddi şüpheleniyorum. Fenerbahçe'nin maraton tribünü emektarlarına akıl danışabilir bu bağlamda. Çivili sopalar, tükürükler, jandarmaya rağmen futbolcu kovalamalar. Her türlü tecrübeye sahipler.

Etiketler:

Juventus Sistemi

İtalya'da 1994-95 sezonuna girilirken Juventus 8 sezondur şampiyon olamıyor, 4 sezondur İtalya Kupası kazanamıyor ve 10 senedir de Şampiyonlar Ligi'nde varlık gösteremiyordu. Tam da o sezon başında Juventus'un finansörü Fiat'ın sahibi Agnelli'nin bir kararıyla Juventus'un talihi tamamen değişecekti. Kulübe CEO olarak atanan Antonio Giraudo ile genel menajer olarak atanan Luciano Moggi ikilisi bir döneme damga vurur. Postun fotoğraflarında sorulan "Dünya'nın en güzel oyununun ne kadar çirkinleştirilebileceğinin" cevabı yıllar sonra yine bu adamlar tarafından verilir ve Juventus'ta saha dışındaki lobi sistemi ve yapılanması saha içerisindekinin önüne geçer belki ama esas konumuz bu değil. Moggi'nin telefonlarının gölgesinde kalan futbol işleri.



Giraudo ve Moggi 94-95 sezonunda takımın başına Lippi'yi getirir. Moggi ve Lippi'nin o seneki icraatları Ciro Ferrara, Didier Deschamps, Tacchinardi transferleri ile bir sezon önce alınan genç Del Piero'ya forma vermek olur. Postun başında belirttiğim kazanılamayanlardan Lig ve Kupa kazanılır. Milan hakimiyeti sarsılır. Ertesi sezon kadroya katılan Carrera, Lombardo, Jugovic, Padovano ve ezeli rakipten alınan Pessotto ile Hamburg zaferinden sonra askıya alınan Şampiyonlar Ligi, Süper Kupa ve Kıtalararası Kupa da kazanılır. Mutlak bir hakimiyet.



Bu oyuncuların transferinin ve 2 sezonda alınan başarıların geçici olmadığı sonraki 7 sezonda da görülür. Zidane, Iuliano, Montero, Birindelli, Inzaghi, Edgar Davids, Tudor, Zambrotta, Van Der Sar, Trezeguet, Buffon, Nedved, Thuram, Camoranesi, Cannavaro, Zlatan Ibrahimovic gibi nokta transferlerle oluşturulan takımlarla, Lippi ve Capello önderliğinde sonradan ikisi geri alınsa da 6 Serie A ve 4 İtalya Süper Kupası alınır. 2 de Şampiyonlar Ligi finali oynanır. Bu 1976-86 yılları arasında Giovanni Trapattoni teknik adamlığında yakalanan başarılardan sonraki Juve'nin en başarılı olduğu dönemdir. O dönemin oyun lideri Bettega'nın bu son döneme de yönetici yetenekleriyle katkıda bulunmasını da ayrı bir not olarak düşelim.

Peki şimdi ki başarısızlık neyin nesi ? Gelenekleri bu kadar güçlü olan bir kulüp nasıl oluyor da Calciopoli'den sonra sürekli karavana atıyor ? Payı muhakkak var ama bunu sadece Giraudo ve Moggi'nin telefon görüşmelerinin sonunun gelmesine bağlamak Fenerbahçe'nin bütün başarısızlıklarını sürekli Ulusoy'a yıkmasından farksız. Juve'nin en büyük sorunu şu an tepedeki kişilerin futbola uzak olmasından kaynaklanıyor. Eskiden Boniparti gibi oyunculuktan gelme Başkanları ve yöneticileri olan Juventus'un şuan ki başkanı Gigli bir işletmeci. Üstelik Chiusano gibi Agnelli ailesinin yanında büyümüş, kulübün seneler boyunca yönetim kadrosunda kalmış da değil. Genel menajer, yani Moggi'nin mevkidaşı, Jean-Claude Blanc bir Fransız ve Fransa'da futbol hariç ralliden tutun, tenise kadar ne spor varsa onların organizasyonuyla uğraşmış bir yönetici. Direktör Montali bir voleybol efsanesi. Sportif komitedeki bir diğer direktör Montanaro ise bir hukuçu. Şekip Mosturoğlu muadili. Hal böyleyken bütün futbol organizasyonu kala kala 38 yaşındaki toy futbol direktörü Alessio Secco'ya kalıyor. Onun da babası Sergio Secco'nun efsane başkan Boniparti'nin en iyi yardımcısı olması dışında futbolla ya da Juventus ile organik bir bağı yok. Bu görevden önce de basın sözcüsüydü zaten. Dolayısıyla bu ekibin Ibrahimovic'i 24 milyona ezeli rakiplerden Inter'e, Mutu'yu 3 kuruşa yine rakiplerden Fiorentina'ya satması şaşırtmıyor kimseyi. Tiago, Sergio Almiron, Sissokko, Poulsen, Mellberg, Salihamidzic, Knezevic gibi transferlerin kalibresi ise eskiye göre hayli sönük kalıyor. Ranieri de Lippi - Capello ayarında olmadığından hala Nedved ve Del Piero'ya bakıyor koca takım. Bu sezon Amauri bu gidişatı değiştirmeye yetecek mi göreceğiz.

Etiketler:

10 Eylül 2008 Çarşamba

Bitmeyen Kakofoni



Avrupalı zaten hiç becerememişti Türkiye'nin oynadığı oyunu futbolla açıklamayı. Mental olgunluk, cesaret vs... ile debelenip durdular. Her ne kadar Mehmet Demirkol'un kaos tabiri aklıma büyük ölçüde yatsa da ben de kıvranıyordum esasen. Birşeyler güdük kalıyordu kaosta. Mesela uyum. O yüzden başka bir şey lazımdı. Benim denemem eskilerin tenafür bizim akranların kakofoni olacak. Bu bize Euro 2008'de yarı final getirmişti aslında; ama bu maçta 3 puan getiremedi. Birinci sebebi haddinden fazla uyumsuz olmaktı. Volkan - Servet - Zan evliliği doğuştan sakat zaten. Emre - Topal, Çağlar - Arda, Gökhan - Kazım/Mevlüt, Semih - Halil uyumsuzluğu da aynı potada birleşince ile bir organizasyon üretmek çok zor oluyor haliyle. Mesela bu maçta bu oyunun en büyük karakteri olan presi dahi beceremedik. Top kaptık belki ama genelde oyuncuların bireysel enerjileri ve hırslarıyla. Hücum ise tatlı bir hayalden öteye geçemiyor tabi. Buna bir de Belçika'nın monotonluğu, Saraçoğlu'nun o kendisinden gelen garip gerginliği de eklenince çirkin birşey izledik. Futbol değil. Oysa bu uyumsuzluğu çekip çevirecek bir aklı sahada yaratabilseydik çok farklı olabilirdi herşey. Hamit ile başarmıştık bunu Temmuz'da. Yıldıray ya da Nuri de Belçika özelinde işimizi görebilirdi belki ama başka bahara artık. Saraçoğlu da uğursuzluğuna bir beraberlik ve bir sakatlık ile 2 halka daha ekledi. Zor görür artık Milli Maç filan. Eskiden uğurlu diye İzmir'e koşardı Milli Takım, şimdi uğursuz diye Saraçoğlu'ndan kaçılacak. Ben de keşke televizyon başından kaçsaydım. Yanarım yanarım aylardır başucumda bekleyen Twinpeaks'in son birkaç bölümünü izlemediğime yanarım. Ha bu arada Türk kaleci yasaklansın.

Etiketler: , ,

9 Eylül 2008 Salı

Gol Sevinçleri

Güiza'nın gollerinden önce gollerden sonra verdiği okçu selamının namı geldi Türkiye'ye. İşbu sebepten hatırlayalım dedim gol sevinçlerini. Kim nasıl sevinirdi, ne ilginçlikler yapardı ? Aklıma ilk gelen Tomas Brolin. Havaya sıçrayıp bir yumruğunu sıkıp kaldırarak bir buz patencisi gibi ikili burgu yapardı. Kronik diz sakatlığının sebeplerinden birisi bu sevinç olabilir.




Buna yakın bir kutlama şekli de Pele ile Pato'dan hatırlayabiliriz. Soco No Ar diyor sambacılar. Brolin'den farkları burgu atmak yerine havada adımlamaları. Batistuta Fiorentina yıllarında köşe gönderi ile dans ederek kutlardı gollerini. Raul yüzüğünü öper hep. Bebeto'nun 94 Dünya Kupası'ndaki beşik sevinci klasikleşti, daha sonra Totti parmak emerek biraz daha renklendirdi bunu. Kaka ve şürekasının gol sonrası iki ellerini havaya açarak İsa'ya ulaşmaları, Hugo Sanchez'in parende ve taklaları, Shearer'ın elini kaldırarak koşması, Robbie Keane'in taramalı tüfek sevinci, Ravanelli'nin formayı kafasına geçirerek koşması, Klinsmann'ın Tottenham günlerinde kendini gollerden sonra yüzüstü çimlere bırakması, Real Madrid'in Brezilyalıların hamamböceği ve Peter Crouch'un robot dansı aklıma gelen diğer sevinçler.






Ülke içerisinde klasikleşmiş gol sevinci denince aklıma ilk gelen Bursalıların timsah yürüyüşü. Diğer aklıma gelenler daha yaratıcı olduklarından mıdır bilinmez, genelde Fenerbahçe orijinli. Gerson ve Tanju'nun eğilerek birbirlerinin topuklarına değmesi, Revivo'nun taklası, Tuncay'ın sus işareti, Deivid ve Roberto Carlos'un başını çektiği yengeç dansı, Bülent Uygun'un asker selamı. Tabi Nihat'ın sahaya sol dirseği üzerini destek alıp sağ işaret parmağını kaldırarak poz vermesi, Hami'nin sanırım 4'lük Lyon maçında başlattığı horonu ve Tümer ile İlhan'ın beraber sevinçleri de var. Daha hatırlanacak çok sevinç vardır ama bu sevinç gösterileri bu oyuncular tarafından neredeyse her gol sonrası yapılıyordu. Yoksa De Nigris'in maskesinden girer, Colin Kazım'ın Mavi İstiridye barına yakışacak dansından çıkarız. Sayfalar yetmez. Unuttuklarım varsa, ki vardır, yorumlara alalım.

Etiketler:

Diego Capel



Geçen senenin en flaş solağını sorsak epeyce bir Diego Capel cevabı verilir sanırım. Yerden pek kalkmıyor ama hızı ve o hızı kontrol edebilme yeteneği sayesinde aranılan adam oluyor. Bana kalırsa en büyük özelliği bu. Rıdvan Dilmen'in sağlam halini andırıyor bu sebepten. Peki sadece bu yüzden alınmaya değer mi Capel ? Benim cevabım, eğer bahsi geçen paralarsa değeri, hayır olur. En büyük sebebi çabukluğu ve kıvraklığına rağmen topu bir türlü bırakmaması. Eskiden böyle oyunculara ayrı bir top ve saha verilmesi gerektiği söylenirdi. Capel de onca yeteneğine ve gençliğine rağmen o kendine ait bir topu olması gerekenlerden. İspanya'nın Bosna Hersek maçını izleyenler daha iyi anlarlar ne demek istediğimi. Aragones'in Euro 2008'de hayran bıraktıran tek dokunuş takımı mirasını bir seferde heder etti Capel. Bizim klişemizle daha pişmesi lazım Barcelona yollarını aşındırması için. Del Bosque'nin de Silva'nın yokluğunda başka bir alternatif bulması...

Etiketler:

Ortasahan Kadar Konuş



Tiago ve Almiron'dan yedikleri kazığa rağmen Juventus 2 sezondur ortasahasına oyuncu arıyor. Sissokko ve Poulsen'i aldılar. Xabi Alonso, Van Der Vaart gibi sonuç alınamayan girişimler de cabası. Milan elinde Gattuso, Pirlo, Seedorf, Ambrosini, Emerson, Kaka olmasına rağmen Flamini ve Ronaldinho'yu aldı. Mourinho'nun ilk icraatı Lampard'ı getirmek olacaktı, Chelsea dişli çıkınca Muntari'de karar kıldı. Son dakikada da Quaresma'yı kaptılar. Scolari de ilk iş olarak Essien, Ballack, Lampard, Joe Cole, Malouda, Obi Mikel olduğu halde Deco'yu transfer etti. Arsene Wenger parasını Samir Nasri'ye yatırdı. Yetmedi Bischoff ve Ramsey'i aldı. Liverpool Mascherano'nun bonservisini aldı, yetmedi üstüne bir de Riera'yı transfer etti. Alex Ferguson 1 sene önce Hargreaves, Anderson ve Nani'ye 70 milyonun üzerinde para bağlamıştı. Barcelona'nın kayıpları vardı gerçi ama yine de Xavi ve Iniesta önderliğindeki imrenilen o muazzam ortasahalarına Hleb ve Keita'yı eklediler. Real Madrid Van der Vaart ve De La Red'i transfer etti. Lyon kimseyi kaybetmedi ortasahasından ama Ederson, Pjanic, Makoun'uüa harcadı parasını. Aklıma gelen üst düzey takımlardaki transferlerin çoğu ortasaha oyuncusu. İsmi geçip de transfer olmayanlar da var Arshavin gibi. Ya da elinde Arshavin olmasına rağmen 30 milyon verip Danny'yi alanlar da. Fenerbahçe'nin son 3 transferi Maldonado, Emre, Burak, Josico. Oyunun ekseni Euro 2008 sonrası iyice ortasahaya kaymış durumda. Üst düzey maçlarda ortalama 1000 pas yapılıyor neredeyse ve bunu en isabetli ve verimli yapacak isimlere koşuyor herkes. Santrfor mu ? Artık o kadar önemli değiller. Sonu 0 olan dizilişlerden belliydi aslında. Zira Chelsea, Arsenal, Barcelona, Inter ve Real Madrid santfror almadılar. Üstelik yeterli rotasyona sahip olmamalarına rağmen. Ortasahan kadar konuşuyorsun artık çünkü.

Etiketler:

8 Eylül 2008 Pazartesi

Bir Hollandalı'dan Terim'e Atfen



Fatih Terim'in teknik adam basiretsizliklerinde hep yanında olan futbol talihine dair verilecek onlarca anektod bulabilirim. Oyuncu seçimlerindeki adaletsizliklerinden tutun demeçlerine kadar sevimsiz bir sürü şey yazabilirim, postun fotoğrafındaki mimikler dahi yeterli bir sebep mesela. Yani zor zanaattir Terim'i sevmek, hatta kimileri için mesleki saygı duymak bile. Bunda bizzat Terim'in yadsınamaz katkısı muhakkak ve elbette herkesin sevgilisi olmak sadece masallara has. Benim için de pek farklı değil durum. Oysa bir Hollandalı'nın, Cruyff''un Barca'da ipi çekilmeden birkaç ay önce İngiltere Milli Takımı'nın başına geçmeyi isteyip istemediği sorusu üzerine söyledikleri en azından mesleki saygı konusunda birşeyleri değiştirebilir. Yaptığı işin o kadar da kolay olmadığını, herkesin yapamayacağını anlatabilir. En azından aslanım, koçum, yiğidim efsaneleri diner belki ve Newcastle United söylentileri üzerinden Terim'in duyduğu özlemi açıklayabilir.

Van Dorp: İngiltere Milli Takımı'nın başına geçmek ister miydiniz ?
J. Cruyff : İngiltere mi ? Hiçbir milli takımın başına geçmek istemem. Buna uygun değilim.
Van Dorp: Neden ?
J.Cruyff : Çünkü oyuncularla günlük ilişkiler kurmam gerek. Ve bunu 3 ya da 4 haftda bir yapmam mümkün değil. Ya da ne zaman fırsat bulursanız. Oyuncuları izlemem, onları davet etmem ve bunun gibi şeyler yapmam gerek. Bana göre değil...

Etiketler: ,

Transfer Ne Zaman Yapılır ?


İstesek de futbolla ilgili birşeyler yapmak zordu Dubrovnik'te. Şehrin takımı 3. ligde sürünüyormuş. Ana sporu su polosu ve basketbol olan bir şehir için şaşırtıcı değil. Bayan nüfusunun ortalamasının 180 cm civarı olmasından ötürü basketbol oynanması da. Neyse, uzun uzun bildireceğiz zaten Dubrovnik hakkında bilahare. Futbola dönelim. Transferin son gününde yer yerinden oynamış. Alex Ferguson santrforuna kavuşmuş. Robinho Santos'a çektiği ayakların benzerini Real Madrid'e çekerek muradına ermiş. Şampiyonlar Ligi ve UEFA kuraları belli olmuş. Araplar İngiltere'de yeni bir oligark olma yolunda uçaradım ilerlemiş. Skibbe yuhalanmış Sami Yen'de. Cruyff da 1996 da yuhalanmıştı Camp Nou'da dert değil. Domenech Fransa'ya kaybettirmeye devam ediyor, Lippi 4 ayak üzerinde başladı. Aydın Doğan ile Tayyip Erdoğan öküzü öldürüp ortaklığı bitirdiler. Bunlar uzun uzun yorumlanmıştır. Oysa bu arada Platini ince ince çalışmaya devam ediyor. Transfer dönemini kısaltma derdinde. Transfer Eylül'e kalmayacak eğer Platini dediklerini UEFA'da kabul ettirebilirse. 2 ayda bitirilecek. Neden önemli peki bu ? Fenerbahçe üzerinden anlatalım. Geçmiş zaman odur ki, Fenerbahçe kendisine gol atan futbolcuyu derhal transfer ederdi. Artık edemeyecek, en azından sezon başında çünkü ligler başladığında transfer dönemi kapanmış olacak. Oyuncular en azından devre arasına kadar sezona başladıkları takımlarda devam edecekler. Ve yine ligler başladığında Fenerbahçeliler kabız ve helak olmayacak Adriano, Eto'o filan beklemekten. Ellerinde ne var ne yok görebilecekler. Hayırlar ola...

Etiketler:

Çalışmak


Güzel birşey olsa üstüne para vermezler...