14 Haziran 2008 Cumartesi

Ceza



Hiç adetim değildir bahis oynamak ama bu maça 0-0 bahis oynamıştım. Sebebi iki üç puanı olan takım için üst tur anlamında birer puana hayır demeyecek olması ve özellikle İsveç'in savunma anlayışı yüzünden maçın kilitleneceğiydi. Torres'in gol arzusunu ve öyle bir topa hamle yapacak kadar gözü kararttığını hesap edemedik. İsveç'in çabuk cevabıyla oyun 0-0 olmasa da küçük bir yanılma payıyla 1-1 olarak neticelenecek gibi duruyordu, lakin İsveç savunmasının maç bitti havası onlara pahalıya patladı. Cezayı kesti MaraVILLA. Hem İsveç savunmasına, hem de antifutbol konusunda Yunanistan'dan farkı olmayan Lagerback'a. Rusya umarım İsveç'e ikinci tokadı da vurur, Yunanistan'dan sonra ikinci anti futbol temsilcisi de turnuvaya veda eder.

Etiketler: ,

Davide Petrucci



Bizde PAF, İtalyanlarda Primavera olan ligin en değerlilerinden biri olmuş bu sezon Davide Petrucci. Roma formasıyla 17 maçta 14 gol atmış, İtalya 17 Yaş Altı Milli Takımının gediklisi olmuş. Alex Ferguson'un da kıskacından kaçmamış tabi. Ferguson önce baba Petrucci'yi bağlamış. Manchester United kulübünde bahçıvan olarak işe almış. Oğul Petrucci'de Roma'nın kontrat konusundaki katı tutumuyla karşılaşınca yuvadan uçmakta tereddüt etmemiş. Cristiano Ronaldo'ya da hayranmış ayrıca.

Roma taraftarı çok kızgın bu transfere, zira bir iki seneye transfer edilemez seviyesine ulaşacak oyuncunun Old Trafford yolculuğunun bedeli sadece 200,000 £ tutarındaki yetiştirme bedeli. Ortalıkta dolaşan transfer söylentileri ve transfer ücretlerini düşününce kaynıyor arada, ama 2 sene sonra bu mesajı yeniden okuruz gibime geliyor.

Etiketler: ,

Ferguson'un Kabusu



Alex Ferguson'un başı 1 senedir Cristiano Ronaldo'yu Real Madrid'e getirme kampanyasıyla hayli dertteydi. Özellikle Marca gazetesinin manipülasyonlarına karşı demediğini bırakmıyordu ki ufukta daha ciddi bir bela var. Cristiano Ronaldo'nun Scolari'yi çok sevdiği herkesçe biliniyor. Sir Alex Ferguson da bu sebeple, Scolari'nin yeni sezonda Chelsea'da olacağından ötürü ciddi ciddi en büyük silahının Londra'ya gitmesinden korkuyor. Hatta bu korku öyle bir hal almış ki, Ronaldo'nun Real Madrid'e gitmesini tercih edeceğini dahi söylüyor. Terry Venables'in yalancısıyım.

Etiketler:

Premier Lig'de Var Olmak



Geçen sezon Birmingham'ın küme düşeceği aslında kulübün en büyük hissedarı olan Gold biraderlerin hisselerini satacağı zaman anlaşılmıştı. Sadece güçlü bir sermayeyi kaybetmemişler aynı zamanda kulüpteki karar mekanizmasında da büyük sorunlar yaşanmıştı.

Ligin yeni ve son zamanların asansör takımı West Bromwich Albion da tekrar düşmemek ya da başka bir deyişler Birmingham'ın kaderine ortak olmamak için güçlü bir sermayedar arıyorlar. Başkan Jeremy Peace de 31 Temmuz'a kadar yatırımcılarla görüşmeye açık olduğunu belirtmiş. Artık kovulmak bir yana davet ediliyorlar, taraftarlar da buna ayak uydurmuş vaziyette. Mutlu olmak peşindeler onlar da.

Etiketler:

13 Haziran 2008 Cuma

Ölüm Grubuna Turuncu Yaşam Öpücüğü



Euro 2004'de ikişer ikişer istif edilmişlerdi, Euro 2008'de üçünü bir odaya koydular. Öldürün birbirinizi dediler. Öldürürken de yaşam belirtisi gösterip rekabet ve kalite sergileyecekler; izleyenler de adrenalin ve huşu içinde bulacaklardı kendilerini. Oysa ölüm grubuna yaşam öpücüğü veren tek takım turuncular. Diğerleri cesetten farksız anca eskrim heyecanı veriyorlar.



Domenech Romanya karşısında dahi hücum edemeyen takıma çare olarak Henry, Govou ve Evra'yı sahayı sürmüş. Ribery ise Henry'nin yanında bulmuş kendini. Maolouda ve Govou da ortasaha gibi de değil de forvet gibi oynuyordu. 1958 ve 1970 Dünya Şampiyonu Brezilya gibi sahada 4-2-4 gibi gözüküyorlardı bir nevi.

Lakin Brezilya akıcılığından eser yoktu mavilerde. Futbolun o yıllardaki karakterinden çok uzak olması bir yana; Domenech de bu forveti organize edecek ortasaha ikilisindeki tercihini yine Toulalan ve Makalele gibi iki savunma yönü güçlü isimden kullanınca ortaya koca bir hiç çıktı. Ne savunma ne hücum ne de pres. Koca bir hiç.



Hollanda elbette bu hiç karşısında, beşli ve kompakt ortasahası sayesinde çok çabuk sazı eline aldı. Pas yapa yapa bayılttılar Fransızları. Bir kornerde de golü bulunca iyiden iyiye oyunu domine etmeye başladılar. Fransa ise sadece Engelaar'ın arada sırada sunduğu ikramlardan medet umdu.

İkinci devre ise Engelaar - Robben ve Kuyt - Van Persie değişiklikleri ile vurkaça döndü Van Basten. Van Persie'nin golüyle sonuçlanan atak bunun nasıl yapılacağına dair kısa bir film gibiydi. Fransa ise Gomis ile oyunu biraz rakip yarı sahada oynamayı denedi, Henry'nin ofsayt golüyle umutlandılar da. Ama Robben kendinin dahi şaştığı o golle, Fransızlara beyin ölümünü yaşattı. Fişi çeken ise Sneijder oldu.



Artık Hollanda ve Van Basten rüştünü ispat etti. Şu an açık ara turnuvanın en formda takımı durumundalar. Fransa ise bütün bu kepazeliğe rağmen hala üst tura çıkabilir ve Domenech hala saygı görebilir. 2006 finalinin rövanşını alarak hem de. Şahsi fikrimse bir ölüm grubu klasiğiyle gruptan underdog takımın yani Romanya'nın üst tura çıkacağı.

Etiketler: ,

İtalya Kazanırsa



MTV'nin meşhur Total Request Live şovunun ilk yurtdışı ev sahibidir İtalya. Bu seneki programın sunucusu resimdeki afet Elena Santarelli. Canlı yayında bugünkü Romanya maçı için "İtalya kazansın soyunacağım" dedi. Belki köşe yazılarına malzeme olmadı ama İtalyan halkı Türklerin Ahmet Çakar'ı konuştuğundan fazla konuşuyor onu. Eh vücut farkı var, olsun o kadar.

Program 17 Haziran'da Bari'den canlı yapılacak bu arada. Meraklısına...

Etiketler: , ,

26 Yıl Sonra İlahi Adalet



Almanlar dinamizmine birazcık teknik ekleyen bir takımla karşılaşınca bütün defolarını gördük. Lehmann tercihinden vazgeçmesi lazım Löw'ün. Santrfor Gomez'i de daha aktif kullanması. Artık tek bir maç kaldı önlerinde pankarttaki rüyanın devam etmesi için. Ama karşılarında 1982 yılındaki kardeş Avusturya olmayacak. Allah'ın sopası varsa eğer Almanya'nın başına vurur. 26 senelik adalet için.

Etiketler: ,

12 Haziran 2008 Perşembe

Umut Galip Çıktı



İki mağluptan bir galip çıkacaktı diye düşünürken, tek galip çıkan umut oldu her iki takım adına da.

Avusturya ilk maçtakinden farklı olarak 50 sene öncesinin WW dizilişiyle, Saümel, Standfest ve Gercaliu’dan ibaret 3 oyuncusundan vazgeçmişti bu kez. Bu oyuncular yerine Garics, Leitgeb ve ilk maçın flaş ismi Ümit Korkmaz’ın oynadığı 4-4-2 dizilişine geçiş yapılmıştı.

Gerçi sol bek mevkiinde hiç yarı sahasını geçmeyen Pogatetz tercih edilse de, önünde hiç kendi yarısahasına gelmeyen Ümit Korkmaz ile nötrlenmişti bu durum.

Avusturya bütün bu seçimleriyle hücum yaparak ve bir an önce rakibine öldürücü darbeyi vurarak başlamak istemiş gibiydi. Yetenek açısından fakir olan, oyunu çevirmek için yedek oyuncu ve oyun opsiyonları olmayan bir ekip için doğru bir hamleydi bu.

Polonya da sanki buna imkan tanımak için sahaya çift santrfor, arkalarında ortasahayla hiç bağlantısı olmayan Guerreiro ile çıkmıştı maça. Buna birer ortasaha oyuncusu gibi oynaması gereken Krzynowek ve Dudka’nın da daha ziyade çizgide kalması ve Benhakker’in derinlikten uzak bir halde ileriye çıkan demode savunma anlayışı da eklenince; Avusturya eminim kendisinin de beklemediği kadar atak geliştirip daha maçın başında Harnik, Leitgeb ve Ivanschitz ile 4 inanılmaz gol pozisyonu yakaladı. Ancak kalede örümcekten farksız Boruc vardı. Doğrusu son yıllarda gördüğüm en etkileyici kaleci performansıydı.

Polonya cephesinde ise hücum anlamında pek bir plan yok gibiydi. Krzynowek, Guerreiro ve Smolarek’in bireysel becerisi ve Lewandowski’nin uzun menzilli şutlarıyla üretmeye çalışıyordu.

Lakin Avusturyalılar eski alışkanlıklarından pek kurtulmamış gibiydi. Savunmanın solunda oynaması gereken Pogatetz alışık olduğu üzre Stranzl’ın yanına kayıyor ve sol kanatta at koşturulacak bir boşluk oluşuyordu.

Polonya bu boşluğa iki kez sol kanattan atılan ters toplarla girdi ve iki net pozisyon yarattı. Birinde de yardımcı hakem Michael Mullarkey’in ofsayt katkısıyla öne geçtiler. Avusturya’nın gazı bu golle birlikte tamamen kaçtı. Duran toplar dışında hiç pozisyon üretemediler. Polonya ise maçı pas yaparak kontrol edip, Smolarek ve Krzynowek’in ani çıkılarıyla gol aradı.

Avusturya’nın gol için yaptığı Vastic ve Kienast hamleleri de tutmadı. Fakat tam maç bitecek derken, ekmek yediği ülkeye hıyanet etmek istememesinden midir bilinmez, Bak’ın bir işgüzarlığı ile büyük fırsatı tepti Polonya. Grup iyice arapsaçına döndü.

Son söz: Hırvatlar turu garantilemiş bile olsalar, bu boşlukları Avusturya kadar cömertçe harcamazlar.

Etiketler: , ,

Demir El



Franco döneminde geçer bu film. Real Madrid'in eski bir kalecisi kimliğini çaktırmadan biraz şov, biraz da para kazanmak için orman ve denizin buluştuğu küçük, şahane bir kasabaya gelir. Franco'nun o kasabadaki emir subayı onu tanır. Şov meydan savaşına dönüşür. Faşizme baş kaldıran Asilerle, Franco'nun askerlerinin arasında kalır bizim kaleci yani El Portero

En iyi yaptığı şeyi daha iyi yapmak zorundadır artık, üstelik sakat sakat.



Volkan Demirel kimsenin arasında kalmış değil. Çek maçı henüz penaltılara da kalmış değil, ama kiminle konuşuyorsam senaryosu penaltılar üzerine. Sevilla maçındaki konsantrasyonuna ihtiyacımız olabilir, ya da en azından iki maçtır soyisminin hakkını verircesine sergilediği performansa.

Etiketler: ,

Bir Futbol Masalı



Bu maçın yazısı diğerleri gibi olmaz, olmamalı da. Hava maçın ortasında su koyvermişti bir kere. Sonra biraz kan boşaldı. Türkiye sahadaki 3 Türk'e karşı oynuyordu üstelik. Basının istedikleri oynuyordu bizim tarafta, Arda Turan başta. Diziliş belki daha netti önceki maça göre ama oyunda değişen birşey yoktu. Sadece dizilmişlerdi. Üretim yerine panik vardı. Hamit gene sağ bek, ileride gene Nihat Kahveci tek başına, Nihat ile Tuncay gene topu paylaşamıyordu. Volkan yine kurtarıyordu ama bir yere kadar.

Eren Derdiyok getirdi, Hakan Yakın boş kaleye yuvarladı. Yeni bir Podolski hikayesine hazırlamıştık kendimizi.



Yağmurla birlikte nakavt için herşey hazırdı. Yine boş bir kale, Hakan Yakın ve top. O topun gelişine bilinçli bir şekilde dışarı vurmak istesen vuramazsın. Ama Hakan Yakın vurdu. Belki de bu şampiyonanın kontenjanı 1 Podolski'ydi.

Terim ise yağmur kadar net olan felaketi devre sonuna kadar izlemekte karar kıldı. Devrede Semih girdi, girer girmez başkalaştı Türkiye. Şükür'ün Almanya'da Juventus'a attığı golün benzerini attı süper yedek. Yağmur da dinmiş ve sahadaki şey yine futbola benzemeye başlamıştı üstelik. Bu sırada Aurelio ile golü teptik.

Aurelio kaçırdıktan 3 dakika sonra maçın ikinci kırılmaz anı geldi. Korner dönüşü 4'e 1 yakalandı ayyıldızlılar. İsviçre yine Türklerle geldi. Derdiyok getirdi, Hakan Yakın vurdu Volkan muazzam tokatladı. Devamında da Gökhan Inler'in ayaklarına kapandı. NBA "where amazing happens" diyor buna.



Sonrasına ise başka bir slogan lazım. "Where drama happens" en uygunu gibi. Dramanın baş aktörü ise Arda Turan. Old Trafford'daki Boliç gibi vurdu. David May'in yerinde Muller, Schmeichel'in yerinde Benaglio vardı.

Güzel bir hikaye. Tam bir futbol masalı ama fazlası değil. Sonunda uyanacağız. Zira Baros, Hakan Yakın kadar torpil geçmeyecektir.

Etiketler: , , ,

Madde 7.08



Maçla ilgili yazılacak çok şey var, maçın kaderini belirleyen de çok oyuncu var ama turnuvanın kaderine dair noktanın nasıl koyulacağını UEFA şöyle takdir etmiş. Madde 7.08 diyor ki;

"Aynı puana sahip, aynı sayıda gol atıp ve yiyen takımlar grubun son maçını aralarında oynuyorlarsa ve yine beraberlik varsa sonuç penaltılarla belirlenecektir".

Gazetecilerin en çok istediği son budur sanırım.

Etiketler: ,

Yağmurdan Doluya



Avram Grant'ın kişiliği gibi oyunu, sistemi, anlayışı açmadı Chelsea'yi. Zevk vermedi, renk vermedi ve yollar ayrıldı. Gelen ise Scolari. Benzer oyun, benzer sistem, benzer anlayış. Yine zevk vermeyecek ama saha kenarında epeyce bir renk olacak bu sefer. Mourinho'dan sonra kaybedilen heyecan en azından saha kenarında gelecektir. Gazeteciler için de keza.

Tabloid gazeteleri şimdiden Gene Hackman look-a-like çizimlerine başlamışlardır bile.

Etiketler:

11 Haziran 2008 Çarşamba

Deco Varsa Gerisi Kolay




Maç öncesinde Ujfalusi, daha önce hiç Cristiano Ronaldo'ya karşı oynamanın keyfini süremediği söyleyerek inceden meydan okumuş gibiydi sanki rakibine. Ronaldo'nun kulağına gitti mi bilinmez ama Portekiz'in en büyük silahı ilk devre kendini ispat etme peşinde gibiydi.

Tam 3 pozisyonda sağında ve solunda sıfıra inip gol girişiminde bulunabilecek arkadaşı varken; o Cech'i, Şampiyonlar Ligi finalinden sonra birkez daha, avlama hırsıyla sürekli 25 metreden topa vurdu. Türkiye, Rusya, Avusturya gibi turnuvanın savunma kalitesi düşük takımlarına karşı bu tip kişisel hırslar sergilenebilir elbette ama söz konusu Dünya'nın en iyi kalecisinin önünde Serie A'nın kalburüstü takımlarında oynayan oyunculardan oluşan bir savunma ise bu biraz lüks kaçıyor.



Brückner bununla da yetinen bir hoca değil ayrıca. O savunmanın önüne emniyet olarak her su kaçıran çatlağa ilk müdahaleyi yapmakla görevli Galasek'i koymuş ve onun önüne de oldukça dinamik ve Sionko dışında tamamen defansif bir dörtlü daha yerleştirmiş. Ve tedbiri abartıp daha ofansif denilebilecek Jarolim yerine Matejovsky'yi tercih etmiş. Portekiz'in Petit dışında tamamı hücumcu ortasahasına karşı işe yarayabilecek bir plan bu.

Fakat Rozenhal'in bir türlü dönmeyen beli sayesinde erken açık verdi. Çekler mecburen oyuna girdiler. Baros'un hareketliliği ve iştahı ile İsviçre maçına göre de çok daha başarılı hücum girişimlerinde bulundular ve bu baskıdan Jankulovski, Polak, Baros ile pozisyon ürettiler. Sonunda da kornerden gelen topta Sionko'nun kafasıyla golü buldular.

Çekler üstünlüklerini golden sonra da bırakmadılar. Kaleci Ricardo'nun sakarlıkları bir yana duran toplardan tehlikeler yarattılar. Bu sırada ise Portekiz hücumcuları başta sıçacak tazı gibi koşarak oynayan Simao dışında pasifti. Sadece Deco birşeyler yapmaya çalışıyordu.



Yaptı da. Öldü denilen topu canlandırıp Ronaldo'nun sonunda rahatlamasına vesile oldu. Bruckner ise karşı hamle olarak Koller'i sürdü sahaya. Ricardo'nun yan top zaafiyetini ve Çeklerin maç boyunca göze çarpan top üstünlüğünü düşününce mantıklı bir seçimdi. Scolari buna Fernando Meira ile cevap verse de pek işe yaramadı doğrusu. Epeyce pozisyonumsu enstantaneler üretti Çekler ama Deco vardı Portekiz'de.

Sadece zekasıyla hazırladı 3. golü. 1 saniye içerisinde ofsaytı ölçüp, Cech'in çıkamayacağı kadar iyi ayarlanmış şiddetiyle mükemmel bir pas çıkardı. Bir kez daha hayran oldum.

Fakat Portekiz'in Çeklere karşı su yüzüne çıkan zaaflarıyla turnuvanın sonunu görmesi çok çok zor geliyor bana. Doğruya doğru.

Etiketler: , ,

Maça Bilet



Avrupa Şampiyonasında oynanacak toplam 32 maç var. Bu maçlar için toplam 1,05 milyon bilet arz edilmiş. % 38'i ülke federasyonlarına, % 33'ü halka, % 14'ü sponsorlara verilmiş. kalanları da UEFA'nın elinde. Hepsi de tükenmiş, ve haliyle de fotoğraftaki manzaralar ortaya çıkıyor. Karaborsa pazarı inanılmaz.


Final maçının değeri 15000 dolar, diğer maçların değeri ise 600 ile 2500 avro arasında değişiyor. Ebay'de size otel rezervasyonuyla birlikte promosyon paketi sunanlar dahi var. Mastercard bile yetmeyebilir cidden.

Etiketler: ,

Aman Birşey Olmasın



İspanya'nın döktürdüğü maça Aragones Torres'i oyundan alarak yine maçın önüne geçmeyi başardı. David Villa da attığı golün ardından Torres'e koşunca Aragones'e karşı bir tavır olduğu konuşuluyor İspanyollar arasında. Aragones ise Torres'i oyundan alma sebebini açıkladı. "Bizim için önemli bir oyuncu ve önümüzde uzun bir sezon var. Onu dinlendirmek istedim"

Şu fotoğrafı görünce inandım hakkaten. Çene altındaki lenfleri kontrol eden doktor hassasiyetinde yaklaşmış, hani neredeyse idmana bile çıkarmayacak aman birşey olmasın diye.

Etiketler:

Öldüren Maç



Yunanistan ve Rehhagel cephesinde pek bir değişiklik yok. Euro 2004 sonrası kaldıkları yerden aynı anlayış ile eskiyen parçaların yerlerine yenisini koyarak devam ediyorlar. Üstelik Euro 2004'e göre çok daha potansiyelli santrforlarla. Bundelisga gol krallığı tacı olan Gekas ve şu an Celtic oyuncusu olan Premier Lig havası koklamış Samaras gibi.

Fakat Euro 2004'ün en kilit ismi Charisteas müthiş formsuz.Nurnberg'de de berbat bir sezon geçirdi golcü oyuncu ama Rehhagel ondan vazgeçmiyor, üstelik oyun verimliliğini düşürecek şekilde kullanıyor. Zira eskisi gibi onu ileri uçta değil de arkadaki ikiliden biri olarak oynuyor Charisteas ve takım savunmadayken sağ kanadı da savunuyor.


Buraya kadar sorun yok ancak en uçtaki oyuncu formuna rağmen Kezman ile benzer özellikle taşıyan Gekas olunca Yunanistan'ın zaten çok da başarılı olan hücumu çalışmaz hale geliyor. Oysa Rehhagel Charisteas ya da Samaras'tan birini ileride kullanabilir, Gekas yerine tercih edilecek Salpigidis'i de bu oyuncuların arkasında yerleştirebilirdi.



İsveç ise klasik 4-4-2 ile yerleşti sahaya. Ne yazık ki onların da önceliği gol yememekti. Hücum gücü üretebilecek ortasahanın ortasındaki ve kenar bek tercihlerini de bu düstura göre yapmıştı Lagerback. Aksi takdirde Andersson yerine, Lyon'un emekliye ayıracağı Juninho yerine adapte ettiği Kallström'ün oynatılması gerekirdi ki böyle bir niyeti yoktu Lagerback'ın.

İsveç fizik olarak daha iyiydi, ikili mücadelelerde daha başarılıydı yaşlı ekibe rağmen ama tüm yapabilecekleri tıpkı Romanya karşısındaki Fransa gibi kanatlardaki Ljungberg ve Wilhelmsson ile oyunu forse etmek ve Ibrahimovic - Larsson ikilisinii pozisyona sokmaktı. Yunanistan ise buna pek izin vermedi. Sadece Torosidis birkaç kez aksasa ve arkasına 2 kez rakibini kaçırsa da kademeye giren arkadaşları sayesinde tehlike yaşamadılar. Wilhelmsson ise sadece bir kez kişisel becersini kullanarak sıfıra inebildi.


Ibra ise savunma ile ortasaha arasında serbest bir joker gibi oynayan Antzas'ın hışmından kurtulamadı ve maç tıkandı. Ibrahimovich'in kaleyi görmeden vurduğu kafa ve Basinas'ın yerden sekerek hızlanan şutu dışında hiçbir pozisyon olmadı koca 45 dakika. Bir ara Yunanistan'ın kendi yarısahasında antrenman rahatlığını dahi aşmış şekilde 1,5 dakika top yapması, seyircilerin ıslığı cidden futbola rahmet okuduğumuz anlardı.



İkinci devrede ha keza böyle giderken, Ibrakadabra 2004'teki turnuvadan aşağı kalmayan bir sihir yaptı ve oyun çözüldü.

Bu gol dışında maçtaki tek heyecan Isveç'in sapsarı ve Yunanistan'ın coşkulu tribünleriydi. Yunanlılar'ın bir ara orkestralarıyla Üsküdar'a Gider İken melodisiyle tezahürat yapması ise gecenin en unutulmaz anıydı benim için. Yunan kültürü bizimkiyle içiçe, biliyorum ama bu kadarını beklemiyordum. Yakında mehter marşını da duyarsak şaşırmayacağım.

Etiketler: , ,

MaraVILLA*


1960 yılında Sovyet Rusya’ya karşı oynanacak Avrupa Şampiyonası çeyrek final maçına İspanyollar zamanın faşist dikkatörü Franco’nun emriyle çıkmamıştı. Di Stefanolu kadroya da haliyle yazık olmuş ve Sovyet Rusya kupaya rahatça uzanmıştı o sene. 4 sene sonra ise evlerindeki şampiyonanın finalinde karşılarında yine Sovyet Rusya'yı bulmuş ve bu kez maçı oynayarak futbol müzelerindeki en nadide parçayı kazanmıştı İspanyollar.

Uzun süren sessizliğin ardından bu iki takım tam 40 yıl sonra Euro 2004 grup maçlarında tekrar karşılaştı ve İspanyollar yine tek farkla kazandılar. Rövanş diyebileceğimiz bu karşılaşmada ise her iki takım da yenilenmişti. Zira Euro 2004’te oynanan maçtan kalan Rus sayısı sadece 1 iken, İspanyol sayısı 3 oyuncusu savunmadan olmak üzere 5 ‘ti.

Yani rahatlıkla İspanyolların savunma açısından daha uyumlu söyleyebiliriz. Oysa Hiddink’in ümit vadeden ve benim de sürpriz beklediğim Rusya’sının maç öncesindeki en büyük handikapıydı savunma. Göbekteki ikili Kolodin ve Shirokov ilk kez birlikte oynayacaktı ve üstelik sol bekte de aslen bir sol açık olan Zhirkov vardı.

Hiddink 4-3-3 e yakın olan dizilişinde bu savunma hattının önünde hücum açısından daha marifetli olan Semak-Zyryanov-Semshov’u koymuş, ilerideki Pavlyuchenko’nun arkasını da Bilyaletdinov ve Euro 2004’teki maçtan kalan tek Rus Sychev ile güçlendirmişti. Oldukça cüretkar seçimler bunlar.

İspanya’nın kanatsız 4-1-3-2 dizilişindeki hücum organizasyonu ise süperstar santrforlar Villa-Torres ikilisinin arkasındaki kadife ayaklı ve kurnaz Xavi-Iniesta-Silva tarafından yapılacaktı. Sağ kanattan gelecek Sergio Ramos’u ve kullanılan tek defansif ortasaha oyuncusunun Senan olduğunu da düşünürsek onların Rusya’dan da çılgın olduğunu söylemek mümkün.

Böyle bir manzarada bizi bekleyen tek şey vardı. Gol.

Aslında Ruslar maça daha iyi başlamıştı. Gayet sakin bir şekilde İspanya’nın ortasaha ve hücum kalibresinden uzak ve sadece Senna ile desteklenmiş savunması önünde pas yaparak oyunu domine ediyorlardı. Bu seneki UEFA Kupası’nın yükselen oyuncusu Arshavin’in eksikliğinden ötürü üretkenlikten uzak olsalar da, bilhassa kazanılan duran toplarla tehlike yaratmayı başarıyorlardı.

Fakat İspanya’nın kurnaz bir planı vardı. Xavi-Iniesta ve Silva’dan oluşan ortasaha rakibine tam alanda sürekli bir pres yerine, iyi pozisyon alıp sinsi bir tuzak hazırlıyor ve aniden basarak çok çabuk kontra hücuma çıkıyorlardı. Bu plan ile Torres ve Villa 8 ve 9. dakikalarda iki kez kaleyi yokladılar. 10 dakika sonra bu kez Silva ve Villa ile şanslarını denediler ve kazandıkları bir kornerin devamında gelen serbest vuruşun ardından da Villa ile 20. dakikada golü buldular.

Doğrusu İspanya’ya karşı oynadıkları son 3 maçta gol bulamayan Ruslar için bu kötü haberdi, hele ki bu İspanya bir de 18 aydır yenilmiyorsa. Ama Zyryanov’un golün hemen ardından direkten dönen pozisyonuyla umutlandılar fakat yine de oyunun temposunu İspanya’nın ayarlamasının önüne geçecek bir plan üretemediler.

Yağmurla birlikte gitgide hızlanan maçta İspanyollar çabuk oyunlarının semeresini mükemmel hazırlanmıl bir golle yine Villa’nın ayağından 44. dakikada buldular.

İkinci devreye Hiddink pek işlemeyen sağ kanadına müdahale ederek başladı. Sychev – Bystrov değişikliği ile biraz daha hareketlenmişlerdi ki Aragones karşı hamlesini Torres – Fabregas değişikliği ile ortasahasını beşleyerek yaptı. Ardından da bu sene Villareal’in parlak oyuncularından Cazorla’yı Iniesta ile değiştirerek ortasahadaki enerjisini yeniledi.

Rusya her ne kadar topa daha fazla sahip olup 2-1 için bastırsa da, maçta pozisyon yakalayan taraf İspanya oldu. Hiddink son hamlesini geçmişte Pavlyuchenko’nun kulüpler seviyesinde partnerliğini yapan Adamov’u alarak yaptı ve çift santrfora döndü ancak Fabregas ile hızlı gelişen atakta Villa’nın ayağından 3. golü bularak rahatladı İspanyollar. Geri kalan dakikalar ise kerhen oynanmış gibiydi ve karşılıklı atılan birer golle maç sona erdi.

Maça damgasını vuran adam ise hiç kuşkusuz David Villa oldu. İspanya’nın Avrupa Şampiyonası tarihinde ilk hat-trick yapan oyuncu ünvanını alması bir yana, Valencia’nın satışından elde edeceği geliri de hayli arttırdı ve bu başlığı çoktan hak etti.

*İspanyolcada "harika" anlamına gelir.

Etiketler: , ,

10 Haziran 2008 Salı

Sihir



Yunanistan gibi bir takımın kilidini açabilmek için bir tür futbol sihri gerekir ve o sihir de Ibrakadabra'nın ayaklarında vardı bu gece. O golü attığında top içeri doğru hafiften bir kavis aldı, ayağının dışıyla vurdu sandım. Tekrarını izlerken ayağını içiyle topa geldiğini gördüm, vururken de üstüne yakın bir yerle vurdu sanki. Çözemedim. Golü de tarif edemiyordum ki, peder bey yetişti imdada.

Korkunç muhteşem bir gol...

Etiketler: ,

Gole Fransız



Fransız taraftarlın içine doğmuş sanki, farketmişler kaderlerini...

Etiketler:

3 Gol Kaç Euro ?



Hep United hatırlanır 90. dakikada atılan 2 mucizevi gol denilince ama bir de İspanya vardır Euro 2000'de. Ucunda kupa olmayınca hatırlanmamıştır Alfonso v eMendieta'nın golleri ama, 90'da gelen o 2 golle maçı 4-3 alıp bir üst tura çıkmışlardı. O galibiyetin İspanyollar açısından bir anlamı da finaller tarihinde ilk kez bir maçta 4 gol atmalarıydı.

Bugün 2. kez tekrarladılar bunu. Sadece bu da değil. Bu maçta ilk kez Avrupa Şampiyonası finalleri tarihindeki ilk hat-trick de geldi İspanyollardan. David Villa esasoğlan elbette. Barcelona istiyordu, bu 3 gol ile epeyce terleyecek gibiler artık pazarlık masasında...

Etiketler: ,

Fanfinfon Linz



Avusturya turnuvanın en kalender takımı. Tek gol umutları Roland Linz ama onunda aklı futboldan ziyade fanfinfonda okuduklarımıza göre. Resimdeki Avusturyalı yüzücü Fabienne Nadarajah ile turnuvadan önce ayrılmış.



Şimdilerde ise Miss Styria 2007 Brenda Kuttnig ile yazılıp çiziliyor. Hatta bu aşkın platonik olduğuna dair de dedikodular mevcut. Linz inkar ede dursun, ama olan Ivanschitz'e oluyor...

Etiketler:

Arshavin Olmayınca



Polonya'dan, Çeklerden, Romenlerden farkı kalmadı Rusların Arshavin olmayınca. Çalıştılar, didindiler ama Pavlyuchenko'yu maçın ancak sonunda ceza sahasında topla buluşturabildiler. O da duran toptan. İsveç ile Yunanistan berabere kalmadığı takdirde işi çok zor artık Rusya'nın.

Etiketler: ,

Altyazıyla Gelen, Panelle Gider...



Fenerbahçe için çok şeyler yaptı, hala da yapacak ama bazı şeyleri öğrenemeyecek benim Başkanım.

Şampiyon olamamanın sportif bir olasılık olduğunu, kimsenin daima kazanamadığını ve kazanamayacağını öğrenemeyecek mesela. Kulübün sahibi dediği taraftar bir hafta önce FBTV'de, dün de olağan mali genel kurulda gözünün içine bakarken onlara herşeyi anlatmak yerine bugün bir panelde sezonun en merak edilen kararını açıklayarak, o taraftara değer vermeyi öğrenemeyecek mesela.

Daha da önemlisi Fenerbahçe'ye en keyifli Avrupa macerasını yaşatan, teknik direktörden öte uluslararası bir futbol idolüne, futbol adamına saygıyı da öğrenemeyecek. Boşuna altyazıyla getirilmemiş Zico, panelle gönderecekmiş çünkü.

Etiketler: ,

Portakal Bayramı



İtalyanlar Donadoni 2006 yılında başa geçene kadar 2000 yılından bu yana, Belarus ve Polonya’dan olmak üzere, sadece 2 kez 3 gol yemişlerdi. Donadoni ise 2. senesini doldurmadan 3 maçta 3 gol yiyebilen bir takım yaratmayı başardı. İtalyanlar için daha da vahim olan şey bu 3 gollü mağlubiyetlerden birini Euro 2008’de üst tura çıkmak için savaş verdikleri Fransa’dan almış olmaları. Grubun geleceği için karamsar olmaya yeterli.

Hollanda maçında alınan mağlubiyeti anlayabilmek için önce İtalya’nın 2006 sonrasında yaşadığı sürece değinmek lazım. Büyük bir turnuvada alınan şampiyonluğun ardından, çok genç ve yeni bir jenerasyonla gelmediği sürece, her ülke belirli ölçüde yenilenmeye gitmiştir.

Fransa, Brezilya, hatta kadro havuzu en kısıtlı olan Yunanistan dahi bunu başarmıştı. Oysa İtalya 2006 yılında alınan Dünya Şampiyonluğunun ardından 2008 kadrosu için yeni sayılabilecek sadece 4 isim koyabildi. Quagliarella, Aquilani, Chiellini ve Borriello. Üstelik bu isimlerin hiçbirini as kadroya yerleştiremedi.

Bunda elbette son senelerde İtalya’nın nüvesini oluşturan Juventus ve Milan’ın Calciopoli skandalıyla zayıflamasının, Inter’in İtalyanlıktan çok uzak oluşunun etkisi var ama yine de yapılabilecekler vardı.

Mesela Donadoni artık demodeleşmiş ve belirli bir doygunluğa erişmiş Milan ortasahası yerine Roma’nın De Rossi ve Aquilani’den oluşan muktedir ortasahasına ağırlık verebilir, onları da Serie A’da çıkış yapan Palombo, Montolivo, Cigarini, Dessena gibi genç isimlerle destekleyebilirdi.

Yapmadılar ve Hollanda’nın dinamizmine yenik düştüler. Sahada oyuncuların katettiği mesafe ile galibiyetin pozitif bir korelasyonu olmadığını biliyoruz ama en azından dinamizm açısından bir gösterge olabilir. Hollanda yaklaşık 4 kilometre daha fazla koşmuş İtalyanlardan. Bu veri Hollanda’nın pas konusunda da daha ileride oluşuyla birleşince hayli anlamlı oluyor.

Maçın detaylarına baktığımız zaman Hollanda’nın kendi yarattığı 4-3-3 yerine 4-2-3-1 ile maça başlaması ilk dikkati çeken unsur. Daha çarpıcı olan ise Van Basten’in savunma zaafiyetini düşünerek savunma dörtlüsünün önüne, tedbir olarak oyunun savunma yönünde başarılı olan Engelaar ve De Jong’u koyması. Bu ikilinin önünde ise daha ziyade hücumcu özellikleriyle bilinseler de, yeri geldiğinde rakiplerini sahanın her yerinde kovalayabilen Kuyt, Van Der Vaart ve Sneijder’i tercih edilmiş ve en uçta ise tek başına oynamanın kitabını yazan Ruud Van Nistelrooy ile organizasyon tamamlanmıştı.

İtalyanların tercihi ise Hollandalıların uzman olduğu 4-3-3 oldu. Sağlam gözüken bir savunma, Milan’da yıllarca beraber oynamış Gattuso-Pirlo-Ambrossini ve ileride Toni ile omurga kusursuz gibi gözüküyordu. Ancak iki bek Panucci ve Zambrotta’nın durgunluğuna, sol ve sağ forvet olarak sahaya sürülen Di Natale ve Camoranesi’nin ortadaki üçlüye uzak kalarak Toni’yi besleyememesi eklenince hücum açısından İtalya’nın oyun planı tıkandı.

Böylece elinde Toni ile fizik olarak başa çıkması mümkün olmayan Hollanda savunması otomatikman rahatlamakla kalmadı; bütün hücum planlarını, solbek Gio’nun da ekstra desteğiyle, birbir uyguladı.

Oyunu ilk yarı boyunca her yönüyle domine ettiler, özellikle İtalya’nın hücum girişimlerinin peşinden gelen kontralarla birçok gol pozisyonu ürettiler ve iki de gol buldular. İtalya ise 12. dakikada Gattuso’nun kestiği topta Toni’nin rahat pozisyonda dışarı vurduğu kafa dışında bir şey üretemedi.

İkinci devreye ise 2-0 geride olan İtalya’nın değişiklikle başlayacağını umuyordum fakat Donadoni bu hakkını 54. dakikada kullandı. Bu sezon Inter’in en formsuz isimlerinden olan Materazzi yerini 2006’nın flaş adamı Grosso’ya bıraktı.

Bu değişiklikle Panucci stopere, solda oynayan Zambrotta sağ beke geçti ve Azzuri hücumda Hollanda’yı rahatsız etmeye başladı. Toni ve oyuna 64. dakikada giren Del Piero ile 4 gol girişiminde bulundular. Donadoni’nin nasıl bu kadar süre dayandığını anlamaya çalıştığım Camoranesi ile Cassano değişimiyle de kontrolü ele aldılar.

Toni ve Grosso ile karşı karşıya 2 net pozisyonu değerlendiremediler. Pirlo’nun enfes frikiğinde ise Van Der Sar başarılıydı. Bu pozisyonun peşinden bütün riskleri alan İtalya savunmada eksik yakalandı ve Gio’nun kafası ile kalesinde 3. golü gördü.

Bu mağlubiyet ile gruptaki tüm hesaplar değişti desek yanlış olmaz. Averajı iyi olan Hollanda’ya büyük ihtimalle bir Romanya beraberliği yetecek. İtalya ve Fransa’ya ise en az bir galibiyet şart ilerlemek için.

Etiketler: , ,

Fransa 2002 Kabusuna Doğru Mu ?



Benzema, Nasri, Gomis, Ribery gibi oyuncularıyla Fransa, Portekiz ile birlikte turnuvadaki yetenek zengini takımların başında geliyor. Bu oyuncular turnuva öncesinde yakaladıkları form durumlarıyla da Avrupa’nın devlerine transfer olup süperstar kıvamına gelmesi beklenen isimler. Henry, Malouda, Anelka gibi halihazırda o devlerde oynayan tecrübeli hücumcuları da düşününce Fransa’nın turnuvanın seyir zevki veren takımlarından biri olmasını umuyorsunuz.

Fakat Domenech ilginç bir şekilde böyle bir hücum zenginliğine sahip Fransa’nın adının savunmayla anılmasını sağlayabiliyor. Romanya karşısında da değişmedi bu durum.

Mutu ve Nicolita tehdidi varsa da Fransa’nın 4-4-2 dizilişinde bekler Abidal ve Sagnol'un talimat almışçasına bindirme yapmaması, ortasahada Makalele ve Toulalan gibi hücum ve pas yetenekleri düşük iki oyuncunun tercih edilmesi Domenech’in kendi kendini kilitlemesinden başka bir şey değil.

Hal böyle olunca Fransa’nın oyun kurma işlevini otomatikman kenarlarda oynayan Malouda ve Ribery’nin eline bakıyordu. Romanya ise sağlam 4-3-3 dizilişiyle buna imkan vermiyordu. Zira bekler Rat ve Contra yarı sahalarını geçmiyor, orta üçlünün iki savunmacı ortasahası Chivu ve Radoi ile onlara yardım getiriyordu. İlerdeki Mutu ve Nicolita da kendi yarısahalarına yaklaşınca Fransa’ya hiç alan kalmıyordu.

Oyun her iki takımın da pres yerine geride bekleme felsefesine sarılmasının da etkisiyle de öylesine durağanlaşmıştı ve sıkışmıştı ki Ribery kendini bir süreliğine sola, Malouda’nın yanına,
attı. Fakat bu da bir işe yaramadı.

Mavilerin ilerideki ikilisi de geriden gelen arkadaşlarına duvar olacak tipte oyuncular olmaktan uzak olan, daha ziyade topu önüne bekleyen sprinter oyuncular olunca Fransa koca ilk yarı boyunca, sol taraftan gelen iki uzun topta Anelka ile bulduğu pozisyonumsular dışında, hiçbirşey üretemedi.

Domenech ilerleyen dakikalarda Gomis hamlesiyle oyuna ortasahasını da sokarak pozisyon bulmak istese de ortasahanın ortasındaki ikiliden vazgeçmeyerek, Ribery’yi forvete çekerek ve Nasri’yi sağa hapsederek takımını hem hücumda hem de savunmada daha da vasatlaştırdı.

Romanya’nın niyeti ise üretmekten ziyade durdurmaktı ve bunda pek zorlanmadılar. Turnuvanın şu ana kadar ki en yavan ve sıkıcı maçını izledik haliyle.

Bunu ilgili rakamlarla da destekleyelim. Turnuvadaki en az şut 18 kez ile, en az korner de 6 kez ile bu maçta atıldı. İki takım birbirlerini kontrol etmekle o kadar meşgul oldular ki, neredeyse hiç pres görmedik. Dolayısıyla top 65 dakika ile rekor seviyede oyunda kaldı ve dahası bu kontrol oyunu sonucu toplamda 1000 pas barajı geçildi.

Fransızlar bu anlayışla devam ederse eğer; Euro 2000 zaferi sonrası Senegal, Uruguay ve Danimarka grubunda 0 gol ve 1 beraberlik performansıyla evlerine döndükleri 2002 Dünya Kupası’nın bir benzerini yaşayabilirler.

Etiketler: , ,

9 Haziran 2008 Pazartesi

33 vs. 22

Etiketler:

İki Bücür



Diego Buonanotte'den kısaca bahsetmiştik. Bu sezon ki parmak ısırtan performansına Clasura'nın son düzlüğünde de devam etti ve şampiyonluk maçında Olimpo karşısında attığı golle River Plate 33. kez mutlu sona ulaştırdı. Cüce lakaplı oyuncu 9 golüyle takımın da en golcüsü oldu ve şimdiden River'ın yeni figürü olarak birçok kulüp onu almak için hazır bekliyor. Fakat Arjantin'de parlayan bir cüce daha var.



Martin Bravo Columbus'un oyuncusu. Arjantin 1.Ligi'nde bu sene çıkan San Martin'e kiralık olarak verildi. O da 9 gollük bir performans sergiledi ve seneye Ajax'ta izleyeceğimiz 11 gol atan Hırvat asıllı Dario Cvitanich'in ardından 2.liği paylaştı Buonanotte ile birlikte. Söz golden açılmışken Apertura'nın gol kralı German Denis'in de 9 gol attığını ekleyelim.

Etiketler:

Laporta'nın Gözdeleri



Laporta iki sezonluk başarısızlığın ardından topa tutulunca bu seneye hızlı başladı. Sağ bek sorunu Dani Alves transferi ile halledildi. Savunmada çok eleştirilen Milito'ya, Pique ve Caceres transferleriyle alternatif yaratıldı. Giden Edmilson'un yeri Sevilla'dan alınan Keita ile hemen dolduruldu.

Artık Eto'o ve Deco'nun durumu bekleniyor. David Villa v eBenzema Eto'o yerine düşünülen isimler, lakin Mourinho'nun tasarrufuna göre Ibrahimovic'e sarkmaya da hazır ve nazır Katalanlar. Mourinho'dan tek beklentileri bu da değil elbet, gittiği her takıma götürdüğü Deco'yu da Inter'e almasını bekliyorlar. Ki Moutinho'ya Camp Nou kapıları açılsın.

Etiketler: