23 Ocak 2010 Cumartesi

Fenerbahçe 3 - 1 Denizlispor



Türkiye'de bu kadar pahalı olup, bu derece gündemi meşgul eden ama 33 gün tatil yapılan bir tane daha endüstri kolu söyleyebilir misiniz ? Fikstür işi benim Türkiye'de kafamın basmadığı konuların başında geliyor. Sene sonunda katılamayacağımız ve bu ligden hayli az sayıda oyuncunun boy göstereceği bir Dünya Kupası varken, lige bu kadar ara vermek akıl işi değil. Ligler başladığında Güney Afrika'ya gitme şansımız vardı diyenler olacaktır; ama fikstür dediğin Allah kelamı değil ki. Değiştirilir.

Fenerbahçe'nin İstanbul'da daha fazla maç yapmak ya da ikinci devredeki ilk 5 maçın 4 tanesini ligin son 5'i içerisindeki takımları ( Denizli, Sivas, Diyarbakır ve Manisa ) ile oynayacak olmak gibi fikstür avantajları da futboldan bu kadar süre uzaklaştıktan sonra bir anlam ifade etmiyor açıkçası. Maça geçelim.

Kimilerinin yıllardır hayal ettiği Alexsiz çift santrfor hayalinin gerçek olduğu bir maçtı. Alex yokken normal şartlar altında Fenerbahçe'nin hücum kapasitesinin ve pas kalitesinin düşmesini beklersiniz. Oysa şartlar olağanüstüydü. Bu zemin Alex'in zemini değil. Bu yüzden duran toplar dışında Alex çok da fazla aranmadı. Hatta Güiza ve Semih'in beraber oynamasından ötürü Alex'in yokluğu ileride sayıca fazla olmak gibi bir avantajı da yanında getirdi. Denizlispor gibi savunma yapmayı ve pozisyon almayı bilmeyen bir takım karşısında daha fazla üretkenlik sağlanabilirdi. Fenerbahçe ilk yarıda oyuna hükmetse de beklediğim pozisyonları - Guiza'nın müsait durumda kötü vurduğu kafa ve klasik olduğu üzere karşı karşıya kaçırdığı pozisyon dışında - bulamadı. Bunun en büyük sebebi takımı ileriye taşıyan tek ortasaha oyuncusu olan Emre'nin vasat oyunu ve Andre Santos & Vederson ikilisi ile sıkkullandığı sol kanadın balçık tarlası zeminden ötürü verimsizleşmesiydi.

Saha değişimi olacağından ikinci devre sol kanadın fark yaratabileceğini düşünüyordum. Yarattı da. 50 ve 70. dakikalar arasında, Özer'in oyuna girmesi ve Emre'nin zorlamalarının da katkısıyla, Fenerbahçe sol kanattan ciddi pozisyonlar üretti. 58. dakikada Guiza'nın direkten dönen topu, 50 ve 70. dakikalarda Semih'in kaleci ile karşı karşıya pozisyonda yaptığı iki plase, 61'de Emre'nin Özden'den kalan şutu akılda kalanlar. Zemine takılıp da pozisyona dönüşmeden biten sayısız atak da cabası. Fakat bu baskıdan gol çıkmaması Fenerbahçe için maçı kilitledi. Denizlispor teknik direktörü Hakan Kutlu'nun santfor Angelov'u çıkarıp önlibero Fatih Yiğeni almasından sonra Daum son kozunu oynadı. 77. dakikada sağ bek Bekir yerini yeni transfer Gökhan Ünal'a bıraktı. Semih biraz daha kendini geriye atıp Alex'in rolüne soyundu. Sırtı dönük aldığı bir topu kullanmak üzereyken, kazandırdığı duran top ile de gole katkı yaptı. Andre Santos'un şandel frikiği çok etkili değildi; ama maçın başından beri Denizli'ye çalışan zemin azizliğini bu kez Özden'e yaptı. Kendisinin de hatası su götürmez elbette.

1-0'dan sonra, bu sene alışıldığı üzere ve üstelik dakika da 80 olmuşken, Daum'dan santrforlardan birini çıkarıp Deniz'i oyuna sürmesini bekledim. Youla'nın attığı golde sağ bekin rolü yok, hata Bilica'nın. Velakin değişiklik yapılsaydı Fenerbahçe o pozisyonda daha konsantre durabilir ve daha tedbirli olabilirdi. 3 Denizlispor oyuncusunu 3 kişiyle beklemeyebilirdi. Bu kez eğrisi doğrusuna geldi, hücumdaki kalabalık Özer'in golünü getirdi. Golde Gökhan, Semih, Guiza ve Özer'in takipçiliği ve inadı izlenmeye değerdi. Daha önce sadece deplasmadaki Diyarbakırspor ve Bursaspor maçlarında bu karakteri görebilmiştim. Bu maç ile hat-trick yapıldı. Maçın taraftarı en çok memnun eden yönü de budur. Fenerbahçe bu karakteri ne kadar fazla maçta, ne kadar uzun süre sergilerse bu ligdeki şansı o kadar artar. Bu gece teknik olarak da iyiydiler. Takım halinde hem de.

Fenerbahçe adına maçın ekşi gelişmesi haftaya Sivas maçında 4 önemli as oyuncunun yokluğu. Lugano ve Andre Santos'un kartlarına itirazım yok ama Bünyamin Gezer'in Cristian ve Emre'ye gösterdiği kartlara katılmıyorum. Faul kararları bile tartışılır bence. Cristian'ın savurduğu ayak Braga'yı teğet geçiyor, Braga topa basıp düşüyor. Emre'nin pozisyonu ise hemen hemen her üst düzey ligde görülebilecek türden bir mücadele. Sivas maçında Selçuk'un olduğu bir ortasaha rotasyonu uykularımı kaçırıyor.

Yazıyı Andre Santos ile bağlayalım. Transfer olduğu gün savunmada yerini çok kaybetmesi ve sahip olduğu üstün teknik vasıflar, oyun zekası ve hızı sebebiyle Daum'un onu sol açıkta değerlendireceğini düşünmüş ve bunun daha isabetli bir tercih olacağını savunmuştum. Daum beklediğini yaptı ama Andre Santos'un performansı beni yanılttı. İlk 4-5 maç dışında hayli kötüydü. Brezilya Milli Takımı'ndaki yerini de kaybetti. Bir ara kulağıma "bek oynatmayacaksanız kiralayın" dediği dahi geldi. Ligin son birkaç maçında beke geçtikten sonra biraz daha kıpırdandı. Devre arasında idmanı yiyip, fizik olarak toparlanınca kendini bulmuş. Daha sıkı maçlarda değerlendirmek daha doğru olur; ama bugün sadece ofansif açıdan değil savunmada olarak da başarılıydı. Maçın adamıydı.

Nazar değmesin...

Etiketler: ,

22 Ocak 2010 Cuma

Jô ve Galatasaray


Futbolun maçtan sonra en ilgi çekici yönü transfer. Maç için nasıl her kafadan bambaşka yaklaşımlar ve yorumlar çıkabiliyorsa, transfer için de aynı durum geçerli. Transferin ne kadar başarılı olduğuna kimi mali dengeler üzerinden karar veriyor, kimi salt futbol üzerinden ahkam kesiyor. Para konuşanların bir kısmı kulübe kaça patladığına bakıyor, bir kısmı oyuncunun imaj haklarının ve futbol yeteneğinin paraya ne kadar tahvil edilebileceğine. Parayla işi olmayıp futbola bakanların öncelikleri kariyer ya da yetenek diye ayrılabiliyor. Kısacası transfer başarısının cevabı nereden baktığınıza göre değişiyor. Değişmeyen bir gerçek varsa o da yapılan transferden beklentinin asla bitmeyeceği. Türkiye'de en çok iz bırakan iki yabancı için dahi böyle oldu. Hagi keşke daha genç gelseydi, Alex biraz daha hızlı ve tempolu olsaydı...

İngiltere Premier Ligi'nde 22 milyon € para sayılacak saf yeteneğe sahip, Brezilya Milli Takımı kariyerli, henüz 22 yaşında ve kariyerinde çıkış arayan Jo için beklentiler şüphesiz daha da yükselecektir. Üstelik bu ligde 20 gol atan ve Galatasaray'ın oyun formatı içinde en kilit oyunculardan Milan Baros'u ikame edecek. Bu beklentileri satınalma opsiyonlu kiralık kontrat imzalayarak düşürmek Galatasaray'ın yaptığı akılcı hamlelerden biri. Türkiye'de sergileyebileceği olası bir kötü performanstan doğabilecek mali riskleri minimuma indirmek de cabası. Nonda ve Kewell transferleriyle girilen bu yol Galatasaray'ın içinde bulunduğu mali şartlar da düşünüldüğünde gayet mantıklı.

Bizim ligde, hele ki forvet arkası oyuncuyla oynamayı adet edinmiş 3 büyüklerde daha ziyade fiziğini iyi kullanan, mücadeleci, boylu, ortasahasına duvar olabilen ve cezasahasına hakim santrforlar iş yapıyor. Ariza Makukula bu ekolün en taze ve başarılı örneği. Jo, boyuna rağmen bu özellikleri olan bir oyuncu değil. EPL'de tutunamayışının, 36 maçta sadece 6 gol atabilmesinin arkasındaki sebeplerden biri o fizik kaliteden yoksun oluşuydu. Hareketli, top taşıyabilen, fuleli, teknik ama boyuna oranla çıtkırıldım bir yapısı var Jo'nun. Fenerbahçe'ye transfer olsa bu eksikleri problem yaratırdı, verimi düşerdi. Fakat Galatasaray'ın merkezden ziyade oyunu kenarlara taşımak isteyen ve ofansif yetenekleri yüksek kanat oyuncularına yaratılacak boş alan üzerinden işleyen oyun formatında daha rahat edecektir. Yukarıda bahsi geçen özellikleri daha ön plana çıkabilir. Hareketli yapısıyla ortasahanın işini de kolaylaştırabilir. Hem kendisi hem Galatasaray kazanabilir. Milan Baros buna en güzel örnek. Çek forvet Galatasaray öncesi kariyerinde oynadığı 219 maçta 58 golü atıp, maç başına 0,26'lık bir ortalama yakalarken; Galatasaray'da 41 maçta attığı 25 golle maç başına 0,61 gol ortalaması tutturdu.

Jo'nun rakamları da benzer. Rusya kariyeri bir tarafa bırakıldığında Brezilya ve İngiltere liglerinde çıktığı 116 maçta sadece 19 gol atabilmiş. 5 maçta 1 gol dahi atamamış. Rusya'da ise 53 maçta attığı 30 gol ile maç başına 0,57'lik gol ortalaması var. Baros'un bu çıkışında Galatasaray'ın Arda başta olmak üzere kanat oyuncularının yaptığı katkının etkinin benzerini Jo için CSKA Moskova'da Zhirkov, Daniel Carvalho ve Krasic yaratmıştı. Bu açıdan bakıldığında Galatasaray adına doğru bir transferdir Jo.

Fakat işin bir de Avrupa Ligi ve öncelik boyutu var. Jo, Avrupa Ligi'nde oynayamacak. Vizyonunu her zaman Edirne'nin ötesine taşıdığını deklare eden bir kulüp için eksi puandır ve eleştirilecektir de. Öncelik meselesinde Galatasaray'ın en büyük sorunu savunma ve ortasaha rotasyonundaydı. Savunma için Lucas Neill alındı ama ortasahada nitelikli oyuncu eksikliği hala duruyor. Mehmet Topal, Barış Özbek, Mustafa Sarp 4-3-3'te iç oynayacak adamlar değiller. Tek tabanca Ayhan ile idare ediliyor. Bunun ceremesi ilk yarı boyunca da çekildi. Dolayısıyla Milan Baros'un uzun sürecek sakatlığında Avrupa Ligi'nde oynayabilecek bir santrfor düşünülmüyorken, elde de Türkiye Ligi'nde iş yapan Nonda varken ben yabancı tercihimi santrfordan yana kullanmazdım. Jo yerine yerli bir alternatifi düşünürdüm. Yabancı hakkımı da kat eden, oyun kurabilen, duran toplar dışında da hücuma destek verebilen bir ortasaha oyuncusundan yana kullanırdım. Açıkçası bekliyordum da. Zira Frank Rijkaard benzer bir sorunu Barcelona'da da yaşamıştı. Edgar Davids'i almış ve felaket geçen ilk yarının ardından, ikinci devre hızlı bir çıkış gerçekleşmişti. Galatasaray'da zaman gösterecek herşeyi.

Jo ile ilgili son söz bu disiplin meselesiyle ilgili olsun. İngiltere'de kötü referansları var. Lincoln'den ağzı yanan Galatasaraylılar haliyle ikircikleniyorlar. Haksız sayılmazlar ama İngiltere'nin ortamı hem sosyal hem de coğrafi açıdan zor. Sıcak ve aristokrat yapının olmadığı ülkelerden gelen oyuncular için daha bile can sıkıcı. Bunu deklare eden çok oyuncu var EPL'de. Jo'nun Brezilya ve Rusya'da tertemiz olan sicilinin İngiltere'de bozulmasını ben biraz da buna bağlıyorum. Türkiye'de daha rahat edecektir. Memleketinden ve Corinthians'dan kankası Bobo'da burada üstelik. Orjinal bir hikayedir. En kısa zamanda söz...

Etiketler: , ,

21 Ocak 2010 Perşembe

Coldplay - Metallica - Beyonce



2000'li yılların başında Galatasaray ve Fenerbahçe yeni stad planlarını açıklarlarken "çok amaçlı" lafını dillerinden düşürmüyorlardı. Ondan sonra projelendirilen her stad için aynı ifade kullanıldı. Çok amaçlı olacak. Nasıl yapacaklarını anlatmadılar ama çok amaçlıdan kasıt maç günleri dışında stadda verilecek ve iyi gelir getirecek konserler ile düzenlenecek türlü sosyal etkinliklerdi. Galatasaray stadını henüz bitiremese de, Fenerbahçe bitirdi. En fazla davet verilip, maç izleniyor stadda. Bir de müze geziyorsun. Şampiyonluk kutlamaları dışında ne bir konser gördüm, ne de başka kitlesel etkinliğe dair haber okudum. Fenerbahçe'nin yepyeni stadıyla yapamadığını Sao Paulo kıytırık Morumbi Stadı'nda yapıyor. Şubat ve Mart aylarında toplam 4 konsere ev sahipliği yapacaklar. Coldplay, Beyonce ve 2 kez Metallica sahne alacak Morumbi'de. Sao Paulo'nun kasasına girecek para 2,5 milyon $. Tek sorun konser haftasında oynayacakları Paulista Eyalet Ligi maçları için Barueri Arena'ya taşınacak olmaları. Oranın kirasını da konserlerden gelecek gişe payıyla ödeyecekler.

Etiketler: ,

Magath'a Bağlı Sakatlıklar



Felix Magath'ın kusturan antrenman yöntemlerini, çok tartışılan ağırlık toplarını bilmeyen yok artık. Bu tarzından hiçbir surette taviz vermiyor. Schalke'de de bildiğini okudu. Herşeyin bir bedeli var tabi. Bu metotların faturası da sakatlık olarak geri dönebiliyor. Schalke'de Jermaine Jones, Alexander Baumjohann, Peer Kluge, Lewis Holtby, Pander ve Pilatsikas sakattı. Pander ve Pilatsikas'ın ki futbolcunun kabusu olan diz sakatlıkları üstelik. Şimdi o listeye savunmanın direk oyuncularından Heiko Westermann da eklendi. Dizinden ameliyat oldu. Birkaç hafta oynayamayacak. Ligde bu kadar sakatı olan kulüp yok. Üstelik mali sorunlar yüzünden transfer yapamıyordu kulüp. Hatta şu dönemde ellerindeki Rafinha ve Höwedes gibi para edecek oyuncuları satmayı planlıyordu. Alman basınındaki haberlere bakarsak, iki oyuncunun toplam değeri yaklaşık 20 milyon €. Höwedes'i isteyenler arasında Wolfsburg ve Stuttgart da var. Velakin Westermann'ın yokluğunda Höwedes'i satmak Şampiyonlar Ligi'ni çöpe atmak demek. Öte yandan sezon sonunda Kuranyi, Halil ve Mineiro'nun sözleşmeleri bitiyor. 1 sene sonra bu listeye Rafinha, Pander, Rakitic, Ze Roberto, Asamoah ve Vicente Sanchez gibi takımın önemli oyuncuları da eklenecek. Sıcak para şart Schalke'ye. Başka bir kaynak bulamazlarsa Magath'ı çok sevdiği satranç tahtasının önünde düşünceli günler bekliyor sanki.

Etiketler:

Juventus'un Yeni Yılı



Her ne kadar umut dolu ve iyi temennilerle girilse de, yeni yıl sonuçta takvimde bir gün dönümü. Kozmik bir devinim değil. Geride bıraktığın koskoca yıla reset atma şansın yok. Juventus yeni yıla deplasmanda alınan Parma galibiyetiyle girip zirve şansını canlı tutsalar da, sonrasında tepetaklak oldular. 20 milyon € verilip alınan Felipe Melo yılın bidonu seçildikten sonra ortasahayı ayakta tutan Sissoko ülkesi Mali adına oynamak için Afrika Kupası'na gitti. Aynı gün evlerinde Milan'dan 3 yiyip, bir hafta sonra da ligin en çapsız takımlarından biri olan Chievo'ya deplasmanda 1-0 kaybettiler. Lider Inter'in 13 puan gerisine düştüler. Haliyle Ferrara'nın yılbaşında içtiği pinot nefes borusuna kaçtı. Yönetim arkandayız mesajı yollasa da, bir taraftan Hiddink'i yoklamayı ihmal etmedi. Senelik 7 milyon € çok gelmese Ferrara'ya çoktan nanik yapmışlardı. Şu an kerhan de olsa devam ediyor. Bu haftasonu Şampiyonlar Ligi için çekiştikleri Roma ile içeride oynayacaklar. Kupada oynadıkları Napoli maçında Balotelli'ye yapılan ırkçı tezahüratlar sebebiyle taraftar desteği alamayacaklar. Mali elendiği için Sissoko dönüyor ama Felipe Melo cezalı. Nedved'e geri dön baskısı yapacak kadar çaresizler. Amauri'nin de morali bozuk. Hafta içinde Lippi'den ayarı aldı. "Sen İtalyan değilsin, Dünya kupasına götürmeyeceğim" dedi. İngiltere'den talipleri var. Ferrara o kadar şanslı değil. Haftasonu kaybederlerse, Ferrara soluğu en iyi ihtimalle Lippi'nin yanında çıraklıkta alır. Halefini de ikna edebilirlerse Napoli'nin sportif direktörü Pierpaolo Marino seçer.

Etiketler:

Zico'nun Kariyeri



Zico'yu nasıl bilirsiniz ? Varol'a yetmeyecektir ama sizin yanıtınızı yorumlara bekliyorum. Benim bu soruya tek kelimelik bir yanıtım var. Dönüp dolaşıp aynı sokağa çıkıyorum. 'Cesur' diyorum her seferinde. Montaigne'in "ölümden neden korkacağım ki ? O varken ben olmayacağım, ben varken o olmayacak" diye bir sözü var. 4 seneye Fenerbahçe, Bunyodkor, CSKA Moskova ve Olympiakos teknik direktörlüğünü kapsayan bir kariyer ölümün futbolcası. Bu filmin içinde ilginç de dersler var. Bunyodkor biraz altın yumurtlayan tavuğu değerlendirme dürtüsüyle filme girdiği için dikkate almıyorum. Üçlemenin ilkiyle başlamak lazım. Fenerbahçe ile.

İyi futbolcudan iyi teknik direktör çıkma olasılığının düşük olduğu savı bizim toprakların en bayatlamayan klişelerinden biridir. Yeri geldiğinde teknik direktöre katma değer sağlamak, yeri geldiğinde de eleştirmek müteaddit defalar karşınıza dikiliverir. Bu klişeden kendilerine katma değer sağlayanlar, futbol oynadıkları dönemlerde takımlarında efsane olan ama elle tutulur bir teknik adamlık deneyimleri olmadan yetiştikleri kulüpte işbaşı yapan yerlilerdir. Bülent Korkmaz, Rıdvan Dilmen, Rıza Çalımbay gibi. Bizim çocuklardır. Kendileriyle futbolu seven, isim babası oldukları gençlere öğretecekleri çok şey vardır. Ne kadar basiretsizce iş yaparlarsa yapsınlar, eğer futbolu bıraktıktan sonra ekranlardan, gazete sütunlarından belaltı çalışmamışlarsa saygı ve sevgi baki kalır. Kredileri ve onlara beslenen umut daha fazladır.



Yine aynı şekilde elle tutulur bir teknik adamlık deneyimi olmayan; ama lokal yıldızlarımızdan farklı olarak geride bıraktığı futbolculuk kariyerinde uluslararası tanınırlığa ve saygınlığa erişmiş yabancılar ise bu klişenin ideal kurbanlarıdır. Başlarda gösterilen ilginin cazibesine kapılıp diri diri girdikleri mezarın farkında olmasalar da; takımın girdiği ilk krizde basın da taraftar da o adamı acımadan budamaya başlar. Alnında Hagi ve Zico dahi yazsa bu böyle. Maalesef. Hagi burada top oynamasına, henüz bir daha tekrarı olmamış başarılar kazanmasına ve kulüpte sembol olmasına rağmen bununla yüzleşti. Galatasaray'da beklentilerin ekonomik koşullar ve Özhan Canaydın'ın vizyonu sayesinde en alt düzeye indiği zamanlar da üstelik.

Zico'nun şartları daha zorluydu. 100. yılının arefesinde 1 ay başkansız kalmış, bir sezon önce şampiyonluğu son maçta kaybetmiş, 100. yılına sebebiyle yeni sezonda mutlak başarı istenen ve taraftarının Scolari ya da Capello beklediği Fenerbahçe'ye geldi bir kere. Kendisi ne kadar farkındaydı bilemiyorum ama piyangodan çıkmıştı. Fenerbahçe taraftarına altyazıyla duyuruldu. Fenerbahçe'nin resmi internet sitesinde futbolculuk geçmişiyle anlatıldı. Televizyonda golleri gösterildi. Kendisine bir parça güven duyan taraftarın dahi inancını kıracak derece hazırlıksız, amatörce ve kaotik bir seramoni. Elindeki takım da yarımdı. Transferler hazır değildi ve çoğu da ligin ilk haftalarına yetişmemişti. Bir de kulüp ilk hedefi olan Şampiyonlar Ligi'nden elenince çanlar hemen çalmaya başladı. Bir önceki sezon 90 gol atıp 81 puan alan takımın yerinde yeller esiyordu. Üstelik işler sadece sahada değil, tribünlerde de berbat gidiyordu. Kadıköy çatırdıyordu.



Zico bu krizden kimilerine göre şansının yardımıyla, bana göre ise cesareti ve liderliğiyle çıkıp, Fenerbahçe'yi 100.yılında unutulmaz bir şampiyonluğa taşıdı. Ertesi sezon da kulübün avrupa kupaları tarihinin en iyi derecesine imza attı. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynattı. Fenerbahçe taraftarı takımına, şampiyon olamadıkları bir sezonun ardından, ilk defa milyonluk eşşekler tepkisi vermek yerine teşekkür etmeyi seçti. Ne ironiktir ki, bu Zico ile kontrat yenilemedi Fenerbahçe. Üstelik Zico'yu getirenler gönderirken de amatörce ve nezaketsiz davranmayı ihmal etmediler.

Bu gayya kuyusundan çıkmış ve etiketi Zico olan bir futbol adamını başka yerlerde ve başka şekilde hayal etmekten doğal bir refleks olamaz. Zico ise Fenerbahçe'den sonraki 1,5 senelik kariyerine 3 kulüp ve 3 ülke sığdırdı.

CSKA Moskova ve Olympiakos, 5 büyük Avrupa liginin takımları dışında, kıtada rağbet gören ve iyi para kazanılan liglerin öncü takımları. Her iki kulübün de ciddi Şampiyonlar Ligi tecrübesi var ama her güzelin bir kusuru var elbet. Coğrafi iklimleri farklı ama futbol iklimleri ortak. Bozuk para gibi teknik direktör harcayan, kaotik iki kulüp. CSKA Moskova sovyet rejim döneminde ordunun futbol yüzü. 1991 yılında Rus Ligi'ni şampiyon kapattıktan sonra; ordunun etkisinin azalmasıyla 1992 yılında kurulan Rusya Premier Ligi'nde 2003'e kadar hiç şampiyon olamamış bir kulüp. Bu 10 sezonda tam 9 kez teknik adam değiştirmişler. 2002-03 sezonunda şampiyon olan takımın hocası Valeri Gazzaev'i bile kovup yerine Portekizli Artur Jorge'yi getirmişler. Olmayınca gene Gazzaev demişler. Zico'dan sonra, 6 ayda 2 teknik direktör eskittiler.

Ege'nin öte tarafındaki Olympiakos'ta durum daha vahim. Pire'ye gidiyorsan bilmen gereken tek şey kovulacağın olmalı. Bu konuda kulüp başkanı Sokratis Kokkalis ile aşık atacak bir canlı daha yok Dünya'da. Rahmetli Jesus Gil posterde tipini beğenmediği için hoca kovarken; Kokkalis duble yapan Ernesto Valverde'yi korkak olmakla suçlayıp, genç oyuncu yetiştirmediği için kovuyor. Gil'e göre biraz daha az çılgın ama aynı derecede saygısız.



Zico'nun da Olympiakos'tan ayrıldıktan sonra kişisel sitesinde yaptığı açıklamalara bakmak kafi bunu anlamak için. "Hayatımda ilk defa internetten işime son verildiğini öğrendim. 1 saat 20 dakika sonra da kapıma bir görevli kapıma tebligat bıraktı. Sözleşmem ligi 1. veya 2. bitirdiğimiz takdirde otomatik olarak uzuyordu. Takım da ligde 2. durumdaydı ve Şampiyonlar Ligi'nde evimizde oynadığımız tüm maçları kazanıp üst tura çıkmıştık. Nerede yanlış yaptım bilmiyorum. Haklarımı arayacağım ve sanırım bana mesaj atan Alex adlı bir hayranımın tavsiyesini dinleyeceğim. 1 sene ara verip, ailemle dinleneceğim. Zira futbol beni hayalkırıklığına uğratıyor. Destekleyen ve seven bütün Olympiakos taraftarına teşekkürler."

Hoca illa ki, bir sene sürecek dinlencesinde kendi muhasebesini yapar. Ben kendi simülasyonumun sonuçlarını yazayım.

Fenerbahçe günahıyla, sevabıyla Zico için Avrupa'ya açılan ilk duraktı. Hedef büyük ligler ise, pekala alınması gereken bir risk olabilir ama İstanbul'da enikonu bir eşik geçilmişti. Bu noktadan sonra CSKA Moskova ve Olympiakos seçimlerini anlamak zor. Fenerbahçe kariyeri cesaretlendirmiş olabilir diye düşünürken, bu kez başka bir paradoksla yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Zico'nun kulüp karakteri olarak Rus ve Yunanistan temsilcilerinden pek de farklı olmayan Fenerbahçe'de başarılı olurken, daha sonra neden çuvalladığına cevap vermek gerekiyor. Yapılar benzer olsa, her ülkenin ve takımın kendine özgü belirleyicileri var. Futbol her yerde aynı sonucu bir denklem değil. Kabul, ama bu kadar sapma göstermesi de doğal değil.

Doğru yanıt için yeniden Fenerbahçe'ye dönmek lazım.

Zico'nun futbolcuyken lokomotifi olduğu, şiir gibi top oynayan 82 Brezilya'sının teknik direktörü Tele Santana'dan etkilendiği sır değil ama bizati teknik direktör olarak futbol aklını ve felsefesini yansıtabildiği tek mecra olarak elde Fenerbahçe var. Kendi döneminin hücumda yaratıcılığa ve doğaçlamaya sınırsız imkan tanıyan, pasa dayalı oyununu; çağın katı ve disiplinli alan trendiyle birleştirmeyi başarmıştı Zico.

Belki bilinçli bir hamle değildi. Belki de o sezon kesilen kablolardan, patlayan şike iddialarından, "şerefsizler hırsızlar emeğimizi çaldılar" söylemlerinden ötürü mecburi bir birliktelikti. Olağandışı koşullar, olağandışı bir tavrı tetiklemişti. Öyle ya da böyle Fenerbahçe o sezon kendi sıradanlığından kurtulup, çok kötü seyreden bir ilk sezonda Zico'ya sabretmişti. CSKA Moskova ve Olympiakos'ta bunu bulamadı Galinho. Sezonu tamamlayamadı. Bulsaydı, belki de Fenerbahçe'de yarım bıraktığını tamamlayabilir ve oyuna hız ve tempo ekleyebilirdi. Kimbilir...

Şimdi gündemde Türkiye Milli Takımı iddiaları var. Aman diyeyim hoca. Bu cıvık ortama bir daha girilmez. Sana, 3-4 sene çalışabileceğin bir kulüp takımı veya 2014'te kaldıracağın Dünya Kupası yakışır.

Etiketler: ,

20 Ocak 2010 Çarşamba

La Boca'da Vefa


"Aşkımız renklere sizlere değil" diye bir tezahürat vardır. Benim için doğrudur. Sarı ve mavi tonlarının buluştuğu takımlar bana hep sempatik gelmiştir. Fenerbahçe, Brezilya, Boca Juniors gibi. Fenerbahçe'nin sarı beyazdan sarı laciverte dönüşünün arkasındaki hikayede ilgi çekici bir taraf yok. Brezilya 1950 yılına kadar tercih ettiği beyaz formayı, evinde Uruguay'a yenilip Dünya Kupası'nı kaybedince terketmiş. Ve ülkenin bayrağındaki sarı-mavi-yeşil renkleri kullanmaya başlamış.


Boca Juniors'un hikayesi ise çok ilginç. Kulübün ilk forması pembe. Daha sonra kulübün kurucularından olan Farenga biraderler kız kardeşleri Manuela'dan yeni bir tasarım istiyorlar. Beyaz zemin üzerine üç siyah şeritli forma yapıyor Manuela. Yine de herkes memnun olmuyor elbette. Düz ve açık mavi bir formaya dönüş yapıyorlar. Fakat bu kez de, çok benzer bir forma kullanan Nottingham de Almagro isimli bir kulüple ihtilafa düşüyorlar. O zamanlar ikinci forma diye birşey yok. Çareyi forma rengine maç yapmakta buluyorlar. Boca maçı kaybedince, mecburen siyah beyaza geri dönüyor ama içlerine sinmiyor. Yeniden renk seçmek için tartışıyorlar. Yine anlaşamayınca, John Brichetto isimli bir dahi ortaya bir fikir atıyor. Limana gidip, geçen ilk geminin bandırasındaki renkleri almayı öneriyor. Hem fikir olunuyor ve ahali gemi nöbetine başlıyor. Piyango İsveç bandıralı Drottning Sophia isimli ticari gemiye vuruyor. O gemi sayesinde bugünkü renklerine kavuşuyor Boca.

Boca Juniors kulübün 105. yılında bu tarihe sahip çıktı. Bu sezon bu formalarla arz-ı endam eyleyecekler. İllüstrasyon güzel, bir de sahada nasıl duracağını görmek lazım.

Etiketler:

Köprüden Önce Son Çıkış


"Yazmak, sözcüğün sözcüğe olan yolculuğudur" demiş İlhan Berk. Benim yolculuğum yeni yıl ile gelen bronşit ve özel hayatın gelgitleriyle birleşince, iki haftadan uzun süredir, mecburi molaya girdi. İlgisini de sitemini de gönderenler eksik olmasınlar. Artık geri dönüş zamanı. Bu post köprüden önce son çıkış olsun. Gelecek program aşağıda.

La Boca'da Vefa
Patrick Vieira ve M.City
Juventus'un Yeni Yılı
F.Magath'a Bağlı Sakatlıklar
Zico'nun Kariyeri
Aziz Yıldırım ve Transfer Matematiği
İhale Kime Kalır ?
Dentinho
Dagoberto