Zico'yu nasıl bilirsiniz ? Varol'a yetmeyecektir ama sizin yanıtınızı yorumlara bekliyorum. Benim bu soruya tek kelimelik bir yanıtım var. Dönüp dolaşıp aynı sokağa çıkıyorum. 'Cesur' diyorum her seferinde. Montaigne'in "
ölümden neden korkacağım ki ? O varken ben olmayacağım, ben varken o olmayacak" diye bir sözü var. 4 seneye Fenerbahçe, Bunyodkor, CSKA Moskova ve Olympiakos teknik direktörlüğünü kapsayan bir kariyer ölümün futbolcası. Bu filmin içinde ilginç de dersler var. Bunyodkor biraz altın yumurtlayan tavuğu değerlendirme dürtüsüyle filme girdiği için dikkate almıyorum. Üçlemenin ilkiyle başlamak lazım. Fenerbahçe ile.
İyi futbolcudan iyi teknik direktör çıkma olasılığının düşük olduğu savı bizim toprakların en bayatlamayan klişelerinden biridir. Yeri geldiğinde teknik direktöre katma değer sağlamak, yeri geldiğinde de eleştirmek müteaddit defalar karşınıza dikiliverir. Bu klişeden kendilerine katma değer sağlayanlar, futbol oynadıkları dönemlerde takımlarında efsane olan ama elle tutulur bir teknik adamlık deneyimleri olmadan yetiştikleri kulüpte işbaşı yapan yerlilerdir. Bülent Korkmaz, Rıdvan Dilmen, Rıza Çalımbay gibi. Bizim çocuklardır. Kendileriyle futbolu seven, isim babası oldukları gençlere öğretecekleri çok şey vardır. Ne kadar basiretsizce iş yaparlarsa yapsınlar, eğer futbolu bıraktıktan sonra ekranlardan, gazete sütunlarından belaltı çalışmamışlarsa saygı ve sevgi baki kalır. Kredileri ve onlara beslenen umut daha fazladır.
Yine aynı şekilde elle tutulur bir teknik adamlık deneyimi olmayan; ama lokal yıldızlarımızdan farklı olarak geride bıraktığı futbolculuk kariyerinde uluslararası tanınırlığa ve saygınlığa erişmiş yabancılar ise bu klişenin ideal kurbanlarıdır. Başlarda gösterilen ilginin cazibesine kapılıp diri diri girdikleri mezarın farkında olmasalar da; takımın girdiği ilk krizde basın da taraftar da o adamı acımadan budamaya başlar. Alnında Hagi ve Zico dahi yazsa bu böyle. Maalesef. Hagi burada top oynamasına, henüz bir daha tekrarı olmamış başarılar kazanmasına ve kulüpte sembol olmasına rağmen bununla yüzleşti. Galatasaray'da beklentilerin ekonomik koşullar ve Özhan Canaydın'ın vizyonu sayesinde en alt düzeye indiği zamanlar da üstelik.
Zico'nun şartları daha zorluydu. 100. yılının arefesinde 1 ay başkansız kalmış, bir sezon önce şampiyonluğu son maçta kaybetmiş, 100. yılına sebebiyle yeni sezonda mutlak başarı istenen ve taraftarının Scolari ya da Capello beklediği Fenerbahçe'ye geldi bir kere. Kendisi ne kadar farkındaydı bilemiyorum ama piyangodan çıkmıştı. Fenerbahçe taraftarına altyazıyla duyuruldu. Fenerbahçe'nin resmi internet sitesinde futbolculuk geçmişiyle anlatıldı. Televizyonda golleri gösterildi. Kendisine bir parça güven duyan taraftarın dahi inancını kıracak derece hazırlıksız, amatörce ve kaotik bir seramoni. Elindeki takım da yarımdı. Transferler hazır değildi ve çoğu da ligin ilk haftalarına yetişmemişti. Bir de kulüp ilk hedefi olan Şampiyonlar Ligi'nden elenince çanlar hemen çalmaya başladı. Bir önceki sezon 90 gol atıp 81 puan alan takımın yerinde yeller esiyordu. Üstelik işler sadece sahada değil, tribünlerde de berbat gidiyordu. Kadıköy çatırdıyordu.

Zico bu krizden kimilerine göre şansının yardımıyla, bana göre ise cesareti ve liderliğiyle çıkıp, Fenerbahçe'yi 100.yılında unutulmaz bir şampiyonluğa taşıdı. Ertesi sezon da kulübün avrupa kupaları tarihinin en iyi derecesine imza attı. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynattı. Fenerbahçe taraftarı takımına, şampiyon olamadıkları bir sezonun ardından, ilk defa milyonluk eşşekler tepkisi vermek yerine teşekkür etmeyi seçti. Ne ironiktir ki, bu Zico ile kontrat yenilemedi Fenerbahçe. Üstelik Zico'yu getirenler gönderirken de amatörce ve nezaketsiz davranmayı ihmal etmediler.
Bu gayya kuyusundan çıkmış ve etiketi Zico olan bir futbol adamını başka yerlerde ve başka şekilde hayal etmekten doğal bir refleks olamaz. Zico ise Fenerbahçe'den sonraki 1,5 senelik kariyerine 3 kulüp ve 3 ülke sığdırdı.
CSKA Moskova ve Olympiakos, 5 büyük Avrupa liginin takımları dışında, kıtada rağbet gören ve iyi para kazanılan liglerin öncü takımları. Her iki kulübün de ciddi Şampiyonlar Ligi tecrübesi var ama her güzelin bir kusuru var elbet. Coğrafi iklimleri farklı ama futbol iklimleri ortak. Bozuk para gibi teknik direktör harcayan, kaotik iki kulüp. CSKA Moskova sovyet rejim döneminde ordunun futbol yüzü. 1991 yılında Rus Ligi'ni şampiyon kapattıktan sonra; ordunun etkisinin azalmasıyla 1992 yılında kurulan Rusya Premier Ligi'nde 2003'e kadar hiç şampiyon olamamış bir kulüp. Bu 10 sezonda tam 9 kez teknik adam değiştirmişler. 2002-03 sezonunda şampiyon olan takımın hocası Valeri Gazzaev'i bile kovup yerine Portekizli Artur Jorge'yi getirmişler. Olmayınca gene Gazzaev demişler. Zico'dan sonra, 6 ayda 2 teknik direktör eskittiler.
Ege'nin öte tarafındaki Olympiakos'ta durum daha vahim. Pire'ye gidiyorsan bilmen gereken tek şey kovulacağın olmalı. Bu konuda kulüp başkanı Sokratis Kokkalis ile aşık atacak bir canlı daha yok Dünya'da. Rahmetli Jesus Gil posterde tipini beğenmediği için hoca kovarken; Kokkalis duble yapan Ernesto Valverde'yi korkak olmakla suçlayıp, genç oyuncu yetiştirmediği için kovuyor. Gil'e göre biraz daha az çılgın ama aynı derecede saygısız.
Zico'nun da Olympiakos'tan ayrıldıktan sonra kişisel sitesinde yaptığı açıklamalara bakmak kafi bunu anlamak için. "Hayatımda ilk defa internetten işime son verildiğini öğrendim. 1 saat 20 dakika sonra da kapıma bir görevli kapıma tebligat bıraktı. Sözleşmem ligi 1. veya 2. bitirdiğimiz takdirde otomatik olarak uzuyordu. Takım da ligde 2. durumdaydı ve Şampiyonlar Ligi'nde evimizde oynadığımız tüm maçları kazanıp üst tura çıkmıştık. Nerede yanlış yaptım bilmiyorum. Haklarımı arayacağım ve sanırım bana mesaj atan Alex adlı bir hayranımın tavsiyesini dinleyeceğim. 1 sene ara verip, ailemle dinleneceğim. Zira futbol beni hayalkırıklığına uğratıyor. Destekleyen ve seven bütün Olympiakos taraftarına teşekkürler."
Hoca illa ki, bir sene sürecek dinlencesinde kendi muhasebesini yapar. Ben kendi simülasyonumun sonuçlarını yazayım.
Fenerbahçe günahıyla, sevabıyla Zico için Avrupa'ya açılan ilk duraktı. Hedef büyük ligler ise, pekala alınması gereken bir risk olabilir ama İstanbul'da enikonu bir eşik geçilmişti. Bu noktadan sonra CSKA Moskova ve Olympiakos seçimlerini anlamak zor. Fenerbahçe kariyeri cesaretlendirmiş olabilir diye düşünürken, bu kez başka bir paradoksla yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Zico'nun kulüp karakteri olarak Rus ve Yunanistan temsilcilerinden pek de farklı olmayan Fenerbahçe'de başarılı olurken, daha sonra neden çuvalladığına cevap vermek gerekiyor. Yapılar benzer olsa, her ülkenin ve takımın kendine özgü belirleyicileri var. Futbol her yerde aynı sonucu bir denklem değil. Kabul, ama bu kadar sapma göstermesi de doğal değil.
Doğru yanıt için yeniden Fenerbahçe'ye dönmek lazım.
Zico'nun futbolcuyken lokomotifi olduğu, şiir gibi top oynayan 82 Brezilya'sının teknik direktörü Tele Santana'dan etkilendiği sır değil ama bizati teknik direktör olarak futbol aklını ve felsefesini yansıtabildiği tek mecra olarak elde Fenerbahçe var. Kendi döneminin hücumda yaratıcılığa ve doğaçlamaya sınırsız imkan tanıyan, pasa dayalı oyununu; çağın katı ve disiplinli alan trendiyle birleştirmeyi başarmıştı Zico.
Belki bilinçli bir hamle değildi. Belki de o sezon kesilen kablolardan, patlayan şike iddialarından, "şerefsizler hırsızlar emeğimizi çaldılar" söylemlerinden ötürü mecburi bir birliktelikti. Olağandışı koşullar, olağandışı bir tavrı tetiklemişti. Öyle ya da böyle Fenerbahçe o sezon kendi sıradanlığından kurtulup, çok kötü seyreden bir ilk sezonda Zico'ya sabretmişti. CSKA Moskova ve Olympiakos'ta bunu bulamadı Galinho. Sezonu tamamlayamadı. Bulsaydı, belki de Fenerbahçe'de yarım bıraktığını tamamlayabilir ve oyuna hız ve tempo ekleyebilirdi. Kimbilir...
Şimdi gündemde Türkiye Milli Takımı iddiaları var. Aman diyeyim hoca. Bu cıvık ortama bir daha girilmez. Sana, 3-4 sene çalışabileceğin bir kulüp takımı veya 2014'te kaldıracağın Dünya Kupası yakışır.