Moreno Torricelli İtalya'nın Lombardia bölgesinde hayatını bir mobilya fabrikasında işçilik yaparak kazanan, yağız bir İtalyan delikanlısıydı. Hobi olarak da yarı - profesyonel düzeyde aynı bölgenin takımı olan Catanese için top oynuyordu 2 senedir. Juventus 1992 - 1993 sezonu için Giovanni Trapattoni önderliğinde hazırlanmaya İtalya'nın bu ormanlık, sert bir iklimi olan bölgesini tercih etmişti.
Torricelli'nin kaderi işte tam da bu an değişiyordu. O koca Juventus, o amatör Catanese ile bir idman maçı yapıyor ve Trapattoni savunmanın sağında oynayan bu 22 yaşındaki delikanlıda birşeyler görüyordu. Birkaç milyon lirete de onu Bianconeri yapıveriyordu.
Daha dün bedenini bir mobilya fabrikasının deposunda evine ekmek götürmek için kullanan Torricelli, bundan sonra aynı bedenini yeşil sahanın ve oraya bakan binlerce futbolseverin seyir zevkine sunacaktı. Üstelik 22 kez İtalya şampiyonu olan, müzesinde Avrupa kupaları bulunan bir kulübü temsilen. Daha Serie A'nın 2 . haftasında da Juventus'un 11 kişilik kadrosunda sahaya çıkmayı başarıyordu.
Juventus'un aynı sezon oynadığı UEFA Kupası'nda da formasını kaptırmıyor, ve Mayıs ayında Delle Alpi'de yükselen kupanın bir kulbundan da o tutuyordu. Bundan 3 sene sonra da, en son Heysel'de kazandıkları Şampiyonlar Ligi Kupası'nı Atina'da kaldırıyordu. İtalya Milli Takımı formasıyla katıldığı 2 büyük turnuvada değilse bile 6 sene sürecek Juventus macerasında Kupa Galipleri Kupası dışında yerel ve uluslararası hiçbir kupa bırakmıyordu kaldırmadık.
Nereden nereye dedirtecek cinsten.
Futbol tarihinde, kulüpler seviyesinde bu seviyede bir sıçrayışın emsali pek nadirdir. Yakın zamanda buna benzer bir sıçrayış öyküsü komşumuz Yunanistan da yaşandı. Giourkas Seitaridis bir 2. Lig takımı olan PAN Giannina'dan 20 yaşındayken Panathinaikos'a gelmiş ve geldiği sezon hem Yunanistan 1. Ligi hem de UEFA Şampiyonlar Ligi'nde forma giymiş. Takımının bu turnuvada çeyrek final görmesinde de epey katkıda bulunmuştu. Uluslararası anlamda ise kariyerine bir Euro 2004 kupası ekleyip önce Porto'nun sonra da Atletico Madrid'in yolunu tutmuştu.
Bu nadir sıçrayış öykülerinden biri de Türkiye'ye nasip oluyor şu sıra. Sağ beklerden pek görmediğimiz bir şekilde, oynadığı kulübün Türkiye'deki en alt ulusal lig seviyesinden en tepeye çıkmasında baş rolü oynayan Gökhan Gönül ardından o seviyenin en çok şampiyonluk kazanan takımı olan Fenerbahçe'ye transfer oldu bu yaz başında.
Fenerbahçe'nin yedek takımıyla çıktığı Gaziantepspor maçının ardından, ilk forma şansını bir
Şampiyonlar Ligi deplasmanında bulan Gökhan Gönül; yerini gene deplasmanda oynanacak bir maçta Jefferson Farfan'ı çok iyi savunup Roberto Carlos'un kanadına göndermekle kalmayıp aynı zamanda iyi de hücum ettiğini göstererek perçinliyordu.
Bu performansını yerel ligde de sürdürerek, kendisini Türkiye A Milli Takıma taşıyor ve ay yıldızlı formayla yaptığı asistle ülkenin İsviçre - Avusturya'da olmasını sağlayan isimlerden biri oluyordu. Torricelli'nin yüreği ve gücü ile yaptığını Gökhan Gönül tekniğini ve özgüvenini de ekleyerek yapıyordu. Bu göz kamaştırıcı performans sayesinde neredeyse Roberto Carlos'tan dahi fazla konuşulan bir isim o yeşil sahada.
Kariyer hikayesi Torricelli'ye, çehresi de bir başka İtalyan sağ bek Panucci'ye bekleyen Gökhan Gönül artık ülkedeki Burak Yılmaz misali yaşıtlarına da örnek olabilecek olgunluk ve nitelikte. Fenerbahçe yıllardır beklediği sağ taraf oyuncusunu, hem de en profesyonelinden bulmuş durumda.
Johann Cruyff kendisi için yazılan ve röportajlarından oluşan "Ajax Barcelona Cruyff" kitabında Rijkaard özelinde genç oyuncular için şöyle diyor:
"Bazılarına anlamaları için bir kez vurmak zorundasınız, hepsi bu. Sonra oraya varırlar, çünkü sahip oldukları bir parça yetenek onları en tepeye götürür"
Tıpkı Cruyff'un dediği gibi ona bir kez vurmak yeterli oldu ve pırıl pırıl bir gelecek onu bekliyor. En tepeye, ulaşmaya muktedir olduğu yere doğru adım adım ilerliyor.
Bu yolda, durmadan devam etmesi dileklerimizle.