5 Haziran 2009 Cuma

Yerli Moggi Taklaya Geldi



Luciano Moggi ismini futbolu biraz takip edenler iyi bilirler. Juventus'un sabıkalı yöneticisinin uzamnlık alanı transferdir. En büyük taktiği de sözleşmesi bitmeye yakın olan kalburüstü oyuncuları ayartmaktır. Önce oyuncunun takımda oynamak istemediği haberleri çıkar, ardından oyuncu düzenli olarak bu minvalde demeçler verir basına. Kulüp gönülsüz oyuncusunu mecburen satış listesine koyar. Oyuncunun değeri de düşmüş ve artık transfer için bütün şartlar oluşturulmuştur. Luciano Moggi'nin Juventus'a bu taktikle kazandırdığı en önemli oyuncu da Fabio Cannavaro'dur.



Yıldırım Demirören'in Mehmet Topuz hamlesi bunun Türk versiyonudur. Tek fark Kayseri'nin oyuncuyu zaten satacak olmasıdır ancak görüştükleri kulüp Fenerbahçe'dir. Hal böyle olunca Demirören Topuz'u Beşiktaşlı olduğunu söyleterek transferde avantajı eline almak istemiştir ama bu etik dışı taktik tutmamıştır. FIFA'nın bu kararlarda kulüpten yana olmasının etkisi büyüktür elbette. Mehmet Topuz artık Fenerbahçelidir. Ne kadar verim vereceği, Beşiktaş transferi konusunda söyledikleri çok da önemli değildir. Yerli Moggi Demirören taklaya gelmiştir. Bu iş bu kadar ayan beyan yapılmaz. Tecrübesizliğine mi vermek lazım bilemiyorum ama eğer Kayseri karakter gösterip bu konuyu TFF ya da FIFA nezdinde takip ederse hem Beşiktaş, hem de Mehmet Topuz'un menajeri büyük cezalarla karşı karşıyadır. 4 senedir Türkiye'nin futbol gündemini sürekli işgal eden bir oyuncuya da böyle bir son yakışırdı. Cehalet kötü şey gerçekten ama Türk futbolu için hayırlı olmuştur transfer, oyunu kuralına göre oynamayı öğrenmeli artık kulüpler ve futbolcular.

Etiketler: ,

Efes Pilsen 60 - 68 Fenerbahçe



Türkiye'de basketbolun Efes Pilsen sayesinde bu ülkede ivme kazandığına, izlenmeye başladığına inananlardan olmadım hiçbir zaman. Spor Sergi tıklım tıklımdı bir zamanlar. Efes Pilsen yokken de bu ülke basketbolu seviyordu, basketbol oynayabiliyordu. İTÜ vardı, Eczacıbaşı vardı, Paşabahçe vardı, Daçka vardı, Tofaş vardı. Efes Pilsen başka bir yol açtı, doğrudur; ama bu ülkenin bütün basketbol kültürünü Efes Pilsen üzerinden konuşmak en hafif tabiriyle ayıptır ve ülkedeki çok büyük basketbol aktörlerine, değerlerine de haksızlıktır. Önce bu bilinsin. Bilmeyenler de Efes Pilsen'in şu final serisini başlamadan germesinin altındaki niyeti iyice bir görüp ne büyük kötülük yaptıklarını düşünsün bir zahmet. Ergin Ataman'a da bilahare sevgilerimi yolluyorum buradan.


Maç beklediğimden kötü bir maç oldu. Savunma izlemek güzeldir. Şampiyonlar Ligi yarı finallerinde Chelsea - Barcalona eşleşmesinde savunmanın ne büyük bir ustalık gerektirdiğini ve hakkı verildiğinde ne kadar keyifle izlenebileceğini tecrübe ettik. Fakat o savunmayı bu kadar eşsiz ve dahiyane kılan şey Barcelona hücumlarındaki akıcılık ve yaratıcılık düzeyinin çok yüksek oluşuydu. Maçı izlerken hem Barça hücumlarındaki zerafeti hem de Chelsea'nin savunmasının hamlelerini açık açık görebiliyordunuz.

Dünkü maç böyle bir maç değildi. Ne Efes Pilsen'in ne de Fenerbahçe'nin çizilmiş bir tane doğru dürüst ve ezbere uygulanan hücum setini, yaratıcı oyununu göremedik. Spontane hücum ettiler. Fenerbahçe uzundan uzuna paslar, Efes ise ikili oyunlarla idare etti. Hücum bu kadar aciz kalınca yapılan savunmanın kalitesi ne kadar yüksek olursa olsun seyir zevki düşük kalıyor. O maç yavaş yavaş kusturmaya, bıktırmaya ve hatta tarafsız bir basketbolseveri kanal değiştirmeye dahi itebiliyor.

Toplam 128 sayı, 52 faul, 42 top kaybı, 8/44 üç sayı isabetiyle istatistik kağıdı üzerinde çok başarılı bir savunma maçı ama hiçbiri çok iyi hücum setlerini durdurulmasınan dolayı ortaya çıkan rakamlar değil. O yüzden kimse şu berbat maçı aman ne güzel savunma basketbolu oynandı, müthiş keyifliydi filan diye yutturmaya çalışmasın. Gerçek şu ki; Türk takımları savunmayı öğrendiler ama yıllardır akıcı ve yaratıcı hücum etmeyi bilmiyorlar savımın saha içerisindeki tezahürü sadece. Böyle bir ortamda maçın yıldızının, üstelik sadece savunmasıyla değil hücum performansıyla da Ömer Onan olması kadar da doğal birşey yok. Bu kaosa en uygun oyuncu çünkü Ömer.

İlk çeyrekte sürpriz bir oyuncu vardı sahada. Solomon'un dönüşünün ardından sakatlığı da bahane edilerek Gasper Vidmar tribüne yollanmıştı ve orada takılıyordu uzun süre. Ama parkelere indiğinde görüldü ki üst düzey olmayan basketbolunda öğrendiklerini unutmak bir yana daha da fazla koymuş öğrendiklerinin üzerine. Hem savunmada hem de hücumda üstlendiği rolle Fenerbahçe için ilk çeyreğin Ömer Onan ile birlikte kilit ismiydi Vidmar. Popüler değiller, spekteküler değiller belki ama bu tür oyuncuların rol disiplinlerine, çalışkanlıklarına her zaman hayranlık duyuyorum. Bunu belleklerinde doyasıya hissetmek isteyenler için adres Kaan Kural'ın Hastasıyım Bu Oyunun adlı kitabındaki "İki Brian'ın Hikayesi" yazısıdır.

İlk çeyrekte iki takım da serbest atış çizgisinden hücum ettiler ve Vidmar'ın çabasına rağmen pek de iyi geçmiyordu aslında Fenerbahçe adına bu çeyrek. Ne zaman Ömer Onan oyuna girdi, Ergin Ataman kendinden nefret ettiren karakterinden temsiller ortaya koydu o zaman Fenerbahçe rahatladı ve 19-15 önde kapadı bu çeyreği. İkinci çeyrekte de şansı yaver gitti Fenerbahçe'nin. Berbat oynadığı 8,5 dakikada 10 sayı geriye düşüp, son 81 saniyede bulduğu 10 sayıyla devreye 3 sayı girmek büyük şanstı. 10 sayılık bu serinin baş aktörü yine Ömer Onan'dı.

37-34 biten devrenin ardından Fenerbahçe taraftarlarının çoğunun maç hakkında fazla olumlu görüşe sahip olmadığını düşünüyorum. Aydın Örs döneminden beri yaşanan ve bir türlü çözüm bulunamayan bir üçüncü çeyrek sendromu var çünkü Fenerbahçe'nin. İstisna işte, bula bula Efes maçını buldu. Efes kısalarının boş üçlüklerini değerlendiremeyişinin payı daha büyük ama ilk iki çeyrekten daha kararlı bir savunma yaptı Fenerbahçe bu çeyrekte. Efes Pilsen'e sadece 8 sayı imkanı verdi. Ribaundlarda rakibini yakaladı. Bu denli iyi savunmanın ödülünü hücumda muhakkak alırsınız ama Fenerbahçe uzunlarının 3 saniye, hücum faul gibi basit top kayıpları nedeniyle Fenerbahçe bunu başaramadı. Ancak 15 sayı bulabildi Fener bu çeyrekte ve final periyoduna 49 - 45 önde girebildi.

Final periyodunda sahneye çıkması beklenen oyuncu maç boyu felaket oynamasına rağmen Willie Solomon'du ama bu rolü üstlenen genç Emir Preldziç oldu. Efes'in baskılı ön alan savunmasında topu getirmekte ve oyun kurmakta zorlanan takımını rahatlatmakla kalmadı Ömer Onan'a da hücumda eşlik etti. Potayı zorlamaktan çekinmedi, faul aldı ve en kritik serbest atışları eli tiremeden atmasını bildi. Takımına liderlik etti.

Bu periyodda bir diğer kritik hamle de Tanjeviç'ten geldi. Efes Pilsen'in Shumpert'in uzun forvet oynadığı 4 kısalı düzenine Tanjeviç Devin Smith'i aynı bölgeye çekerek cevap verdi. Smith Shumpert'i hücumda durdurmakla kalmadı iki çok önemli hücum ribaundu ve turnike ile maçın kopmasında büyük pay sahibi oldu. Kaya'nın centilmenlik dışı faulleri kaçırması, Thornton'un çok basit iki top kaybını da yadsımıyoruz elbette.

Maçın yıldızı hiç kuşkusuz Ömer Onan. Charles Smith gibi bir oyuncuyu 3 sayıda tutmakla kalmadı, çok yüksek yüzdeyle bulduğu 20 sayı ile de hücumda sazı eline aldı. Fenerbahçe de bu galibiyetle saha avantajını lehine çevirdi. Eğer seri 2-0 olursa Efes Pilsen bu işin altından kalkamaz. Fenerbahçe rüzgarı arkasına alıp süpürebilir Efes Pilsen'i.

Etiketler: ,

3 Haziran 2009 Çarşamba

Futbola Mola



Başkalarını bilmem ama Fenerbahçeli biraz böyledir. Fenerbahçe'de hayat yoksa futbol damarları da kurumaya yüz tutar. Ne kadar severse sevsin futbolu, güneşi Fenerbahçe'dir. Hiç parlamadı bu sezon bizim güneş. Kuruttu futbola dair içimde ne varsa, direnip başka galaksilerden medet umdum ama bir yere kadar. Yazacak çok şeyim olmasına rağmen yazasım gelmiyor artık. Yoruldum. Fenerbahçe gibi benim de yenilenmeye ihtiyacım var. Ne kadar zaman alacağı da gene Fenerbahçe'ye bağlı. Önümüzdeki sezonun modeli biraz belirmeye başlasın, burada da futbol yazıları belirmeye başlar. O zamana kadar tutunacağımız dal basketbol başta unuttuğumuz diğer sporlar olacaktır elimizden geldiğince.

1 Haziran 2009 Pazartesi

Leonardo Sonrası Keirrison



Ekim 2008'de atmışız ilk Keirrison yazısını bloga. Daha yeni parlıyordu o zamanlar ama şu sıralar hem Güney Amerika, hem Avrupa futbol basınında önemli yer işgal ediyor Brezilyalı.Keramet bende değil, adam topçu bir kere. Barcelona'nın kendisiyle de ilgilendiği sır değil. Keirrison da Romario ve Ronaldo'nun bıraktığı etkiden ötürü özel bir sempati besliyor Barcelona'ya ama rotası bundan sonra İtalya'yı gösterebilir Keirrison'un. Leonardo'nun Milan teknik direktörlük koltuğunu devralmasından sonra İtalyan kulübünün forvet hattına muhakkak ilave olacaktır. Leonardo'nun da en iyi bildiği yer Brezilya. Milan için oyuncu bakıyordu Brezilya'da ve Thiago Silva transferinde de payı büyüktü. Keirrison'un da aklını çelebilir, zira daha önce bir televizyon programında Keirrison'u Milan'da görmek istediğini açık seçik belirtmişti.

Şahsi fikrim ise Keirrison için Barcelona'nın daha uygun olacağı. Keirrison mükemmem bir son vuruşa sahip ve müthiş de gol sezgisi olan bir oyuncu. Velakin topu taşıyabilen, kendi pozisyonunu yaratabilen, hızlı bir oyuncu olmaktan öte ceza sahası bitiricisidir. Pato ile çok iyi tamamlarlar birbirlerini, Kaka da yardımcı olur diyenlere itiraz etmem ama Serie A bu tür oyuncular çok uygun bir lig değil. O bitiriciliğini de göstermesi için 3-5 kilo kaslanması, ayakta kalabilmesi lazım. Barcelona gibi oyunu neredeyse rakip ceza sahasında oynayan ve La Liga gibi fizik gücün çok öne çıkmadığı bir ligde süperstar olma şansı daha fazla.

Postu Keirrison'un rakamlarıyla bağlayalım. Geçen sezon 41 gol atmıştı ve Globo'nun bir sene içerisinde en çok gol atan oyuncuya verdiği Friedenrich ödülünü Kleber ve Washigol ile paylaşmıştı. Bu sezon da 23 gollü Taison'un ardından 31 maçta attığı 21 golle listede yer alıyor. Luxemburgo'nun yuhalandığı bu günlerde oyuncunun haklarına sahip olan Traffic şirketinin hamle yapması an meselesi. Taison'a da değineceğiz bilahare, bu sene büyülüyor resmen...

Etiketler: ,

4 Türk 4 Takım



Avrupa ligleri tamamen sona erdi. Yurtdışında forma giyen 4 oyuncumuz Tuncay Şanlı, Mehmet Aurelio, Çağdaş Atan ve Ersen Martin'in takımları küme düştü. Bu bir bakıma oyuncu kalitemizin nerede olduğunun da kanıtı aslında. Bu takımların arasında en acı sonu ise Real Betis yaşadı. Hani Real Madrid ve Barcelona'nın puanları dağıtacağını çocuk söylerdi, çok netti manzara ama işi sıkı tutmadılar. 5 maçta aldıkları 1 galibiyet ve 2 beraberlik ligde kalmaya yetmedi ve şu çok kötü Osasuna ligde kaldı. Ricardo Oliveira da futbol cenabetleri arasına katılmış oldu. Önce Zaragoza şimdi Betis. Bayram Tutumlu'nun yaz mesaisi de hayli yoğun geçecektir ama 32 yaşındaki sakat Aurelio'yu da Türkiye dışında bir yere pazarlayamayacağı aşikar. Fenerbahçelilerin büyük çoğunluğu da ahımız tuttu diye sevinmiyorlarsa adam değilim. Geçmişler olsun...

Etiketler: ,

31 Mayıs 2009 Pazar

Orlando Magic Finalde



Serinin aksine bu sefer işi sıkı tuttular, maceraya girmediler. Maça hızlı başladılar ve öyle de devam ettiler. Şovalyeleri "güle güle" nidalarıyla evlerine gönderdiler. Cleveland'ın bu sene böyle ezildiği, Lebron'un hiçbirşey oynayamadığı ve Dwight Howard'ın herşeyi yaptığı maç pek nadirdir sanırım. Bir kez bile öne geçemedi Cleveland, bir kez bile.

Bunun en büyük sebebi Cleveland'ın bir savunma takımı olmasına rağmen rakibini hücum ederek yenmek isteyişiydi. O yüzden de serinin geneline bakıldığında şu maç için alışılmadık Cleveland rakamları var. Mesela 15 hızlı hücum sayısı, mesela 40 boyalı alan sayısı. İki sayı ve üç sayı yüzdesinde de Orlando'dan az farkla da olsa iyilerdi ama 103 - 90 biten maçta Orlando'yu durduramadıkları gibi iki detayda da ezildiler. Serbest atışlar ve ribaundlar. Cleveland 22'de 11 faul atarken Dwight Howard tek başına 12/16 faul atma başarısı gösterdi ve oyunda tam anlamıyla hakimiyet kurdu. Shaq fiziği ve Tim Duncan fundamentalinden imal edilmiş bir mutant gibiydi. Hücumda ve savunma da yapılabilecek ne varsa yaptı sayılır. Bir tek üç sayı isabeti bulamamıştı, onu da maç sonunda denemekten geri kalmadı.

Cleveland için bu seriyi kaybetmek Lebron'u kaybetmek anlamına da gelebilir ve free agent konumuna düşen Joe Smith & Szczerbiak ile de yolları ayırıp, salary capi boşaltıp yepyeni bir yola sapabilirler. Tabi takas için uygun takımların hangileri olduğunu bilemiyorum, uzmanlarına bırakmak lazım ama gönlümden Knicks geçer.

Magic'in ise finalde Lakers karşısında işi bu kadar kolay olmayacaktır. Orlando'nun final tecrübesi olan oyuncusu yok bildiğim kadarıyla (edit). Playoff maçları normal sezondan ne kadar farklıysa, final serileri de playoff serilerinden o derece farklıdır. Üstelik Orlando dış adamları karşılarında Cleveland kadar kısa oyuncular bulmayacaklar bu kez. Ariza, Odom, Walton ve hatta Morrison ile Orlando'nun dış atışlarını bozabilirler.

Yine de şu formuyla ve moraliyle, saha avantajını ellerinde bulundurmamalarına rağmen favorim Orlando Magic. 4-2 diyorum. En büyük teknik dayanağım ise Dwight Howard'ın Pau Gasol'un sertlik karşısında yılan yapısıyla seriyi domine etme ihtimali. Bynum da gitsin kumda oynasın...

Etiketler: ,