Gremio Brezilya Ligi'ndeki son şampiyonluğunu 1996 yılında almış, 12 senedir özlemini çekiyorlar kupanın. Fakat Sao Paulo'nun kaybetmesi dışında hiçbir senaryo onları şampiyon yapmayacak. Pek görülmemiş bir durum. İşlerinin Tanrı'ya kaldığını düşünüyor olacaklar ki, sabahın erken saatlerinde formasını da yanına alarak Olimpiyat Stadı'nın önünde duaya durmuş bu taraftar. Bu sezon ki son görevini yerine getiriyor.
Sao Paulo Brezilya'da bir ilki gerçekleştirip 3. kez ardarda şampiyonluğa koşuyor, taraftar kutlamaya katılmak için bilet peşinde resimde görüldüğü üzere. 3 saate kalmadan bitmiş biletler.
Marsilya'nın tribün lideri Santos durumu malum. Aylardır polise mukavemet ve şiddet uygulamaktan gözaltındaydı. 8 sene hapsi isteniyordu. 2 gün önce mahkemesi yapıldı. İspanyollar 8 senedeki ısrarlarını sürdürdüler. Tercümanlar eşliğinde video, resim ve tanık ifadelerini kullanan savunma 1,5 sene istedi ceza olarak. Santos polisi refleksif olarak itelediğini kabul etse de koltuk attığını reddetti. Marsilya kulübü de destek oldu tribün liderine. Velakin bugün çıkan karar hayalkırıklığı. 3,5 sene hapis ve para cezası. İspanyolların en sürreal adamı Salvador Dali dahi bana kalırsa bu kadarını beceremezdi.
94 Dünya Kupası. Suudiler Belçika ile gruptan çıkma mücadelesinde final maçı oynuyorlar. Suudi futbolcu Saeed Al-Owairan maçın başında bu enfes golü atıyor. Müthiş bir slalom ve bitirici vuruş...
Thiago Silva 24 yaşında. Porto ve Dinamo Moskova'daki iki denemesinden de başarılı olamamış ve Brezilya'ya geri dönmüştü. Fluminense'de 3 sezondur oyununu hep ilerletti. Çok yönlü bir stoper artık ve 3. kez Avrupa'ya çıkacak. Büyük ihtimalle İtalya'ya. Son antrenmanına sırf kendisini uğurlamak için 300 taraftar gelmiş. Kariyerinin kilometre taşlarından oluşan iki poster tablo hediye etmişler. Tezahüratlar, pankartlar da cabası. Böyle ayrılık her futbolcunun başına...
Brezilya'da bu haftasonu dananın kuyruğu kopacak. Şampiyon olan, Libertadores'e katılan, küme düşen... Hepsi bu haftason belli olacak. Uzun zamandır böyle bir lig yarışını takip etmemiştim. Kaderi belli olacaklardan birisi Vasco De Gama. Brezilya'da en fazla taraftara sahip olan 5. kulüp. 1971'den beri bu haliyle düzenlenen Brezilya Serie A'da hep var olmuş bir takım, velakin küme düşme korkusunu iliklerine kadar hissediyorlar. Taraftar bu sezon ki son görevi için kuyruğa girmiş. 36273 kişilik São Januário stadında kalan 3300 kişilik yer için bekliyorlar. Türkiye'de deplasman biletlerinin satışları dışında bu manzarayı pek göremiyoruz artık. İyi mi kötü mü bilemiyorum da.
Pierpaolo Marino Napoli'nin futbol direktörü, daha önce de karalamıştık hakkında buraya. Cin gibi adamdır. Juventus Moggi sonrasında yaşadığı transferle ilgili sıkıntılara çare olarak onu düşünüyordu. Haksız da sayılmazlar. Sadece iyi transfer yapmaz, uzun vadede beklentiye gireceği oyuncuları da iyi seçer ve uzun kontratlar yapar. Hamsik, Denis, Maggio, Santacroce, Mannini, Gargano ve elbette Lavezzi gibi. Hiçbirinin kontratı 2012'den evvel bitmiyor. Napoli'nin serpilip Şampiyonlar Ligi hatta Scudetto kovalayacak olgunluğa erişme sürecinde takımın temelini oluşturacak bu adamlar. Fakat bu tür takımlar için asıl zorluk bu süreçte bu oyuncuları elde. Kontrata rağmen arıza çıkaracaklar olacak. Arjantinli Lavezzi gibi. Napoli'ye gelmeden önce Arjantin'in sıradan oyuncularından biriydi ama takımın Serie A'da kalıp yükselmesindeki baş aktörlerden biri ( Serie B düzeltmesi için Adsız'a teşekkürler ). Velakin aldığı parayı az buluyor, menajeri de senelik 6 milyon € teklif eden kulüpler olduğunu söylemiş. Mesajı göndermiş yani Marino'ya. Lavezzi'nin talebini kabul etsen dert, etmesen dert. Kabul etsen Hamsik, Santacroce, Maggio gibi adamlar da sıraya girecek. Etmesen Lavezzi oynamayacak. İşi zor Marino'nun, papatya falına başlamıştır...
Almanya'da oynanan maçlarda Türk takımlarının, bilhassa da orada yaşayan Türkler dolayısıyla, ev sahibi olacağı yorumlarına pek itibar etmem. Fakat stad bu kadar büyük ve üstelik rakip de Berlin'den olunca işler değişti. Hertha Berlin Ankaragücü gibiydi. Taraftarı vardı ve performansları fena da değildi ama asla gerçek bir ev sahibi değillerdi. Tribünde kaybettiler maçı önce. Sahada da ev sahibi gibi oyunu domine eden Galatasaray'dı.
Hertha Berlin sahaya klasik bir 4-4-2 ile yayılmış. Hem savunma bekleri hem de ortasahadaki kanat oyuncuları pek mahir değil. Buna bir de Kacar'ın şutları dışında birşey üretemeyen ortasaha eklenince Hertha tamamen Pantelic ve Voronin'in savunma arkası deparlarıyla, fuleleriyle, driplingleriyle gelmeye çalıştı Galatasaray'ın üzerine. Oyunu da bu yüzden genelde kendi yarısahalarında kabul ettiler. Savunmasında Servet ve Meira türünden iyi pozisyon alan ama ağır bir tandeme karşı aslında kabul edilebilir plan bu. Ama tutmadı. Skibbe'nin Sabri dışında ağır olan savunmayı ceza yayının 15 metre önünden öteye çıkarmaması bunun en büyük sebebiydi. Galatasaray ise simetrik bir 4-2-3-1 ile başladı maça. Baros'un arkasındaki üçlünün dinamizm ve sertlik konusundaki zafiyetleri, arkalarına Mehmet Topal ve Barış Özbek'i yerleştirerek dengelenmişti bu kez. Bu ikili aynı zamanda yukarıda bahsettiğimiz oyunu geride kabul eden Galatasaray savunması ile Kewell - Lincoln - Arda arasındaki üçlünün arasındaki boşluğu da müthiş enerjileriyle doldurdular. Top kullanma sorunlarını da Lincoln'ün - kaptanlıktan mı kaynaklı yoksa Almanya özleminden mi bilinmez - insiyatif alma güdüsüyle hallettiler. Geldiğinden beri izlediğim en iyi Lincoln'dü.
Buna rağmen maçta uzaktan şutlar dışında heyecan yaratan pek birşey yoktu. Galatasaray adına bu kadar dominant oynanan bir oyunda cezasahasına girilememesinin başlıca sebebi ise Arda ve Kewell'in kötü günlerinde olması ve kanatları iyi kullanamamasıydı. Kewell bir kere girdi, o da penaltı oldu. Galatasaray'ın rakibine verdiği en net pozisyon ise bir duran top sonrası kalecinin elle oyuna soktuğu toptan geldi. Orta yuvarlağa dahi gelmekten imtina eden Meira ve Servet ilerideydi Voronin ve Pantelic haldır haldır gelirken. Ben Hertha Berlin taraftarı olsam Pantelic'i meşe odunuyla kovalardım.
Son 15 dakikada işler değişti. Daha Bulgaristan'da oynarken bu bloga konu olan Valeri Domovchiyski ile de dar alanda etkili olmaya çalıştılar. Favre'nin bir hamlesi de oyunu daha öne taşımak ve daha kaliteli pas yapabilmek için Cicero'yu almasıydı. Oyuncunun fizik olarak pek diri olmamasına rağmen, oyunu Hertha adına olumlu etkiledi bu hamle. Bunda Skibbe'nin yorulan Mehmet Topal - Barış ortasahasını takviye etmemesinin payı büyük. Arda - Kewell'dan biri ile değişebilirdi Mehmet Güven. Yapmadı ve Galatasaray iyice geriye yaslandı. Yine de şanslıydı Skibbe, son dakikalardaki karamboller Galatasaray lehine sonuçlandı.
Son paragrafı da hakeme açalım. Maçın en iyisi Lincoln ikinci devre oyundan atılabilirdi. Kaptırdığı topun ardından hücuma kalkan rakibini arkadan müdaheleyle indirdiğinde gözümün önüne Türk hakemleri geldi. Kesinlikle oyunda olmazdı Lincoln. İtalyan üzerinde dahi durmadı. Verdiği penaltı ise bir deplasman takımına verilecek türden değil. Bana kalırsa elle oynama yok orada, yüzünü korumaya çalıştı sanki Hertha'lı oyuncu. Daha da ilginci neredeyse karbon kopya pozisyonlarda ev sahibi lehine 2 penaltıyı üflememesiydi. Sanırım gerçek ev sahibini Rizzoli de anladı.
Lyon artık Ligue 1'de eskisi kadar rahat değil. Marsilya, Bordeaux, PSG gibi ligin popüler takımları eskiye oranla daha iyiler. Lille, Toulouse, Rennes, Nice gibi kulüpler de bunların arasına gimeyi başardılar son dönemde. Ligue 1'de Saint Etienne dışında underachieve durumda olan takım yok demek mümkün şu an. Ligue 1'de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu için yatırım yapan takımların almak için delirdiği oyuncular da mevcut. Fransızların yurtdışına ihraç ettiği uluslararası starlarının formları da yükselişte. Kısacası Fransızlar kulüp ve yetenek bazında iyi durumdalar. Velakin Fransa Milli Takımı Euro 2008'de duvara tosladı. Kulüplerinin en değerli oyuncuları olan Ribery ve Benzema Fransa'yı temsil ettikleri Altın Top oylamasında 7 ve 0 puan alabildiler bu yüzden. 98 ve 2000 yıllarında şampiyon olan takımdan sonra yakalanan en iyi jenerasyonu da mundar edecek bu Domenech. Top oynayacaklarına böyle şebeklik yapacaklar...
İtalya Serie A 20 takımla oynanıyor. Bu seneyi bir kenara koyarsak, hem şampiyonluk hem de düşmeme mücadelesi veren takımlar arasındaki puan farkı genelde epey fazla olur. Eski stadlar sayesinde tribünler ayakta kalsa da kulüplerin seyirci ortalamaları da düşük olduğundan gişe gelirlerine bel bağlayanlar için ayakta kalmak da çok zordur. Mevzuat gereği yayın hakları da havuz yerine ekseriyetle bizim eski usül pazarlanıyor. Bir de Bosman etkisi. Serie A'da neden eskisi gibi rekabetin olmadığını ve yarışın büyüklere kaldığını anlayabilmek mümkün. İtalya Futbol Federasyonu bunun için önlem alıyor 2010 yılından itibaren. 2010'un esprisi mevcut yayın sözleşmelerinin bitecek olması. Başkan Giancarlo Abete'nin açıklamasına göre ligi de 18 takıma düşürüyorlar. Serie B de otomatikman 22 takım olacak.
Nuri Şahin'i Türk Milli Takımı'nda oynatabilmek bir dönem Kıbrıs sorunundan, AB müktesebatı ve müzakerelerinden filan daha önemliydi bu ülkede. Tanrı'nın lütfu mudur bilinmez ama doğup büyüdüğü Almanya'ya karşı milli olmuştu ilk kez ve gol de atmıştı. Gündem Nuri Şahin'di. Olimpiyat Stadı'nın uğursuzluğundan mıdır nedir bir daha da doğru dürüst forma yüzü görmedi, gözden düştü. Dortmund'un o dönem girdiği ekonomik kriz yüzünden Marc-Andre Kruska, Kosi Saka, Sebastian Tyralla gibi altyapı oyuncuları oynatan Bert Van Maarwijk devreye girip Feyenoord'a kiralık aldı. 29 maçta da forma verdi. Bu sezon geri döndü Bundesliga'ya ama Borussia Dortmund'da yine yedek Nuri Şahin. 17 yaş altı takımlarda canına okuduğu Brezilya'nın Anderson'u United ile Şampiyonlar Ligi kaldırırken, o parladığında adı sanı olmayan Mesut Öziller çatır çatır oynarken bizim Nuri Şahin kadroya girmek uğraşında. Bir dönem satılamayacak kadar değerliyken, Arsene Wenger tarafından kendi yaş grubunun en yeteneklisi olarak gösterilirken şimdi balon olup olmadığı tartışılıyor. Umarım bir hata yapıp da Türkiye'ye gelmez. Biraz daha sabreder.
Global krizin etkilediği Rus Futbol kulüplerinden ikisi Saturn FC ve FC Khimki takımları birleşme kararı aldı. Moskova bölgesinin iki ekibi, yaşadıkları maddi krizi aşabilmek için kulüplerin böyle bir kararın alındığını açıkladılar. Geçen seneyi 11. Ve 14. sırada bitiren iki takımın birleşmesinden sonra 16 takımlı ligde takım sayısı eksileceğinden, lig bitiminde sıralamada 15. sırada yer alan Shinnik takımı küme düşürülmeyecek ve gelecek sene de Rus Premier Ligi’nde mücadele edecek.
Felix Magath ilginç bir figürdür Almanya'da. Garip çıkışları olmuştur. Oyuncuların jölesine takması, teknik direktör maaşlarını beğenmemesi ilk aklıma gelenler. Bir yenisini ekledi bu çıkışlarına, ama böylesini hiç görmemiş ve duymamıştık. Hep merak ederim bu oyunculara, teknik adamlara ve yöneticilere kesilen ceaları. Felix Magath meraktan mıdır bilemiyorum ama Alman Federasyonu'nun hakeme karşı sportmenlik dışı davranıştan ötürü verdiği 10,000 € tutarındaki cezayı ödemeyeceğini söylemiş Braunschweiger Zeitung gazetesine. Zira cezasını Stuttgart maçının ikinci devresini tribünde izleyerek çektiğini düşünüyor Magath. Tam Mehmet Demirkol konusudur bu ama satır arasında bir garip argümanı daha var. Pizarro'dan az kazanmasına rağmen kendisinin 10,000 €, Perulunun ise 3000€ ödemesi. Çingene pazarlığını bilezdim öğrendim bu haberden sonra.
Gerd Müller sadece Almanya futbolunun belki de Dünya futbolunun gelmiş geçmiş en büyük golcüsü. Milli Takım ile yakaladığı gol ortalaması 1'den fazla, Bundesliga'da da 1'e yakın. 71-72 sezonunda 34 maçta attığı 40 gol hala kırılamayan bir rekor. Velakin imkansız denilen bu rekoru 37 sezon sonra kırmaya aday bir santrfor var Almanya'da artık. Höffenheim'ın Boşnak santrforu Vedad Ibisevic şu ana kadar 15 maçta 17 gol attı. Müller'in ortalamasına çok çok yakın bir gidişat bu. Hatta şu ana kadar yaptığı 7 asistten 1 tanesini gol yaptığı an geçmişti Müller'i. Sezon sonuna kadar böyle devam ederse benim 2009 Altın Top için 1 numaralı adayımdır kendisi.
Türkiye'de Anadolu kulüplerinin şehre büyüklerden birisi geldiğinde uyguladığı bilet fiyat politikasına alışığız. Yolunacak kaz olarak görürler o takımların taraftarını, özellikle de taraftarı olmayan Ankara kulüpleri. Brezilya'da da durum pek farklı değil. Ligin son haftasında Goias deplasmanında alacağı 1 puan şampiyon yapacak Tricolor'u. Goias ise cezası nedeniyle maçı 50000 kişilik kendi stadında değil, 20000 kişilik Bezerrao Stadı'nda oynayacak. Bu stad aynı zamanda Brezilya'nın Portekiz'e 6 attığı stad. Bir cezası daha var Goias'ın. Ülkedeki sel mahkumlarına yardımda bulunmak. Fakir Brezilya kulüpleri için bunlar caydırıcı cezalar. Goias yöneticileri de uyanık tabi. 200$ civarına çekmişler bilet fiyatlarını ve misafir taraftara kısıtlama da koymamışlar.
Bu rakam Brezilya'nın 2008 yılında düzenlediği en büyük etkinliklerle yarışıyor. UOL bir dökümünü de çıkarmış. Tablodaki rakamlar Brezilya reali, Amerikan Doları karşılığı için 2,5'a bölmeniz yeterli. Goias - Sao Paulo maçı Madonna'yı izlemek kadar neredeyse. Bu fiyatlarla 30000 kişilik gişe mağduriyeti, CBF ( Brezilya Futbol Federasyonu ) her ne kadar etik bulmasa da böylece giderilmiş oluyor. Hatta Brezilya'da maç bilet fiyatlarının en fazla 50$ olduğunu düşünürsek kar dahi ediliyor. Karaborsadan kaça gider bu biletler kimbilir...
Brezilya Serie A'nın bitimine 1 hafta kaldı. Sao Paulo küme düşme korkusu yaşayan 2008 Copa Libertadores finalisti Fluminense'den beraberliği zor kurtardı evinde. Borges'in çok kıytırık bir golüyle aldılar beraberliği.80000 taraftarı önünde atabileceği tur şansını Goias deplasmanına bıraktı. Rakip Gremio ise küme düşmesi kesinleşen rakibi Ipatinga'ya deplasmanda 4 attı. 100 taraftarı havaalanında karşıladı oyuncuları. Gremio yöneticilerinin Sao Paulo'nun rakibi Goias için teşvik primi dolu çantalar yollandığı söylenen bir ortamda manidar bu karşılama. Hoş Gremio direktörü Krieger "biz sadece takımımızı motive etmeye çalışıyoruz" dedi ama 12 senedir hasret olunan şampiyonluk için tek şansı da Sao Paulo'nun son hafta kaybetmesi Gremio'nun.
Şampiyonluk cephesinde bunlar olurken Libertadores için karşılıklı ikramlar devam ediyor. Flamengo takımı kendi evinde ilk 35 dakika 3-0 öne geçtiği bir maçı 3-3 berabere bitirmeyi başardı. Rakipleri Cruzeiro'nun yenildiği, Palmeiras'ın da berabere kaldığı bir haftada delirmiştir Fla taraftarı. Aşağıda ise Vasco ve Figueirense var gücüyle savaşıyor. Deplasmanda ligin iyi takımları olan Coritiba ve Botafogo'yu 2 farkla yendiler. Portuguesa ise evinde rahat durumda olan Sport'u yenemedi ve küme düştü. Santos ise Mineiro'dan çok değerli 1 puan aldı velakin Nautico'nun Atletico Paranaense'yi yenmesiyle birlikte işler iyice karıştı. Haftaya Figueirense evinde Internacional'i, Vasco Vitoria'yı, Atletico Paranaense ise Flamengo'yu ağırlayacak son hafta evlerinde. Nautico ise Santos deplasmanına gidiyor. Puan durumu için tıklayın.
Botafogo 1 x 3 Figueirense Internacional 1 x 0 Cruzeiro Vitória 0 x 0 Palmeiras Portuguesa 2 x 2 Sport Coritiba 0 x 2 Vasco Náutico 2 x 1 Atlético-PR Flamengo 3 x 3 Goiás Ipatinga-MG 1 x 4 Grêmio Atlético-MG 0 x 0 Santos São Paulo 1 x 1 Fluminense
Marca manşetinden vermiş transferi, yazan kişi de bizim Jose Felix Diaz. Aragones transferini Fenerbahçelilere duyuran muhabir. Yazın Robinho yerine düşünülüyordu Huntelaar. Telaffuz edilen rakam da 25 milyon € civarlarındaydı. Şu an sakat, rakam daha düşük olacaktır büyük ihtimalle. Detayları belli olunca geçeriz bloga. Şampiyonlar Ligi'nde de oynayabilecek Huntelaar yeni kural ile birlkte. Ve Real Madrid'deki Hollandalı sayısı da 6 olacak. Milli takımdaki gibi oynarlarsa çok başka bir takım olur Real.
Luiz Felipe Scolari'nin Portekiz'in sahip olduğu en iyi jenerasyondan bir şampiyon yaratamadığı, büyük hatta biraz sıkı maçların altından kalkamadığı 5 sene konuşuldu. Chelsea'de de benzer bir gidişat var. Ligde liderler ve 13 maçta sadece 2 mağlubiyet ve 3 beraberlik aldılar. Deplasmanlarda firesizler ama bu 2 mağlubiyet ve 3 beraberlik Mourinho zamanında geçilmez olan Stamford Brigde'de alındı. Üstelik iki mağlubiyet de şampiyonluktaki rakiplere karşı. Liverpool ve Arsenal. Aynı stadda Manchester United ile de yenişememişti Scolari'nin takımı. Kadro kalitesi ligin ilk 8 klasmanını hakeden; ama başka hatalardan ötürü sürünen Tottenham ve Newcastle United, Stamford Bridge'den puan çıkaran diğer takımlar. Şampiyonlar Ligi'nde de Roma'nın gerisindeler ikili averajda. Scolari ise Arsenal maçının hakemini fırçalamakla meşgul.
Futbolun en güzel yanı gol. Bütün bir maç o golü bekliyoruz, o golü atabilmek için uğraşıyor oyuncular ve o golü atabilmek için plan yapıyor teknik adamlar. Futbola yatırım yapan dev şirketler tanıtımlarını gol üzerine yoğunlaştırıyor, filmler gol ismiyle çekiliyor. Futbolun herşeyi gol. Almanlar ve Fransızlar dışında gole gol demeyen de yok sanırım. FIFA ve UEFA maçları daha gollü hale getirebilmek için kuralları esnetiyor, gole yakın adamları koruma altına alıyor. Oysa aynı FIFA ve UEFA golün kutlaması için bin türlü kural getiriyor. Onların istediği gibi sevinmek zorundasınız. 90. dakikada galibiyet golünü atan ve nabzı 150'nin üzerinde atan bir oyuncunun formasını çıkarmasından doğal ne olabilir ya da çok kötü bir sezon geçirmiş Lincoln'ün köşe gönderiyle gitar efekti yapmasında ne gibi bir sakınca olabilir. Keza oyuncunun taraftarının bulunduğu tribüne gidip, tellere 1-2 adım tırmanıp sevincini paylaşması kime sorun yaratır. Ama yasak hepsi. Eğer bu hareketler çok baş ağrıtıyorsa, içerisinde provokatif bir hareket ya da fanilasında siyasi, etnik bir mesaj varsa oyuncunun, o zaman bakarsın maç görüntülerine ve kesersin cezayı videodan. Nedendir bu okullar olmasa ne güzel yönetirdim milli eğitimi anlayışı ? Bırak da sevinelim FIFA. Umudumuzsun Platini...
1950'de Brezilya'da düzenlenen Dünya Kupası'nın ve belki de şampiyona tarihinin ilk sürpriz skoru..
Daha önceki Dünya kupalarına politik nedenlerden dolayı katılmayan Ingilizler, bu turnuvaya en iyi kadrolarıyla katılma kararı almışlardır. Dönemin en iyi takımı olarak görülen Ingiltere’de teknik direktör Winterbottom, kadroya Wilfred Mannion, Tom Finney, Billy Wright, 1963 yılında bu takımın başına geçerek takımı ilk dünya şampiyonluğuna taşıyacak olan Alf Ramsey ve o dönemin en iyi oyuncusu olarak gösterilen Stanley Matthews’u da dahil ederek Ingilizlerin bu turnuva için ne kadar aç ve istekli olduklarını göstermiştir. Hatta takımlarını Lloyd şirketine o gün için çok yüksek bir miktar olan 3 milyon dolara sigortalatmaları da işi ne kadar ciddiye aldıklarının bir göstergesidir.
Amerika ise, turnuvadan 15 gün önce bir araya gelmiş, son 7 maçında galibiyet yüzü görmemiş, attığı 2 gole karşılık, kalesinde 45 gol görmüş bir takımdır. Oyunculardan bazıları Amerikan Ligi’nde oynamakta, maç başına 25 dolar gibi sembolik ücretlerle hayatlarını sürdürmektedirler. Ilk 11’lerinde, Amerikan vatandaşı olmak istediğini açıklamış, Amerikan pasaportu taşımayan 3 oyuncu bulundurmaktadırlar. Dönemin FIFA kuralları, böyle bir durumda herhangi bir aksi koşul içermemektedir ve bu oyuncuların ABD forması giymesinde bir sakınca yoktur.
Grup maçlarına 2-0’lık Şili galibiyetiyle başlayan Ingiltere’ye karşın, Amerika Birleşik Devletleri güçlü Ispanya’ya direnememiştir ve 3-1’lik skorla mağlup olmuştur. 2.maçlara gelindiğinde, ABD - Ingiltere maçı öncesi, Ingiliz gazeteleri kendilerinden o kadar emindirler ki, Daily Mirror gazetesi “Amerikalı amatörlere düştük.” diye manşet atar.
Maç beklendiği gibi başlar ve Ingiltere karşı kaleyi abluka altına alır. 15 dakika içerisinde atılmış 2’si direkten dönen 6 şut, Amerika’nın ecel terleri dökmesine sebep olur. Ilk yarım saat içerisinde değil karşı kaleye gitmek, yarı sahasından çıkamayan Amerika, 38. Dakikada golü bulur. Soldan taç atışında topu içeriye aşıran Amerika’da, araya giren Haiti asıllı oyuncu Gaetjens, Ingiliz kalecisini mağlup eder ve Amerika Birleşik Devletleri 1-0 öne geçer. Golü atan Gaetjens daha sonra Avrupa’da top koşturacak, ülkesine döndüğünde ise diktatör yönetim ajanları tarafından yakalanıp, öldürülecektir.
Bu golü duyan herkes, ABD’nin şeref sayısını bulduğunu düşünür, Ingiltere’nin maçı alacağına inanç halen devam etmektedir. Ancak defans ve kaleci Borghi, Ingiliz akınlarına direnir. Ingilizler saha koşullarının da çok iyi olmaması sebebiyle en etkili oldukları mevkiiyi - kanatları kullanamamaktadır. ABD ikinci golü de Frank Wallace’in ayağından bulma şansını yakalar ancak başarılı olamaz, maç 1-0 tamamlanır. Ingilizler 20, ABD ise 1 şut atarak maçı tamamlar. Kazanan taraf ise bu istatistiğin tam aksine Amerika Birleşik Devletleri olur.
Bu Ingiltere’nin ilk Dünya Kupası ve yayın imkanları da çok geniş olmadığından, sonuç basına yansıyarak ülkeye ulaştığında, herkes ufak çaplı bir şok yaşar. Hatta halen öyle bir takıma güven hakimdir ki, bir yazım hatasının olduğunu skorun 10-0 Ingiltere lehine olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Ingilizler maçın ardından kaybetmeyi hazmedemezler ve maçta oynatılan 3 oyuncuyu da sebep göstererek maç sonucuna itiraz ederler. Bu çabaları sonuç vermez ve mahkeme ve FIFA 1950 Aralık’ta maçın sonucunu tescil eder.
Ancak bu galibiyete rağmen, ABD gruptan çıkamaz, turnuvaya veda eder. Bu galibiyet onlara bir dahaki Dünya Kupası maceralarına kadar yeterli olacaktır. (44 yıl kadar sonra!) Ingiltere ise bu yenilgi ardından Ispanya’ya da kaybederek elenir ve evine dönmek zorunda kalır. Ertesi gün Daily Mail gazetesi futbolda küçük görmenin yeri olmadığını belirtircesine bir başlık atar “ Tüm zamanların en büyük spor sürprizi!” Amerikalıların bu galibiyeti tarihteki yerini “Belo-Horizonte mucizesi” olarak alır ve 2005 yılında çevrilecek olan "The Game of Their Lives" filmine de konu olur. Filme ait sitenin linki budur. Maçın görüntüleri de aşağıda.
Adalet herkese ve her sektöre lazım, futbola da. Milyonlarca insanın izlediği, üzerine sürekli konuştuğu, tarif edilemeyecek duygusallığın yaşandığı ve akıl almaz yatırımların yapıldığı bir oyundan zevk alınması birinci koşuldur o adaletin sağlanması. O yüzden federasyonu ve hakemleri var bu oyunun.Velakin benim ülkemin federasyonları ve hakemleri bu işte yeterince iyi değiller. Adil olmaktan uzaklar. Bu bir tercih değil elbette, ama adil olmayı beceremiyorlar. Futbolcular kadar koşuyorlar, pozisyonlara çok yakınlar hatta Cumartesi gördüğümüz üzere bazen o pozisyonların içindeler. Velakin adil olmaktan uzaklar. Burunlarının önünde cerayan edenleri doğru süzemiyolar. Bu hafta ziyadesiyle şahit olduk, daha önce binlerce defa şahit olduğumuz gibi.
Bunun üzerine konuşulanlarsa hakemlerin kararlarının ötesine geçmiyor maalesef. Çünkü futbolun paydaşlarının asıl derdi maksimum adalet yerine, mevcut sistemden maksimum ödülü/faydayı kazanmak. Basın için reyting, kulüpler için puan, oyuncular için faul, penaltı, sarı/kırmızı kart, gol... Taraftar içinse mutluluk. Bütün hikaye bu. Bu yüzden 20 senedir hakemler ve federasyonlar konuşuluyor ve 20 senedir veryansın edenler dışında değişen birşey olmuyor. Herkes kendi derdinde. Eğer gerçekten veryansın ettikleri adaleti isteseler başka şeyleri konuşurlar. En başta da federasyonlar ve hakemlerinin neye göre ve hangi formasyonla yetiştirildiklerini; hangi yetiyle bu işi yaptıklarını ve başaramadıkları takdirde ödeyecekleri bedeli vs...
Onlar yapmıyor, biz yapalım bari. 1) En az lise ve dengi okul mezunu olmak ve bunu belgelemek, 2) En az 18, en çok 26 yaşında olmak ( En az bir sezon Türkiye Profesyonel Liglerinde oynamış olanlarla, 2 sezon Amatör Liglerde oynamış olanlar için, durumlarını belgelemek koşulu ile en fazla 28 yaşında olmak ) 3) Tam teşekküllü hastanenin Dahiliye, Göz, Asabiye, Hariciye, Kulak Burun Boğaz uzmanlarından onaylı sağlık raporu almak. 4) Cumhuriyet Savcılığından Adli Sicil Belgesi almak. 5) Atletik yapıya sahip olmak ( Erkekler için; 1.70 m. 'den, Bayanlar için ise, 1.65 m.'den kısa olmamak ).
Eğer bu niteliklere sahipseniz, hafta içi 3 saat ve hafta sonu 7 saati geçmeyen 9 aylık eğitim sürecine % 80 oranında katılım gösterdiyseniz, 2400 metreyi 12 dakikada koşabiliyorsanız, mülakat ve yazılı sınavında 100 üzerinden 60 veya üzeri not almayı başardıysanız Türkiye'de hakemliğe ilk adımı attınız demektir. Ondan sonra en fazla 2 sene sürecek saha denemesi süresi başlıyor. Başarılı olursanız size hakemlik teklif ediliyor.
Bu kadar kolay hakem olmak.
Hiçboşuna hayatınızın en güzel yıllarında odanıza kapanıp 3-4 sene üniversite sınavına hazırlanmakla, yıllarca gurbet ellerde okumakla, saatlerce ders çalışmakla ve günlerce sınav stresi çekmekle uğraşmayın. Staj ayarlamak, iş bulmak için kapı kapı dolaşmayın gençler.
Hakem olun. Bu ülkede en çok konuşulan, en göz önünde olan mesleklerden birini icra edebilmek için 9 ay yeterli çünkü. Haftada bir, bilemedin iki maça çıkıyorsunuz sadece. Üstelik varsa asıl işinizi de yapabiliyorsunuz. Bünyamin Gezer hafta içleri polis, Süleyman Abay macbook başında grafiker mesela. Ve omuzlarında hissettikleri yük grafiker ya da polis olmaktan daha az; tıpkı hakem olmak için geçtikleri tedrisat gibi...
Baş ve en sıkı denetçileriniz de haftada bir gün olmak üzere Ahmet Çakar ve Erman Toroğlu. Onu da televizyonu kapatarak çözmeniz mümkün. Eskiden taraftarlar sinkaflı küfrediyorlardı stadda, e artık cezasından ötürü onu da yapamıyorlar eskisi gibi. Ancak taraftar forumlarında içlerinde dökebiliyorlar. Orada bile cezalar var. Olmadı servis sağlayıcıdan IP numarasını isteyip dava açabilirsiniz. Yönetici iki laf ettiğinde de Federasyon kurulları bayıltıveriyor zaten. Vicdanınız dışında hesap vermek zorunda değilsiniz kimseye ve hiçbirşeye. Gönüllü olarak yaptığınız bir işten ötürü gayet de iyi para alıyorsunuz. Hele bir de FIFA hakemiyseniz Avrupa'yı geziyorsunuz.
Hakemlik sarmadıysa da düdüğü bırakır ve mevcut işinize devam edebilirsiniz. Hatta hakemliğiniz sırasında biraz kaşarlanmışsanız başka şeyler de yapabilirsiniz. Sizi kabul edecek birçok gazete, televizyon mevcut mesela. En kötü ihtimalle TFF kurulları var.
Hiç durmayın hakem olun gençler.
Şaka bir yana bu kadar rahatken ne kadar sorumlu hisseder, titiz davranabilir ki insan ? O yüzden ilk başta hakemlik profesyonel bir meslek kolu haline getirilmeli. Sosyal güvenliği sağlanmalı. Alınan ücretler her türlü baskı ve tehdide karşı koyacak kadar iyileştirilmeli. Hakem olanların görevde bulunduğu sürece başka bir işle iştigal etmeleri yasaklanmalı. Hakemlik formasyonu profesyonel bir üstyapının altında oluşturulmalı ve standardize edilmeli. Belirli periyodlarda geçilen fiziksel ve teorik testler yinelenmeli.
Aksi takdirde bu keşmekeş devam edecek. Biz de bu garabeti izlemeye devam edeceğiz...