30 Mayıs 2009 Cumartesi

Şampiyon Beşiktaş



Benim için tuttuğum takımdan ötürü eziyet gibi geçse de bir sezon daha bitti Türkiye'de. Beşiktaş ikinci devrede aldığı 43 puan ile şampiyon oldu. TFF'nin her zaman ki saçmalıklarından ötürü kupayla tur atamasalar da yazın en mutlusu onlar. Emeği geçen herkesi tebrik etmek lazım ama bundan sonra işleri daha da zor. Orada kalabilmek ve daha yukarıya tırmanabilmek için doğru hamleler yapmaları şart. Denizli'nin Fenerbahçe ile yaşadığı o kötü Şampiyonlar Ligi kariyerini de kurtarma hırsıyla umutlanabilir Beşiktaşlılar. Tekrar tebrikler.

Son sözü de Konyaspor ve Fenerbahçe için söyleyeyim. Biri memleketim diğeri de tuttuğum takım. Herşeyiyle haketmiştir Konyaspor küme düşmeyi. Yönetimin yaptığı hataları, herşeyi bir yana koyuyorum ve şunu diyorum. En iyi topçusu Veysel olan takımdan hayır gelmez arkadaş Türk futboluna.

Fenerbahçe de başkanına nazire yaparcasına gerçekten yürüdüğü bir sezonu olabilecek en iyi yerde bitirdi, eziyet gibiydi ama yine de bir tarafım mutlu. Ne Beşiktaş'a, ne Denizli'ye, ne Konya'ya, ne Sivas'a, ne de Trabzon'a... Hiç akçeli işlere girmeden, hesap kitap yapmadan tek puan vermedi hiçbirine bu takım. İslam Çupi'nin yüzünü kara çıkarmadılar, o lafı çöpe attırmadılar...

Etiketler: ,

Corinthians Hatırası



3 hafta önce Corinthians'a muazzam bir gol atmıştı Nilmar. Nilmaradona başlığıyla yazmıştık. Bu ayakkabı o golün hatırasına hediye edildi Nilmar'a. Ayakkabıyı üreten yerel firmanın sahibi Internacional taraftarı. Taraftar için kötü haberse ayakkabının piyasaya sürülmeyecek olması.

Etiketler: ,

Everton 1- 2 Chelsea



Daha dizilişleri ve yerleşimleri not alırken Louis Saha sol voleyle hem çok güzel hem de FA Cup tarihinin en erken golünü attı 25. saniyede. Hani maçtan evvel Chelsea'nin en yumuşak karnını Bosingwa ve Anelka'dan oluşan sağ kulvarının olduğunu düşünüyordum ama Pienaar'ın o bölgeye bu kadar erken sızabileceğini ihtimal vermiyordum.

Bu erken golün maçı renklendireceğini düşünenler ise yanıldılar. Oyun çok tek taraflı bir hal aldı bu golden sonra. Everton iyi yardımlaşan ve kompakt bir alan savunmasıyla rakibini 1. bölgeye gelmeden durdurmayı başardı. Oyun içerisinde serbest oynayan Fellaini'nin gerisindeki ortasahaya yardım edip, Chelsea'nin pas kanallarını kapatmasını izlemek ve ardından ince hareketlerle oyunu kurmasını izlemek keyifliydi.

Chelsea'nin golden sonraki etkisizliğinde tek etken Everton'un başarılı alan savunması değildi elbette, bu hücum kısırlığında Hiddink'in 4-3-3 dizilişindeki orta üçlünün hücumdan ziyade savunmaya yatkın oluşunun etkisi büyüktü. Chelsea'nin orta üçlüsü Barcelona gibi tek defansif ortasahadan ve iki içten oluşan ters bir üçgen gibi değil, Mikel Obi ve Essien gibi iki defansif ortasahadan ve Lampard'dan oluşan düz bir üçgen gibiydi. Bu hamle Everton'un Cahill ve Fellaini gibi forvetliğe soyunabilen, cezasahasına koşular yapıp pozisyon üretebilen iki ortasaha oyuncusunu yavaşlatmaya yönelikti büyük ihtimalle ama 25. saniyede gelen o erken golle anlamsızlaştı Hiddink'in bu tercihi.

İmdada yetişen ise sağ bek Hibbert'ın gördüğü sarı kart oldu. Bana Malouda'nın ayağı kendi ayağına takılmış gibi geldi, bu bakımdan da faul ve sarı kart ağırdı sanki ama Howard Webb İngiltere'de Mike Riley ile birlikte faul düdükleri ve kart kullanımında en cömert hakemlerden biri. Hibbert ikinci bir sarı kart tedirginliği ve Cole & Malouda ikilisinin hızıyla birlikte bekteki yerini kaybedip stopere yaklaşmaya başladı. Chelsea da o boşluğu sürekli doldurdu. Sürekli oyunu o kanada yıkmayı denediler. Lampard'ın 21. dakikada Malouda'yı topla buluşturduğu an o inadın sonucuydu ve Drogba'nın havada asılı kalarak uzak köşeye vurduğu kafa golüyle de beraberliği yakaladılar.



Golden sonra da yüklendi Chelsea. Belki pozisyon üretemediler ama Everton'un sağ kanadını sürekli zorladılar. David Moyes sağa önlem olarak maç içerisinde gol dışında hiç topla buluşamayan Saha'yı sağ kenara aldı ve Leon Osman'ı Hibbert'a yardıma gönderdi. Tabi Malouda ve Cole gibi oyuncuları ritmini bulduktan sonra durdurmak zor. Etkinlikleri ikinci devre başında yapılan Hibbert & Jacobsen değişikliğine rağmen hiç azalmadı bu ikilinin. Fakat bir kanattan bu kadar etkili olan Chelsea diğer kanattaki Anelka ve Bosingwa ikilisini oyuna hiç sokamadı. Pienaar ve Baines'in hakkını da vermek lazım. Üzerlerine düşeni büyük bir enerjiyle çok iyi yaptı bu iki Evertonlu.

Ben Hiddink'ten devre başında kilidi açmak için Ballack hamlesini bekliyordum ama 61. dakikaya bekledi kurt hoca. 11 dakika sonra da Lampard'ın o harika golü geldi. Niye Lampard olduğunu da bize birkez daha gösterdi. Bir oyuncunun dengesini kaybettiği bir pozisyonda o vuruşu yapabilmesi tek kelimeyle müthiş.



Moyes kalan zamanda son kozlarını oynasa, Cahill'i forvete atsa da değişen birşey olmadı. Hak ettiği kupayı kazandı Chelsea. Hiddink ödülünü aldı. Ekranın sol tarafındaki kaleyi kontrol eden yardımcı hakem de Chelsea aleyhine atladığı ofsayt ve nizami gol ile ucuz kurtuldu. Oyun kalitesi ve temposu ise genel olarak beklediğimin çok altında kaldı. Zaman zaman uyukladım ekran başında. TSL'nin mahalle maçı havası ilaç gibi gelecektir şimdi bu bünyeye.

Etiketler:

Bayern Transfer Rekorları



Bayern Münih Almanya'da her Bundesliga topçusunun hedefi, ülkedeki en büyük sportif güç ama son 10 sezona bakıldığında benzer durumda olan O.Lyon gibi bir hegamonyası yok liginde. Her zaman da transfer rekorlarını Bayern kırıyor ama özellikle son 3 yılda kaybedilen 2 şampiyonluktan rakamlar hayli uçmuş durumda. Bayern sanki bir panik halinde saldırıyor. En çok para verilen 10 oyuncu ve transfer olduğu yıllara bakarsak manzara daha da netleşiyor. Önümüzdeki transfer döneminde listenin son 3 sırasındaki oyuncunun yerlerini başkalarına bırakması ve ortalamanın artacağı da kesin gibi.

1 - Mario Gomez - 30 milyon € - VFB Stuttgart/2009
2 - Franck Ribery - 25 milyon € - O.Marseille/2007
3 - Roy Makaay - 19,75 milyon € - Deportivo La Coruna/2003
4 - Miroslav Klose - 15 milyon € - Werder Bremen/2007
5 - Breno Borges - 12 milyon € - Sao Paulo/2007
6 - Lucio Ferreria - 12 milyon € - Bayer Leverkusen/2004
7 - Luca Toni - 11 milyon € - ACF Fiorentina/2007
8 - Marcell Jansen - 10 milyon € - B.Mönchengladbach/2007
9 - Daniel Van Buyten - 10 milyon € - Hamburger SV/2006
10 - Lukas Podolski - 10 milyon € - 1. FC Köln/2006

Etiketler:

Marcelo Moreno Bremen'de



Marcelo Moreno babadan Brezilyalı, anadan Bolivyalı. Brezilya'da çok iyi iki sezon geçirip Shakhtar Donetsk'e sürpriz şekilde transfer olmuştu ama Kuzey liglerine uyum sağlayamayan Latinolar kervanına katıldı. Değerini bulması ve kendine gelmesi için Shakhtar akıllı bir hamleyle Werder Bremen'e kiraladı 21 yaşındaki forvetini. Bundesliga değil belki ama Werder Bremen mükemmel bir seçim Moreno için. Tomas Schaaf gibi nice isimsiz ya da umut beslenmeyen hücum oyuncusunu parlatabilen bir hocanın elinde Bundesliga'ya damgasını vurabileceğini düşünüyorum. Önümüzdeki sezon dikkatli gözlerle izlemek lazım, keza Moreno'nun yokluğunda Shakhtar rotasyonunda daha fazla süre alacak iki Ukraynalı forvet Selezynov ve Gladky'i de. Bundesliga'da aynı şekilde izlenecek bir diğer oyuncu da Ramires'in formuyla sürgüne gönderdiği 22 yaşındaki Maicosuel. O da 4,5 milyon € bonservis bedeliyle Hoffenheim'e transfer oldu. Hücuma yönelik ortasaha oyuncusudur ama klasik bir 10 numara değildir. Tam bir ortasaha oyuncusu da değildir. Değişik bir tarzı vardır ama golcü bir ortasahadır. Muhtemel partnerleri Luis Gustavo ve Carlos Eduardo ile birlikte Hoffenheim'in 4-3-3 dizilişinde en ilgi çekici bölge olabilir bu hat...

Etiketler:

29 Mayıs 2009 Cuma

Brezilya 1919



Brezilya ilk kıta şampiyonasını 1919 yılında bu formayla kazanmıştı ve 26 yıl boyunca aynı formayı giymişti. O şampiyonluğun 90. yılını kutluyorlar bu günlerde. O zamanların en büyük futbolcusu Arthur Friedenrich hakkında vakit olduğu bir zaman geniş bir profil yazarız. Pele'den önce o vardı...

Etiketler:

Kolpa Ümit Özat



Erman Toroğlu bundan 2 gün önce Fenerbahçe'den ayrılan bazı oyuncuların içeride alacaklarının olduğunu ama taraftarları karşılarına almamak için peşini kovalamadığını yazdı. Fenerbahçe Spor Kulübü yalanladı. Dün de Ümit Özat Lig TV'ye konuşmuş, bu meseleden de bahsediyor Ümit Özat röportajda. Erman Toroğlu'na haberi uçuranın da kim olduğunu anlıyoruz böylece. Ankaralılar 2 günde yazmışlar senaryoyu bize de izlemek düşmüş. Röportajın tamamı burada.

Detaylarına girip de ne canımı ne de canınızı sıkmak istemiyorum ama okuduktan sonra anladım ki Ümit Özat ucuz bir adammışsın sen. Sadece cahil değil, aynı zamanda boşboğaz ve ne dediğinin farkında olmayan, Fenerbahçe'ye de yakışmayan bir futbolcuymuşsun, kaptanmışsın. Binlerce Fenerbahçelinin ahını alan Selçuk Dereli'ye "canım kardeşim" ve "güzel insan" deme patavatsızlığını gösterdikten sonra ucuzluğun son mertebesine de ulaştın Ümit Özat şu röportajla. Seni uğurlarken stadda gözleri dolan 50.000 adamdan, forumlarda saatlerce savunan biri olarak enayiliğime doymayayım. Paranın lafını etmem dediğin röportajın yarısı para üzerine ulan...

Etiketler:

28 Mayıs 2009 Perşembe

Laranjeiras Meydan Dayağı



Maçları henüz izleme fırsatı bulamadım, o yüzden önümüzdeki hafta toplam 2 haftalık bir panorama yazacağım Brezilya Ligi'ne dair ama Fluminense'de olanları atlamak olmazdı. Santos'a evinde 4-1 kaybetti Fluminense ve taraftar tam anlamıyla çıldırdı. Dün 30 kadar taraftar Fluminense'nin idman sahası Laranjeiras'ı bastılar. Başta Diguinho - ki şu iri kıyım abinin kovaladığı ortasaha oyuncusudur - ve bek Eduardo Ratinho olmak üzere protestoya başladılar, ardından da sahaya girip bir güzel meydan dayağı attılar. Takıma bu sene transfer olan Diguinho dayaktan en çok nasibini alan oyuncu. Midesine ve çenesine yumruk darbeleri almış. Diğer oyuncular bir şekilde sağ salim ayrılmış antrenmandan. Brezilya basını ve Fluminenseli taraftarlar tepkililer olaylara. Bugün de antrenmandan ziyade polis vardı Laranjeiras'ta. Sivil, üniformalı hep beraber olayları araştırıyorlar. Nesini araştırıyorlarsa artık.







Etiketler: ,

Barcelona 2 - 0 M.United



Sağ kolumdaki ağrıdan dolayı maç yazısını sıcağı sıcağına yazamadık ama geceye dair birkaç notu da geçmeden olmaz.

Futbolda en iyi yaptığınız işi yapacaksınız, fazla macera bünyeye zarar veriyor. Barcelona'nın en iyi yaptığı şey hücum ve pas. Manchester United da yeryüzünde Barcelona'nın bu hücum ve pas kalitesine yaklaşabilen, Barcelona'ya kendi silahıyla yanıt verebilecek tek takım. Tıkandıkları yerde de fizik üstünlükleri ve tempolarıyla dağıtıyorlar. Barça'dan üstün oldukları alan da bu ama başka şeyler denediler ilk 10 dakika hariç.

Sir Alex Ferguson'un rakibini şaşırtmaya dayalı bu mevki değişiklikleri Mustafa Denizli'den mi arak bilmiyorum ama onun kadar ballı olmadığı açıktı. Takımını en iyi bildiği ve en iyi yaptıklarından, bizi de beklediğimiz büyülü maçtan mahrum etti Sir. En az Barcelona'nın Messi - Eto'o - Henry üçlüsü kadar yüksek hücum tehdidi olan ve son zamanlarda da çok formda olan Ronaldo - Rooney - Tevez üçlüsünü beraber sahaya sürmemesine ve sahaya sürdüklerini de değişik rollerle görevlendirilmesine çok şaşırdığımı söylemeliyim.

Rooney'den başlamak lazım. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama Shearer bitiriciliği, Drogba gücü ve dayanıklılığı ile Owen süratinin karışımından doğan başka bir tür forvet Rooney. Öyle farklı ve yetenekliydi ki, Alex Ferguson o zaman elinde peak yapmış bir Ruud Van Nistelrooy ve Louis Saha olmasına, ve arkada bekleyen Alan Smith'e rağmen gidip 30 milyon sterlin saymıştı Rooney'e. Forvet, bilemedin supporter olarak oynatacağın oyuncuya forvet kovalatmak, Park Ji Sung modelinde oynatmak bana mantıklı gelmiyor. Sol çizgide oynayan Rooney'e çil çil 30 milyonu vermem ben. En büyük hücum silahlarından birini, üstelik Barcelona'nın olabilecek en sorunlu geri dörtlüsünün sahada olduğu bir maçta iğdiş etti Sir. Puyol da hayatının topunu oynadı. Geçen sezon Zico da benzer bir hataya düşmüş ve dönemlik olarak netice aldığı Kazım - Deivid hamlesinin ömrünü uzatınca ligden ve Fenerbahçe kariyerinden olmuştu.

Bu değişiklikler United'ın ortasahasını da kötü etkiledi. Rooney sola geçince Park alışık olmadığı sağda ve Giggs de içte değil ortada başladı maça. İki oyuncu ve bilhassa Park bilinen oyunundan uzaktı. Arkasındaki O'Shea de yapı olarak kanat beki değil stoper-bek, oradan da hücumu forse edemediler ve Barcelona'nın sakatlık sonrası formu soru işareti olan Henry ve bu sezon çok az oynama fırsatı bulan Sylvinho'dan oluşan sol kulvarını zorlayamadılar.

Bütün bu değişikliklerin sebebi Fletcher'in cezası ise, Scholes ile yamanabilirdi o bölge. Bunlara karşı "Barcelona ilk atağında golü buldu" savunması yapacak olanlara saygım sonsuz ama yine de United olağan olanı oynasaydı yediği gole rağmen bu kadar pasif kalmazdı sahada sanki.



Barcelona cenahında ise Guardiola hücum hattını ve arkasındaki organizasyonu Eto'o ve Messi'nin mevkilerine yaptığı rötuş dışında aynen korudu. Sorunlu olan defans hattına ise makul yamalar yapmış yeryüzündeki en iyi çaylak teknik adam. Daha iyisi şamda kayısı. Erken gelen golün de etkisiyle sezon boyunca izlediğimiz oyunu başarıyla uyguladılar. Alex Ferguson'un da belirttiği gibi Xavi ve Iniesta bütün gece topu ayağında tutabilirlerdi. Söylenecek, anlatılacak gerçekten fazla birşey yok bu takım takım. Senenin en güzel futbol filminin sonu mutlu sonla bitti. Barcelona Viva La Vida eşliğinde, Pique'nin önderliğinde Camp Nou'da verdiği sözü tuttu ve bu rüya takım hakettiği rüya gibi sonu yaşadılar. Yaptıkları üçleme bir yana oynadıkları zarif ve büyüleyici güzellikteki oyunla asla unutulmayacaklar...

Etiketler:

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Roma'ya Katalan Markajı







Etiketler:

Bundesliga'nın En Golcü İkilileri



2003 - 2004 sezonunda Werder Bremen yaptığı dublede, Tomas Schaaf'ın hücum üçgeninde Micoud ile birlikte en önemli oyuncuydu daha sonra Beşiktaş'a gelecek olan Ailton. Ligi 28 golle gol kralı olarak kapatmış ve bu performans Bundesliga'da ilk kez en iyi oyuncu oyuncunun Alman olmayan bir futbolcuya gitmesinde en büyük etkendi. Ekürisi Ivan Klasnic'in 13 golü sayesinde de toplamda 41 gol ile Bundesliga'nın en çok gol atan 10. forvet ikilisi olarak listeye giriş yaptılar.



Bundesliga'nın bebeklik dönemi, 1967-68 sezonu. Şampiyon Nürnberg'in forvet ikilisi Franz Brungs ( 25 ) ve Heinz Strehl ( 18 ) toplamda 43 gol atarak Bundesliga tarihine geçmeyi başardılar. Bilhassa 7-3 kazandıkları Bayern Münih maçında attıkları 5 gol unutulmazlar arasındadır.



Nürnberg şampiyonluğunun bir sezon öncesi. Borussia Dortmund Lothar Emmerich - Siggi Held ve Reinhold Wosab'tan oluşan üçlü bir forvet hattıyla mücadele ediyor. 70 golle ligin en çok gol atan takımı olsalar da ligi 3. bitiriyorlar. Rahmetli Lothar Emmerich 28 golle kral oluyor ligde Gerd Müller ile birlikte. Wusab'ın attığı 15 gol ile de toplam 43 gole imza atıyorlar.





44 gole ulaşan forvet ikilisi iki tane Bundesliga tarihinde. 1965 - 66 sezonunda Münih'in bıçkın delikanlısı henüz 1860 iken Freidhelm Konietkza( 26 ) ve Peter Grösser ( 18 ) takımlarını şampiyonluğa taşıyorlar. Aslında Grösser ortasaha oyuncusu olarak bilinir ama kayıtlara forvet olarak geçmiş.

Diğer ikili ise Köln'den. Gol kralı Dieter Müller'in 34 golüne - ki bu her maç 1 gol demek - Belçikalı Roger Van Gool 10 gol ile eşlik eder. Müller'in o sezon kral olması ise şaşırtıcı değildir öte yandan. 76 Avrupa Şampiyonası'nı da gol kralı olarak kapatmıştır. Aynı zamanda UEFA Kupası'nın da 29 golle gelmiş geçmiş en golcü ismidir ama erken bitirmiştir kariyerini.



Bundesliga tarihinin gelmiş geçmiş en büyük golcülerinden biridir Uwe Seeler. Uluslararası şöhretinin hakettiği yerde olmayışının sebebi ise Pele ile aynı dönemde top oynamış olmasıdır. Dünya kupaları tarihinde önemli bir yere ve rekorlara sahip olmasına rağmen kupayı kazanamamıştır; ve ilginçtir Almanlar ilk kupalarını Seeler'in futbolu bıraktıktığı zamanı kovalayan ilk turnuvada, 1974 yılında kazanmıştır.

Gert Dörfel'in 15 golüyle birlikte toplamda 45 yaptıkları ve gol kralı olduğu 1963 - 64 yılında en iyi oyuncu seçilmesine rağmen Bundesliga'yı kazanamamıştır Uwe Seeler. Kariyerindeki tek Bundesliga şildini de 1960 yılında kaldırabilmiştir. Kısacık boyuyla enfes kafa golleri atarmış, rövaşataları da ses getirirmiş. Sergen'in yerde yatarak attığı rövaşatayı 49 sene önce atmışlığı vardır. Videosu burada.



45 gollü bir diğer efsane de Jupp Heynckes ve Danimarkalı Alan Simonsen'dir. 1975-77 yılları arasında üç yıl üstüste şampiyon olan Mönchengladbach'ın forvet üçlüsünü oluştururlardı Henning Jensen ile beraber. Uwe Seeler'in halefi sayılabilecek bir performansa imza atmıştır kariyeri boyunca.



Dünya gözüyle izleyemediğime üzüldüğüm takımlardandır bu dönemdeki Bayern Münih. Sadece oyunları değil isimleri de güzel topçulardan oluşan bu takım 1980-81 sezonunu şampiyon kapatırken Karl Heinz Rummenigge 29 golle gol kralı olmuş ve Paul Breitner de attığı 17 gol ile yılın futbolcusu ödülünü kazanmıştı. Toplam 46 gol ile Bundesliga tarihinin en çok gol atan ikilileri arasına girmeyi başardılar. Breitner de topçudan başka herşeye benziyor.



Ve Bombacı. Gol denince akla gelen ilk isim. Zamanında futbolcu olmaz denilen ama 2009 olmasına rağmen hala kırılamayan birçok rekorun sahibi, parantez bacaklı santrfor. 1969 - 70 sezonu da onlardan biri. Uwe Seeler'in maç başına 1 gollük rekorunu geliştirip, 34 maçta 38 gol attı. Forvetteki partneri Dieter Brenninger ile birlikte 49 gola ulaştılar ama şampiyonluk Berti Vogts, Winfried Schafer, Günter Netzer, Herbert Laumen gibi oyunculardan oluşan Borussia Mönchengladbach'a gitti.



Yine Bombacı. 1971-72 sezonu. Hala kimselerin yanına dahi yaklaşamadığı, Gerd Müller 40 gol atıp rekorları paramparça ettiği sezon. Forvet mevkiini öyle bir dolduruyordu ki, takımdaki diğer forvetler bile gol atamıyordu. Bir tek Uli Höeness ortasahadan taşıdığı toplarla gol atabiliyordu. Höeness'in attığı 13 golle birlikte toplamda 53 gole ulaştılar ve şu haftasonuna kadar da Bundesliga tarihinde gelmiş geçmiş en çok gol atan gol ikilisiydiler.



Velakin Graifte ( 28 ) ve Edin Dzeko ( 26 ) 37 sene sonra bu rekoru tarihe gömdüler. Ne kadar iyi organizasyon kurarsanız kurun, Wolfsburg türündeki takımların şampiyon olabilmesi için böyle sıradışı bir performansa gereksinimleri vardır. Boşnak Misimoviç'in beslediği Graifte ( 28 ) ve Edin Dzeko ( 26 ) toplam 54 gol atarak tarihe geçtiler. Seneye de aynı takım için oynayabilseler keşke.

Etiketler:

26 Mayıs 2009 Salı

Gerrard - Muniesa - Abdülkadir



İlk topunuz ve tuttuğunuz takımın forması hediye edildiği anda başlar erkek çocuğunun futbolcu olma hayali. Mahalle maçının ardından takımınızın maçını izlersiniz, maçın ardından o tekrar maç yaptığınız sahaya döner ve takımdaki en sevdiğiniz futbolcunun adını mırıldanarak coşkuyla tekrar top oynarsınız.

Ailenizin türlü fedakarlıklar yaparak, "oğlan okusun, adam olsun" diyerek gönderdiği okullardaki ilk hedefiniz de okulun futbol takımına girebilmektir. Senaryonun devamı semtin ya da şehrin futbol takımının altyapısı ve hayalini kurduğunuz renklere yolculuktur. Herkesin yeteneği, çalışkanlığı ve olgunluğu bu hayali gerçekleştirebilecek kadar üst düzey olamayabiliyor.

Merseyside'ın yerlisi Steven Gerrard o hayali gerçekleştirenlerden. Hikayesi Merseyside'ın Liverpool şehir merkezine birkaç kilometre uzakliktaki Whiston bölgesinde başlıyor. Whiston ilkokulunda hem okuyor, hem de futbol oynuyor. Hayallerini süsleyen kulüp aynı zamanda taraftarı olduğu ve KOP tribününde takip ettiği Liverpool. 9 yaşındayken keşfedilip o çok sevdiği Liverpool'un akademisine adam atmayı başarsa da ilk başta kendini gösteremiyor. Kesin bir kabül de alamıyor ve sürekli başka kulüplerinin akademileri tarafından deneniyor. 5 sene sürüyor Liverpool altyapısına yerleşebilmesi. Profesyonel kontratını alması ise 3 sene sonrasına, 17 yaşına denk geliyor.

Liverpool kariyerindeki ilk maçına ise 1 sene sonra, 1998 -99 sezonunda çıkıyor. Blackburn karşısında Liverpool'un 2-1 önde olduğu maçta Gerrard Houllier birkaç saniyeyi yemek için Steven'i Norveçli sağ bek Heggem'in yerine son dakikalarda oyuna sokuyor. Tribündeki 41573 seyirciden kaç kişi o gün bir yıldızın doğuşuna tanıklık ettiği hissine kapılıyor bilinmez, ancak bir Liverpool efsanesi olan Steven Gerrard'ın doğumgünüdür o gün.

Blackburn maçında ilk kez Liverpool forması giyen Gerrard ilk 90 dakikasını da bir hafta sonra Tottenham'a karşı oynuyor. Yine sağ bek olarak görev alıyor. Karşısındaki oyuncu da o sezon yılın futbolcusu seçilecek olan Fransız David Ginola. Liverpool 2-0 kaybediyor o maçı ve Ginola karşısındaki körpecik Gerrard'ı küçük düşüren bir performans ortaya koyuyor.

Akabinde Liverpool'un hafta içerisinde UEFA Kupası maç var. Rakip İspanyol Celta Vigo. Paul Ince, Steve Mcmanaman, Jamie Redknapp ve Heggem cezalı Liverpool'da. Houllier yine 11'de görevlendiriyor Gerrard'ı ama bu kez 3-5-2 oynayan takımda ortasaha oyuncusu olarak. Celta Vigo ortasahası ise Claude Makelele, Mazinho, Revivo, Mostovoi'den oluşan güçlü bir ortasaha. Liverpool 1-0 kaybedip kupadan eleniyor. Haim Revivo golü atarken Gerrard'ı piknikte adam geçer gibi geçiyor ceza sahasında.

Kabus ertesi sezon da devam ediyor ve Gerrard kariyerinin ilk kırmızı kartını Everton ile oynanan ve 1-0 kaybedilen derbinin son dakikasında Kevin Campbell'i indirdiği için görüyor. Fakat Houllier onu cezası biter bitmez yine ilk 11'de sahaya sürüyor.



Filmi buradan Barcelona'ya saralım. Marc Muniesa 1992 doğumlu genç bir Katalan. İspanya U-17 takımının son Avrupa şampiyonası'nda gol yemeyen savunmasının en önemli oyuncusu. Yıllardır Barcelona altyapısında oynuyor, kaptanlık yapıyor. En büyük hayali Camp Nou'ya ayak basmak. Victor Valdes, Pique, Puyol, Xavi, Iniesta, Messi gibi olmak.

İlk fırsatı da aynı yoldan geçen ve bugün Barcelona'ya teknik direktörlük yapan Pep Guardiola'dan, üstelik şampiyonluğun kutlanacağı Osasuna maçında alıyor. Velakin yıllardır hayal ettiği günün sonu kırmızı kartla ve gözyaşlarıyla bitiyor. Guardiola saha kenarında deliriyor ama oyuncusuna değil hakeme. Tribünden de ağır bir alkış ve protesto yükseliyor. Alkışlar Muniesa'ya, protestolar ise yine hakeme gidiyor. Camp Nou'da 100.000 kişi kara gömlekliye sallıyor beyaz mendillerini. Hatta abartıp saha içerisine dahi giriyor bir taraftar.

Dün bir haber çıkıyor Katalan medyasında ve Guardiola'nın Muniesa'yı Şampiyonlar Ligi finali için takımla birlikte Roma'ya götürdüğünü öğreniyoruz.



Abdülkadir Kayalı da Türk futbolunun elindeki en saf yeteneklerden. Muniesa'nın akranı sayılır. 1991 doğumlu. Geçen sene Chelsea ile Manchester City'den aldığı davetlerle herkesi heyecanlandırmış bir değer. Şartlar ise onu tercihi tuttuğu takım olan Fenerbahçe'ye getirdi. Steven Gerrard'ı örnek alıyor, Barcelona'yı çok seviyor.

Sakatlığı sebebiyle Fenerbahçe'nin şu historic-low ortasahasında oynama fırsatını kaçırdı bu sene Abdülkadir. Bu yaştaki futbolcular için, gelişim süreçlerinde bu tür sakatlıklar olabiliyor.

Steven Gerrard, Bayern Münih doktoru Wohlfart'ın muayenehanesinden çıkamıyordu aynı yaşta. 4 ayrı operasyon geçirmişti. Ve ciddi, kalıcı hasarlar alabilecek olmasına rağmen Liverpool kulübü Gerrard psikolojik olarak etkilenmesin diye sakatlık kelimesini fizyoterapi döneminde tekbir kere dahi telaffuz etmemişti.


Fenerbahçe Abdülkadir'in şu yaşadığı sürece karşı bir tedbir aldı mı, ve Abdülkadir kendini şu an nasıl konumlandırıyor bilmiyoruz. Geldiğinden beri sakat oluşu psikolojisini ne kadar etkiliyor ve ileride oyununa sirayet edecek mi bilemiyoruz.

Yine genç oyuncuların iyi oyuncuya geçişlerinde sahip olmaları gereken sorumluluk alma duygusu Abdülkadir'de ne kadar var bilemiyoruz.

Misal Steven Gerrard 17 yaşındayken 15 dakikada cezasahası dışından 3 isabetsiz şut atma cesaretini bulabiliyordu kendinde. Üstelik takımda Fowler, McManaman, Owen, Hamann gibi oyuncular olmasına rağmen. Abdülkadir yeteneğinin farkında olan bir oyuncu ama bu sorumluluğu alabilecek özgüvene ne kadar sahip bilemiyoruz.

Gerrard'ın genç yaşta ayrı eve çıkmanın özendirildiği, para kazanmanın teşvik edildiği, kendi ayakları üzerlerinde durmaları için cesaretlendirildiği bir toplumda yaşadığını; Abdülkadir'in ise evlenen kadar baba evinden çıkmanın pek sıcak bakılmadığı ve yemeği, ütüsü, çamaşırı anne tarafından halledilen bir toplumda yaşadığını düşünürsek yarışta 1 adım geride olduğu kesin.

Steven Gerrard ayrıca Liverpool kariyerinin başlarında oynadığı maçlarda, yukarıda okuduğunuz üzere önemli dakikalar almasına rağmen gelecek vaadeden, kalitesini anlayabileceğiniz, umut veren bir performans koyamıyordu ortaya. Tam tersine vasat, Liverpool'un topçusu olmaz dedirten oyunlar oynuyordu. O günleri 2006 yılında çıkardığı otobiyografisinde anlatırken "çok heyecanlıydım, beceriksiz hareketler yapıyordum, boktan oynuyordum ama KOP bana destek verdi" der kendisi.

Abdülkadir ise şimdiden Fenerbahçe'nin Gerrard'ı, Türk Milli Takım Kaptan'ı olarak lanse ediliyor. Oysa Steven Gerrard'ın Liverpool'un önemli rol oyuncularından biri olabilmesi, yerini sağlamlaştırması 4 sene sümüştü. 2001 yılında ve 21 yaşında ancak şuan olduğu kıvamdan pırıltılar vermişti.

Fenerbahçe taraftarı Abdülkadir'i 4 sene destekleyecek ve bekleyecek olgunlukta mı ?

Veyahut seneye Galatasaray maçında Saraçoğlu'nda oyundan atılsa stadyumdaki hava haftasonundaki Camp Nou gibi olur mu, olmaz mı ? Bundan bağımsız olarak Abdülkadir ertesi hafta içerisinde oynanacak Şampiyonlar Ligi maçı kadrosunda olur mu olmaz mı ?

vb. soruların cevapları bilemiyoruz ama geçmişe şöyle bir bakarsak evetten ziyade hayıra daha yakın duruyor sanki manzara.

Teknik adamlar, kulüp yönetimleriyle birlikte bu yeteneklerin büyüme sürecindeki diğer önemli sorumlular.

Liverpool'un o dönem gıpta edilen Owen - Gerrard - Carragher üçlüsünün Gerrard Houllier döneminde çıkmış olması tesadüf değil. Keza Barcelona'nın şu an iskeletini oluşturan Puyol, Xavi ve Iniesta üçlüsünün ilk kez Louis Van Gaal ile şans bulması da. Mesela 2004 yılında göreve gelen Rafael Benitez'in özgeçmişinde de altyapı antrenörü olduğu yazar ama kulüp sadece kazanmak isteyen Amerikalıların eline geçeli beri Liverpool akademisi bir tane bile oyuncu verememiştir Melwood'a. Liverpool tarihini 5 yıllık bölümlere ayırıp baktığınızda bu aynı zamanda bir ilk.

Fenerbahçe geleneğinde altyapıdan oyuncu çıkarmak güçlü bir model değil ama Daum döneminde Ümit Milli takımın Fenerbahçe A takımına adaptasyonunu yapmayı becerebilmiş ve sonuç almış bir yönetim var. Velakin 3 yıl üstüste şampiyonluk gibi ağır bir taahhüt verdiler ve Abdülkadir'in hocası Houllier yaklaşımında mı yoksa Benitez yaklaşımında mı olacak belli değil.

Resme bütün olarak baktığımda ise Muniesa'nın yeni Puyol olacağını, Abdülkadir'den de Gerrard değil Kemal Aslan olacağını görüyorum. Zaman beni Abdülkadir konusunda haksız çıkarır umarım.

Etiketler:

24 Mayıs 2009 Pazar

Wolfsburg Şampiyon



Kurt kocayınca kuzunun masakarası olurmuş derler. Hoffenheim, Hamburg, Hertha Berlin, Stutttgart... Bayern Münih bu kuzuların hepsine şampiyonluk fırsatını sundu ama yine de son ana kadar şampiyonluk yarışının içinde kaldı. Şampiyonluk potasına hiç de hesapta olmayan Wolfsburg sessiz sedasız girdi bunlar birbirini yerken. Wolfsburg'un yakaladığı ivme akıl alır ve sadece futbol ile açıklanabilir bir gerçek değil. Barcelona'yı dahi gölgede bırakacak bir çıkış neredeyse. Devreyi liderin 9 puan gerisinde 9. olarak tamamlamıştı bu takım. Magath'ın Schalke transferinin duyurulmasının ardından bir bocalama yaşadılar ama çabuk toparladılar. Bayern yeni bir Unterhaching mucizesi bekledi Bremen'den, hatta maçtan evvel Wolfsburg üzerinde psikolojik baskı yaratacak her şeyi denediler. Basına kutlama planlarını servis ettiler, demeçler verdiler ama bu kez dört ayak üzerine düşemediler. Bremen'i eze eze yenerek şampiyon oldu Wolfsburg. Bundesliga'da bir tarih yazıldı.



Ve Dzeko ile Grafite. Almanya'da gol deyince ilk gelen ilk isim olan ve şu an kulüp altyapısında bildiklerini gençlere öğreten Gerd Müller ile Bayern'i bugünlere getiren Uli Hoeness'in 72-73 yılında attıkları ve 35 sezondur kırılamayan 53 gollük rekorun üzerine çıktılar. Attıkları 54 gol ile bir tarih de onlar yazdılar.



Allianz Arena ise bir dönemi kapattı. Seneye kulübede o meşhur defteriyle Louis Van Gaal oturacak ve kulübün şu an en değerli oyuncusu olan Franck Ribery resimden de anlaşılacağı üzere büyük ihtimalle Münih'e turistik gezi ve olası bir CL eşleşmesi dışında bir daha uğramayacak. Bu hareketlilikle futbolu nerede bırakacağını çok merak ediyorum.

Etiketler: