3 Temmuz 2010 Cumartesi

Arjantin 0 - 4 Almanya



Maradona turnuva öncesinde hem elemelerde, hem hazırlık maçlarında Arjantin üzerinde sayısız deney yaptı. 100'den fazla oyuncu çağırdı. Messi, Tevez, Agüero gibi uluslararası yıldızlarını dahi birçok farklı formasyonda farklı mevkilerde denedi. İşler o kadar sarpa sardı ki, neredeyse Güney Afrika'ya gelemeyeceklerdi. Doğrusu ben bu kadar deneyden sonra, Maradona'nın doğruyu bulabileceği ve Arjantin'in problemlerine çözüm getirecek çareleri üretebileceği konusunda ümit sahibiydim. Yanıldım. Maradona'nın bunca deneyin ardından ulaştığı sonuç 4-1-2-1-2 ve Zanetti&Cambiasso ikilisinin kadroya alınmaması gerektiği oldu.Ve bu tercihler Arjantin'in sonunu hazırladı.

Maradona'nın yönetiminde Arjantin oyunu geniş alanda kabul ederek; Messi, Tevez, Higuain, Di Maria ve Maxi gibi driplingcilerin yelpaze gibi açılıp, çok çabuk kaleye akabilen stilleriyle sonuca ulaşmaya çalışan bir takım olmak istedi. Seçilen gidiş yolu 4-1-2-1-2'ydi. Barcelona'da kanatlardan forvete destek veren Messi, bu yeni düzende pas yeteneği sayesinde ortaya alındı. Ve hem yatay hem de dikey düzlemde özgürlük tanınarak oyunun merkezine yerleştirildi. Turnuva boyunca deliciliğini de gösterdi; ama Arjantin hücumdaki bu yüksek kalitesiyle beklenen oranda yaratıcı ve üretken olamadı.

Biraz tekrar olacak ama 4-1-2-1-2 için olmazsa olmaz 2 unsur var. Bu dizilişte geri dörtlünün kanatlarındaki beklerin ve önliberonun önündeki içlerin dayanıklı ve oyunu iki cezasahası arasında oynayabilecek savunma ve hücum yeteneklerine sahip olmaları şart. Maradona'nın elinde ne bu tarz iki bek, ne iki iç oyuncusu var. Heinze ve Otamendi stoperden bozma savunma bekleri. Hücuma katkıları kısıtlı. Turnuvanın başında sağ bekte Gutierrez'i denemiş ve onun da savunma basiretsizliği yüzünden 2 maç sonra Otamendi'ye dönmüştü. Mascherano'nun önünde iç oynayan Di Maria ve Maxi Rodriguez'in orijinleri de açık. Hücum edebiliyorlar ama oyun bilgileri savunma da pozisyon alıp, beklere yardım edecek, kademelerine girecek kadar gelişmiş değil. Arjantin dizilişin temel direği olan 2 büyük eksik yüzünden sahada hiçbir zaman takım görüntüsü vermedi. Bunu tersine çevirebilecek tek unsur rakip savunma ve ortasahaya pres yapmak ama Arjantin'in böyle bir yetisi de yok. Bu yüzden turnuva boyunca hatları birbirinden kopuk, 5+5 gibi oynayan bir yıldızlar topluluğundan öteye gidemediler.Çeyrek finale giden yolda en büyük avantajları bireysel yeteneklerin ani patlamalarıyla öne geçip, sonrasında doğan boşlukları değerlendirmek oldu. Kapasitesi düşük olan Nijerya, Yunanistan, G.Kore, Meksika gibi rakipler karşısında, ultra yetenek farkının da katkısıyla bunu başardılar. Almanya karşısında ise hem dağınık yapıları, hem de rakip açıklar Podolski ve Müller'in savunmalarına yaptıkları yardımların da etkisiyle hiç alan bulamadıkları gibi, lk kez bir maçta geriye düştüler. Bütün defolar da ortaya çıktı.

Arjantin'in sahadaki bu görüntüsünün daha iyi anlaşılabilmesi için Türkiye'den bir örnek yerinde olur. Maradona'nın Arjantin deneyinin bir benzerini, Zico 2006-07 sezonunun başında Fenerbahçe'de yapıyordu. Aurelio'nun önünde Tümer ve Mehmet Yozgatlı'yı oynatıyordu. Kanat beklerinde de solda Ümit Özat ve sağda önce Kerim Zengin'i sonra da Önder Turacı'yı kullanmıştı. Fenerbahçe bu düzenle Torshavn, Erciyes gibi çapsız takımları ilerideki Alex - Tuncay - Semih üçlüsüyle gol manyağı yaparken Dinamo Kiev, Sakarya, Bursa gibi biraz derli toplu takımlar karşısında kalitesine yakışmayacak sonuçlar almıştı. Lige üstüste puan kayıplarıyla girmekle kalmamış, Şampiyonlar Ligi'nden de elenmişti. Zico tercihlerinden Newcastle maçında vazgeçti ve kulübü bir sene sonra Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final yoluna sokacak ilk adımı attı.

Maradona'nın bu kadar fazla zamanı yoktu ama durumu anlaması için gerekli sinyaller çoktan gönderilmişti. Oysa izlemekle yetindi. Futbol acımasız. Arjantin 4 yerken, Maradona'nın kadroya almadığı Zanetti ve Cambiasso'nun yoklukları da çok hissedildi. Heinze'nin tarzı her ne kadar 60'lardan kalma olsa da, pozisyonunun gereklerini en azından savunmada yapabiliyor. Otamendi için aynısını söyleyemeyeceğim. Stoperde oynadığında çabukluğu ve vasatın üstündeki hızıyla iyi bir opsiyon olan Otamendi, beke geçtiği zaman bu seviyede Önder Turacı kadar kifayetsizleşiyor. Bu yüzden Almanya'nın 4 golünün de Otamendi'nin kanadından gelmesi şanssızlık değil, oyunun kendi içinde yarattığı bir karma. Ve şüphesiz Löw'ün teknik direktörlük becerisi.

Almanya turnuvanın 4-2-3-1'i en iyi oynayan takımı. Santrfor oyununu çok iyi bilen Klose, arkasında hem yaratıcılığı hem devamlılığı üst düzey olan Mesut, kanatlardan hem dripling ile hem de çapraz koşularla cezasahasına birer forvet gibi yerleşebilen ve şut tehditleri de olan Podolski & Müller ikilisi, ortasahanın ortasında alanı çok iyi paylaşan, top hakimiyetleri yüksek ve oyuna her yönüyle katkı yapabilen Schweinsteiger ve Khedira ile Almanya hem çağdaş hem de seyir zevki yüksek maçlar izlettiler.

Arjantin'e karşı bugüne kadar hiçbir maçta bulamadıkları boşlukları boldular ama devreyi sadece 1-0 önde kapatabildiler. Maradona eğer Maxi - Di Maria ikilisinden birini kanada çekip, diğerinin yerine de bir ortasaha oyuncusu alıp 4-2-3-1'e dönse Arjantin oyunda kalabilirdi. Almanya cömertliğinin bedelini tıpkı Brezilya gibi ödeyebilirdi. Maradona'nın tek yapabildiği ise Maxi ve Di Maria'nın yerlerini değiştirip, bu ikilinin içeriye katlarından bulacağı şut imkanlarından faydalanmak oldu. Almanya'nın kendini geriye çekmesiyle birkaç fırsat da yakaladılar ama net pozisyon üretemediler. Üstelik savunmayı ileri çıkarıp daha dar bir alanda oynamak zorunda kaldıkları için Almanya oyunun devamında çok daha fazla boşluk buldu ve farka gitti.

Schweinsteiger maçın yıldızıydı. Ortasahadaki oyunu yavaş yavaş Xavi klasına yaklaşmaya başladı.

İspanya'nın turu geçmesi durumunda Almanya'nın bize hem taktik hem de seyir açısından dolu dolu bir maç daha izleteceğinden eminim. Bir gün kendimi bunu derken düşünemezdim ama oluyor işte.

Über alles Deutschland.

Etiketler: ,

2 Temmuz 2010 Cuma

Hollanda 2 - 1 Brezilya



Hemen aşağıdaki maç öncesi yazısından bir alıntıyla yazıya giriş yapayım. "Hakem şanssızlığı ve duran top gibi tahmin edilemeyecek faktörleri bir kenara koyarsak maçın düğümü için en kilit eşleşmeler bu bölgede ve Brezilya favori."

Brezilya ilk yarıyı domine edip 2-3 fark bulabileceği maçta, ikinci yarıda yediği 2 duran top golüyle (1'i kendi kalesine) maçı 2-1 kaybetti ve Hollanda yarı finale çıktı. Maçın taktik görüntüsü ve gidişatı, ilk yarı için maç öncesi yazısında tahmin ettiğim gibi oldu. Kale + savunma dörtlülüleri zaten Hollanda'ya göre daha iyiydi. Ortasahada da Dani Alves'in enerjisiyle Hollanda'yı presle bozup Hollanda'nın çıkmasını engellediler. Bu oyunda Marwijk'in tek planı olan kontralarda da Robben'e de sürekli yardım getirerek Hollanda'yı hücum ettirmediler. Sneijder'ın forvet arkası rolünü bırakıp sola devrilmesi ve takımın yerleşimini bozması duruma Hollanda için vaziyete iyice tüy dikti. Hollanda için ne 4-2-3-1, ne 4-3-3 oynadılar diyebiliyorum. 4-2-4 gibi duran,De Jong ve Van Bommel ikilisinin ortasahada yalnız kaldığı belirsiz, asimetrik bir diziliş. Brezilya ilk yarıda bu boşlukları Kaka, Maicon ve Robinho ile çok iyi kullandı. En çok istedikleri şey oldu ve maçın başında Robinho'nun sistem ürünü golüyle 1-0 öne geçtiler; ama bir türlü 2. golü bulamamaları Hollanda'nın umutlarını taze tuttu.

Brezilya'nın Hollanda'yı böyle grogi durumda yakalamışken, 2. devre başında nakavt ederek maçı bitirmesini bekliyordum ama Dunga muhafazakar olmayı tercih etti. Brezilya'nın 2. devreye tutucu ve kontrollü başlaması sayesinde, Hollanda top hakimiyetlerini arttırıp, rakip yarısahada daha fazla gözükmeye başladı. Etkili olamadılar, net pozisyon bulamadılar belki ama ilk yarıda hiç yakalayamadıkları şansı duran toplardan da olsa buldular. Brezilya'ya cezayı da 15 dakika içinde 2 golle kestiler. 2-1'den sonra roller değişti. Hollanda kaçan, Brezilya kovalayan duruma düştü. Robben açılan Brezilya savunmasına karşı bolbol birebir yakaladı. İlk yarıda fırsatını bulduğu an Bastos'a sarı kart aldırmıştı, bu kez Felipe Melo'yu oyundan attırdı. Bundan sonrasında Hollanda'nın aman gol yemeyeyim düşüncesiyle vakit geçirişini, oyunu soğutmasını, Brezilya'nın panik ataklarını ve Dunga'nın da takım geriye düştüğü zaman hiçbir planı olmayışını izledik.

Turnuva öncesinde seçtiği kadrodan ötürü çok eleştirilmişti Dunga. Gilberto tercihini hiç anlamamıştım mesela. Yıllarca sol bek oynamasına rağmen, yavaşladığı için son 2 senedir 10 numara gibi oynuyordu. As takımda orijini sol açık olan Bastos varken, yedekte hiç seçenek bırakmak anlamsızdı. NTVSPOR'un falso projesinde takımın yumuşak karnı olarak sol kulvarı göstermem bu yüzdendi. Sağı güçlü olan Fildişi Sahili ve Portekiz istikrarsızlıkları yüzünden bunu değerlendirememişti ama Hollanda değerlendirdi. İki duran topta Brezilya'nın solundan gelişen ataklarla kazanıldı.

Elano - Kaka - Robinho - Luis Fabiano dörtlüsünün formsuz geçen sezonlarından sonra; Dunga'nın bu 4'lünün yedeklerini de formsuz ve teknik yaratıcılığı düşük oyunculardan seçmesi diğer eleştiri noktasıydı. Elano'nun sakatlığı, Ramires'in cezalı duruma düşmesi, Julio Baptista'nın formsuzluğu derken Dunga kendi elini kolunu bağladı. Bugün, bu yüzden takımı 2-1 geride olmasına rağmen 3. değişikliği yapamadı. Kimi alacaktı ki ? Belki maçın sonunda şişirme toplar için Grafite'yi.

Hayatta karmaya inanan bir insanım ve birgün yediğin hurmalar gelip bir yerlerini tırmalıyor.

Bir de ilginç istatistik vereyim. Brezilya bugüne kadar Dünya Kupalarında 9 kez mavi formayla sahaya çıkmıştı. 7 galibiyet, 1 beraberlik, 1 mağlubiyetleri vardı. O mağlubiyeti de 1974'de Hollanda'ya karşı almışlardı. Bu 2 oldu. Yine Hollanda'ya yenildiler ve elendiler.

Geçmiş olsun, yılın bidonu Felipe Melo'ya da selam olsun.

Etiketler: ,

Brezilya vs. Hollanda



Hollanda her daim usta sanatkarların titizlikle ve büyük bir incelikle çalıştığı özgür ve hücumcu bir takımdı. Avrupa'nın Brezilya'sı yakıştırması Portekiz için yapılıyorsa da bence bu payeyi hakeden Hollanda'ydı. Oysa Brezilya'nın aksine Hollanda bugüne kadar bu bilindik karakteriyle, Euro 88 hariç hiçbir şey kazanamadı. Bert van Marwjik'in Hollanda'sı ise görülmemiş bir şekilde, klasik, defansif bir 4-2-3-1 oynuyor. Geri dörtlüde oynayan Van Bronckhorst, Mathijsen, Heitinga ve Van der Wiel hattını ben alıp da kendi tuttuğum takımın savunmasına koymam. İş savunma yapmaya geldiğinde her biri sakar ve hata payı yüksek oyuncular. Brezilya gibi rüştünü ispatlamış bir savunma hatları yok ve kaleci Stekelenburg da Julio Cesar gibi 1. sınıf bir kaleci değil. Hollanda'yı ilginç ve deneysel kılan da Marwijk'in bu 4'lüye güvenerek gücünü savunmadan alan bir Hollanda antitezi yaratıyor olması.

Hollanda'nın takım savunmasını defolu geri 4'lüye rağmen bu denli güçlü kılan Nigel De Jong ve Vam Bommel'in o savunmanın önündeki işlevi. Brezilya'daki Gilberto Silva ve Felipe Melo ile benzer rolü paylaşıyorlar. Takım savunmasına katkıları büyük. Brezilya'nın hiç çıkmayan ikilisinden farklı olarak, Van Bommel takım hücumdayken biraz daha girişken oynayıp, rakip yarısahada gözüküyor. Hollanda savunması sol kenarda oynayan, ve bir bek gibi ileri geri çalışabilen Kuyt ve Mourinho sayesinde Inter'de savunma ve pozisyon oyununu hayli geliştiren Sneijder'den de hatırı sayılır bir destek alıyorlar. Topa sahip olabildikleri zaman savunmada başlarına pek fazla iş açılmıyor. Çeyrek finale gelirken de rakipler Hollanda'yı hep bekledi. Savunmanın önündeki De Jong ve Vam Bommel istedikleri gibi top çevirdiler. Sadece Slovakya dönem dönem topa sahip olup, oyunu Hollanda yarı sahasında oynayabildi ama seçeneklerinin az olması yüzünden Hollanda geri dörtlüsünün sakarlıklarından faydalanabilecek kadar üretken olamadılar. Hollanda da temel planından şaşmadan ve kendini çok yormadan çeyrek finale kadar geldi.

Bert van Marwijk bu kez çok daha fazla bilinmeyi olan bir denklemi çözmek zorunda. Brezilya her ne kadar eskisi kadar şatafatlı olmasa da, Dunga'nın yaratttığı takım kendi içinde her probleme bugüne dek çözüm geliştirebildi. Kaka ve Robinho'nun düşük formları yüzünden rakip yarısahada o bildik dominasyonu kuramıyorlar ama beklerden adıkları destekle bu ikilinin patlayıcılığından faydalanıp Luis Fabiano'nun bitirmesi için gereken kontraları sağlamakta hayli ustalar. Şili'ye atılan 2. gol bu açıdan derslik.

Brezilya'nın bu karakteri yüzünden Hollanda'nın topa sahip olması bu maç özelinde önemini yitiriyor. Üstelik bir de şanssızlıkları var. Brezilya'da Elano yerine Dani Alves oynayacak. Elano olduğunda Brezilya oyuna daha iyi pas yapıp, takımın oyun zekasına büyük katkı yapıyor; ama Dani Alves'in varlığıyla Brezilya daha enerji ve güçlü oluyor. Brezilya'nın ortasahasından kopuk oynayan ve pres yapmayan ileri 4'lüsü, Hollanda maçında Dani Alves'in varlığıyla tek taraflı da olsa pres yapabilme yeteneğine sahip olacak. Turuncu'ların sevmediği ve bu maça kadar karşılaşmadığı bir tarz bu. Dani Alves'in varlığı Hollanda'nın sol bekinde oynayan Van Bronckhorst'a karşı takıma hız ve fizik avantajı da sağlayıyor. Geriden bir Maglev treni gibi gelen Maicon'u da düşünürsek Kuyt'un eskisine oranla çok daha fazla takıma yardımcı olması gerekecek. Hakem şanssızlığı ve duran top gibi tahmin edilemeyecek faktörleri bir kenara koyarsak maçın düğümü için en kilit eşleşmeler bu bölgede ve Brezilya favori. Brezilya'nın sağı, Hollanda'nın soluna göre hem savunmada hem de hücumda çok daha güçlü. Twitter'da da bu yüzden maçın beklenin aksine üst bitebileceğini yazdım.

Marwijk için solda bence durumu dengeleyebilecek tek unsur Eljero Elia. Hollanda savunması Elia ile belki daha incinebilir hala gelir ama en azından Hollanda hücumda rakibine cevap verebilir duruma gelecektir. Tıpkı diğer kanattaki Van der Wiel - Robben vs. Michel Bastos - Robinho ikilisinde olduğu gibi.

Velev ki kanatlarda bir şekilde denge sağlandı. Belirleyici faktör bu kez Kaka olacaktır. Hollanda'nın savunmasıyla Sneijder arasındaki bağlantıyı sağlayan oyuncu Van Bommel. Savunmaya katkı yaptığı için De Jong ile birlikte ikili gibi gözüküyorlar ama Hollanda hücuma kalktığında Van Bommel açıkça De Jong'un önünde oynuyor. Aralarında da hayki mesafe oluyor. Slovakya zaman zaman bu mesafeyi değerlendirmiş ve Vittek'e 2 net pozisyon hazırlamıştı. Brezilya eğer Hollanda hücumda iken presle kapacağı topları Kaka ile buluşturabilirse fark yaratabilir. Gol bulamasalar bile, zaten kontrolsüz girişler yapabilen Van Bommel - De Jong ikilisinden birini attırıp oyunda niceliksel bir avantaj yakalayabilirler. Bu seviyedeki bir maçta eksik oynayıp kazanabilmek çok zor.

Brezilya yarı final için favori. Skor tahminim de 3-1.

Etiketler: ,

1 Temmuz 2010 Perşembe

Caner Erkin ve Fenerbahçe



Caner Erkin transferi Galatasaray'ın opsiyonunu kullanmamasından sonra Fenerbahçe'nin sezonun sonunda bitirdiği bir transferdi. Geçen sezonun ortasında yaşanan takım içi disiplinsizliklerden sonra, Fenerbahçe dengeleri sıkı tutmak istiyordu. Her sezon başlangıcına birkaç gün rötarlı katılan Brezilyalı oyuncular dahi bu defa açılışa vaktinde geldi. Torpil geçilmiş gibi gözükmemesi için evlenen Caner Erkin'e izin verilmek yerine transfer resmi olarak duyurulmuyordu. Caner'e verilen süre doldu ve Fenerbahçe transferi resmen açıkladı. Oyuncu da hemen sağlık kontrolünden geçip, antrenmana katıldı. Transferin Fenerbahçe açısından hikayesi bu.

Türkiye'nin 1990 İtalya Dünya Kupası'na gitmeyi son anda kaçıran Oğuz, Rıdvan, Tanju, Feyyaz, Metin Tekin'li jenerasyonundan sonraki en hücumcu jenerasyonu 2005 yılında 17 yaş altı kategorisinde Avrupa Şampiyonu ve Dünya 4.'sü olan takımdı. Özgürcan Özcan, Tevfik Köse, Nuri Şahin, Deniz Yılmaz ve Caner Erkin gibi kollektif oyunu da oynamasını bilen yetenekler bütün Türkiye'yi sabaha karşı televizyon başına dikiyordu. Geleceğe dair beklenti büyüktü ama bu oyuncuların büyük bir bölümü bırakın milli ya da uluslararası olmayı, ligin başaltı takımlarında rotasyon oyuncusu dahi olamadılar. Biraz Aydın Yılmaz, biraz Murat Duruer sadece. Takımın yedek kaleci Onur Kıvrak bile ancak bu sezonun parlayabildi. Çok şık bir A Milli Takım ve Borussia Dortmund başlangıcından sonra takımın en büyük yeteneği Nuri Şahin de düşüşe geçti. Feyenoord'da kiralık gönderildi, Dortmund'da son 2 sezondur düzenli oynuyor. 21 yaşına geldi ve açıkçası iyi bir Bundesliga oyuncusu olmaktan daha fazlasını yapacağını hayal ediyordum. Ediyorduk.

Caner Erkin'in durumu biraz daha farklı. Caner o jenerasyonda yurtiçinde yetişip, Manisaspor'da oynayarak kendisini yurtdışında bir Şampiyonlar Ligi kulübüne pazarlayabilmiş tek oyuncu. Emre Belözoğlu ve Nihat Kahveci de dahil olmak üzere 20 yaşından evvel bunu başarabilen bir yerli yok Türkiye'de. Bunun dahi takdir edilmesi gerekir ve onun özel bir oyuncu olduğunun kanıtıdır ama CSKA Moskova tercihinin pek de düşünülerek yapılmadığı açık. Tek kenar oyuncusuyla, 3'lü oynamayı Gazzaev yönetiminde klasik haline getirmiş bir takımda, hele de önünde Yuri Zhirkov gibi bir fenomen varka Caner Erkin'in tutunamayacağı açıktı.

Futbolcunun yeteneklerini ve oyun karakterini doğal mevkisinden başka bir mevkiye adapta etmesi zaten başlı başına bir zorluk. Caner Erkin gibi sadece mevkisini değil oyunun merkezini de değiştirmek zorunda kalanlar için işler daha da zorlaşıyor. Üstelik açıktan beke geçmek, bekten açığa geçmekten çok daha zor bir süreç. Yeteneğiniz ve tekniğiniz uygunsa dayanıklılığınızı ve fizik kalitenizi geliştirip üzerine biraz da taktik bilgisi ekleyerek iyi bir açık olunabilir. Tersi durumda ise pozisyon ve alan bilginizi baştan aşağı güncellemeniz gerekiyor. Kademe gibi genellikle doğuştan gelen sezgileri öğrenmek de bir yere kadar. Temponuzu da tıpkı bir 1500 metre atleti profesyonelliğinde ayarlamanız şart. Türkiye'de, 3 büyükler seviyesinde bu tür başarısızlık hikayeleri çok. Dikenli, acı dolu ve sabır isteyen bir yol bu.

Galatasaray ve Frank Rijkaard'ın hatası tam da bu noktada. Sabri Sarıoğlu açıktan beke evrilebilmiş yegane üst düzey oyuncu Türkiye'de. Onun da geçtiği süreci herkes biliyor. Medyadaki eleştiriler ve tribünlerin tavrı hala taze. 19 yaşında yükseldiği Galatasaray A takımında, ancak 6 sene içerisinde ve 25 yaşına geldiğinde tartışılmaz bir bek olabildi. Galatasaray'ın altyapısından yetişmesi, forma aşkı, destek olan ağabeyleri ve inadına rağmen. Caner Erkin bırakın Galatasaraylı olmayı Fenerbahçeli olduğunu ilan etmiş bir oyuncu. Üstelik sabır, sebat sahibi bir karakteri de yok. Zico ile CSKA Moskova'da bu yüzden kapışmıştı. Sol bek oynamayı istemiyordu. Frank Rijkaard da bu durumu değiştiremedi.

Fenerbahçe'ye geldi ve hangi pozisyonda düşünüldüğü çok mühim. Andre Santos kadrodaki yegane sol bek şu an. Caner'in de sol bek pozisyonundaki geçmiş performansı ve tavırları düşünüldüğünde orayı zorlaması imkansız. Zorunlu birkaç durumda idareten kullanılabilir ama sol bek pozisyonuna rekabet getireceğini düşünmek saflık olur. Fenerbahçe'nin o mevkiyi bütün sezon destekleyebilecek bir sol bek transfer etmesi şart. Caner Erkin de saf yeteneklerini sergileyebileceği orjinal yeri olan açıkta değerlendirilmeli. Böylece Stoch ile gireceği yarıştan hem Stoch hem Caner hem de Fenerbahçe kazanabilir. Terazinin kefesi de Caner'in yerli olması, önde oynadığı zaman sergileyebildiği çok yönlülüğü, boy avantajı, Stoch'un 4-3-3 dışında bir formasyonda zorlanma ihtimalinin yüksek olması, Alex faktörü filan gibi değişkenler hesaba katıldığında bence Caner'den yana.

Kısacası, Caner Erkin sol önde oynarsa Fenerbahçe için iyi transfer.

Velakin bu transferin tetiklediği başka türlü dinamikler de var. Uğur Boral ve Özer ne zaman fit duruma gelecekler bilmiyorum ancak kağıt üzerinde Fenerbahçe'nin Stoch ile birlikte sol önde oynayabilecek 4 oyuncusu oldu. Aykut Kocaman'ın planlarını bilmiyorum ama takımın yapısını, eksikleri ve Aykut'un olasıklıklarını değerlendirdiğim zaman Stoch transferi bana gereksiz geliyor.

Olasılıklar dahilinde inceleyelim.

Caner sol önde düşünülüyorsa eğer orada 4 oyunculuk bir rotasyon var ve kadroda şişkinlik demek. Aykut Kocaman'ın Özer'i içte veya sağda kullanacağını düşünelim rotasyon 3'e düşüyor. Özer'in sağa geçmesi durumunda da Kazım, Topuz ve Aykut'un alacağız dediği sağ açıktan sonra bu sefer de o mevki şişiyor. Deivid, Kazım veya Topuz'dan ikisinin başka pozisyonlarda kullanılması lazım. Topzu sadece iç olarak kullanılabilir. Yok eğer Topuz'u sağda düşünüyorsa Deivid ve Kazım'ın santrfora kayması gerekecek. Güiza + Semih + Gökhan Ü + Kazım + Deivid toplamı vasıfsız bir çokluk. Üstelik çok da pahalılar ve takımın Şampiyonlar Ligi'ne kapağı atmasını veya ilerlemesini sağlayacak tempoda, formda ve kalitede değiller. Kaldı ki, daha santrfora da oyuncu alınacak.

Öte yanda ise Fenerbahçe'nin savunmada büyük bir rotasyon sorunu var. Ne beklerin ne de stoperlerin yakın kalitede yedeği yok. Geçen sezon geri dörtlüde Lugano, Bilica, Andre Santos veya Gökhan Gönül'den biri olmadığında ve yerlerine Bekir, Önder, Deniz oynadığında neler olduğuunu hatırlıyorum. İlhan Eker'in bunlardan daha fazlasını katacağını düşünmek fazlaca iyimserlik olur. Güiza ve Deivid gibi atıl durumdaki yabancıları gönderip kontenjan da açamıyorsun.

Yazının başına dönelim. Caner'in işini bitirmişken, Stoch yerine pekala savunmada Burdisso, Zebina tarzı hem stoper hem de savunma beki olarak kullanılabilecek Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan bir yabancı alıp, Bilica'yı rotasyonda değerlendirmek çok daha mantıklı olabilirdi. Edu'dan sonra Bilica ile downgrade edilen savunma da böylece bir kademe yukarıya çekilmiş olur, Bilica'nın takımdaki rolü de layığını bulurdu. Güiza ve Deivid gönderilip yerlerine bir santrfor ve bir de bahsettiğim tarz savunmacı alınırsa her şey yine yerine oturur. Oysa Fenerbahçe yönetiminin bu konulardaki başarısızlığı ve Aykut Kocaman'ın geçen sezon devre arasındaki hamlesizliği beni endişeye sevkediyor.

Kadro belli olduğunda, sezon içerisinde bu dengelerin nasıl gözetileeceğini merakla bekliyorum. Umarım sorumlular beni haksız çıkarırlar.

Etiketler: , ,

27 Haziran 2010 Pazar

Almanya 4 - 1 İngiltere



Almanya tarihin en gözde, en sevilen, en parıltılı takımlarını Dünya ve Avrupa Şampiyonaları'nda sevimsiz futbollarıyla şüpheli ve bazen de şans yordamıyla elemesi sebebiyle, milli takımlar düzeyinde benim açıkça nefretimi kazanmış bir ülkedir. Mighty Magyars, Hollanda, Arjantin, Çek Cumhuriyeti ilk aklıma gelen ülkeler. 2006'dan bu yana girdikleri yolu ve bu kupada oynadıkları oyunu ise takdir etmemek mümkün değil. Bundesliga'nın yenilenen stadları, dolu tribünler, şirketleşmemiş, bizdeki gibi camia olan kulüp yapıları, ve Löw'ün pozitif futbol anlayışıyla birlikte ligin hücuma odaklı karakteriyle Almanya artık Avrupa'nın en sevimli futbol sahnelerinden biri. 2010 Dünya Kupası'na da bu karakteri taşımayı başardılar ve İngiltere'yi 4-1 gibi çok şık bir skorla paramparça ederek çeyrek finale kaldılar.

Almanya turnuvaya gelirken eleme gruplarında maç başına 2,6 gol atıp sadece 0,5 gol yediler ve hiç mağlup olmadılar. Oysa Löw bilhassa sol bek ve kale olmak üzere hala bazı mevkilerde denemeler yapıyordu. Santrfor mevkiinde Klose, Podolski, Gomez çok kötü sezon geçirmişlerdi. Kiessling sezon boyunca çok iyi oynamasına rağmen milli takım adaptasyonunu sağlayamamıştı. Löw de mecburen Brezilya asıllı Cacau'yu devşirmek zorunda kalmıştı. Bütün bunlara turnuva öncesinde takımın lideri Ballack ve 1. kaleci Rene Adler olmak üzere hem savunmada hem ortasahada can sıkıcı sakatlıklar eklenmiş ve Löw'ün opsiyonları azalmıştı. Çok atletik bir grupta yapacakları kötü bir başlangıç Almanya'nın işini çok zorlaştırabilirdi ama Avustralya'yı 4'leyerek kazandıkları zafer sayesinde birden zevksiz geçen kupanın elması konumuna gelmeleriyle ivme yakaladılar.

Löw'ün vazgeçmediği 4-2-3-1 dizilişinin kilit ismi tek santrforun arkasında serbest oynayan, takımın en yaratıcı ayağı Mesut Özil. İngiltere maçında da Schweinsteiger ve Thomas Müller ikilisiyle birlikte farkı yaratan oyuncuydu. Almanya maçın başından itibaren topa sahip oldu. Bayern Münih'in sezon sonundaki çıkışının anahtarı olan Schweinsteiger'i ortasahanın ortasında kullanma fikrini Löw de benimsedi. Schweinsteiger oyunun genelinde Khedira'nın arkasında topu savunmasından alarak, Mesut Özil'e taşıyıp Almanya hücumlarını şekillendirdi. 5. dakikada Schweinsteiger orta mesafeli ara pasında Mesut Özil çaprazda David James ile karşı karşıya kaldı. 11. dakikada Podolski 4'e 3 yakalanan İngiltere savunmasına karşı yapılabilecek en kötü tercihi yapıp 25 metreden vurmayı denemese çok daha erken öne geçebilirlerdi. 17. dakikada kaleyi bu kez Khedira yokladı ama Almanya aradığı golü 3 dakika sonra kaleci Neuer'in yaptığı aut atışının Terry'den sekmesiyle Klose'nin ayağından buldu.

Skor 1-0 olduktan sonra İngiltere'nin düşük tempolu ve topa sahip olmayı beceremeyen bireysel oyununda bir hareketlenme beklerken fazla hayalci davranmışım. İngiltere'nin ortasaha ve hücumdaki starları birlikte oynamak yerine tek tek kaleye şut atmayı denediler. Almanya ise bu esnada organize gelmeye devam ediyordu. 30. dakikada attığından daha kolay bir pozisyonda topu David James'in ayaklarına vurdu. 32'de ise sistem ürünü bir gol izledik. Mesut Özil sağda Müller'e oynadı, o da topu ters kanattaki Podolski'ye aktardı. 6 pas çaprazından tertemiz bir vuruşla skoru 2-0'a getirdi. 4-2-3-1'in kenarlarındaki oyuncuların nasıl oynaması gerektiğinin en güzel örneğidir bu gol.

İngiltere bu golün ardından nihayet mıymıntı futbolundan vazgeçip bildikleri tempolu ve yardımlaşmalı futbolu oynamaya başladı. 35'te sağ kanattan akan Milner'in yerden kestiği topta Lampard'ı cezasahasına soktular. Neuer'den seken topu çizgide Lahm uzaklaştırdı. 1 dakika sonra kalelerinde Klose'den yedikleri pozisyonu savuşturduktan sonra kornerin devamında Upson'un golüyle 2-1'i yakaladılar. Hız kesmeyip 2-2 için bastırdılar. Lampard'ın nizamı golü verilseydi maç çok farklı bir şekle bürünebilirdi ama skandal bir kararla gol iptal edildi. 1966'da Hurst'ün attığı gole göndermeler çok olacaktır ama top bariz 1 metre içerideydi. Dünya'nın en muhafazakar organizasyonlarından biri olan ve halihazırda canlı izlediğimiz Wimbledon'da bile topun içeri düşüp düşmediği teknoloji yardımıyla karara bağlanabiliyorken, International Board'un buna direnmesini ben çözemiyorum. 3G çağında yaşarken hem de.

İngiltere 2. devrede hızını biraz kesse de Lampard'ın 52. dakikada direkten dönen frikiğiyle umutlarını taze tuttu. 67'de Müller'in Almanya'yı 3-1 öne geçiren golüne kadar da hücum etmeye devam ettiler ama hepsi de organizasyondan uzak ve bireysel zorlama gelişen, şuta dayalı ataklardı. Capello'nun 64'te yaptığı Joe Cole - Milner değişikliği hamlesi zaten insicamı bozuk olan İngiltere ortasahasını incinebilir duruma düşürdü ve Mesut Özil o boşluğu çok iyi kullandı. 70'te de soldan geliştirdiği atakta Müller'e boş kaleye gol attırdı. Maç da oley sesleriyle bitti. Almanya bu zaferden sonra şampiyonluk havasına girer, tartışılanlar ise İngiltere ve Capello olacak.

İngiltere ve İspanya turnuvanın en zengin ve yetkin ortasaha rotasyonuna sahip takımı. İspanya bu nimetten teknik direktör gözetmeksizin alabildiğine faydalanıyor. İngiltere ise taktik zekası her zaman övgü alan Capello faktörüne rağmen Lampard ve Gerrard'dan birlikte verim alacak düzeni kuramıyor. Capello eleme gruplarında Gareth Barry'yi Lampard'ın yanına monte ederek, Gerrard'ı sola çekerek asimetrik bir 4-4-2 ile başarılı olmuştu. Sakat olan Barry'yi kadroya alıp Walcott'u dışarıda bırakmasının altındaki neden de buydu. Dünya Kupası öncesindeki hazırlık maçlarının hepsinde bu sakatlığa Ferdinand'ın yokluğu ve beklerin sezonu fit kapamamalarının da etkisiyle en güvendikleri savunmaları da sallanmaya başladı. Japonya maçı başta olmak üzere delik deşik oldular.

Capello bütün gelişmelere rağmen ne stratejisini ne de dizilişini değiştirdi. ABD maçında orta ikilide Lampard - Gerrard'ı kullanıp kanatlarda Milner ve Lennon'u kullandı ama sistemi işletemedi. Cezayir maçında Lennon'u kesip henüz tam hazır olmamasına rağmen Barry'yi içte, Gerrard'ı sol kenarda kullandı. Turnuvanın en kötü maçıydı. Slovenya maçını da ıkına ıkına 1-0 kazandılar. Futbol cezasını kesiyor. İngiltere grupta 2. olup Almanya ile eşleşti. Capello'nun gereken dersi alıp, başka bir takım izleteceğine dair inancım az da olsa vardı ama tenezzül bile etmedi.

Gerrard yine solda sürgün, beki Ashley Cole ile uyumsuz. Lampard ve Barry ortada pas yapamıyorlar. İngiltere sadece Milner'in sağdan kopuk kopuk geliştirdiği bindirmelerle ve uzaktan şutlarla kopuk kopuk oynayan bir takım. Capello pekala 4-3-3 deneyebilirdi. Elinde bu dizilişi oynayabilecek SWP, Lennon, Joe Cole gibi kanat forvetler var. Ortasahadaki verimsizliği Barry'yi katalizör olarak kullanarak Lampard & Gerrard ikilisini içte değerlendirip çözebilirdi. Rooney de böylece Manchester United'da alıştığı özgür role bürünebilir, alanı Heskey veya Defoe ile paylaşmazdı. Ya da Liverpool'da supporter oynayan Gerrard'ı ileri ikilinin arkasında kullanarak 4-1-2-1-2 deneyebilirdi. Elinde bu dizilişe uygun bekler, içler ve Rooney'ye top indirecek pivot santrforu mevcuttu. Hiçbirini denemedi.

Capello'nun bundan sonra görevde kalacağını düşünmek iyimserlik olur. İngiltere'nin demode bir İtalyan'a değil, temposunu ve fizik kalitesini artık trend olan akıcı bir pas oyunuyla birleştirebilecek bir teknik adama ihtiyacı var. Hiddink artık Türkiye'nin başında. Ben olsam Arsene Wenger'in kapısını çalardım.

Etiketler: ,

Miroslav Stoch ve Fenerbahçe



Miroslav Stoch oyununu hızı, çabukluğu ve driplingi üzerine kurmuş skorer bir kanat forvet. Twente ile geçen sezon ligde oynadığı 32 maçta 10 gol attı. Fenerbahçe'nin geçen sezon açık rotasyonunda kullandığı Özer, Mehmet Topuz, Uğur Boral, Vederson, Kazım, Ali Bilgin ve Deivid'in geçen sezonki gol toplamının 107 maçta 9 olduğunu düşünürsek; Stoch'un bu performansının Fenerbahçe'ye transfer olmasındaki başlıca referanslardan biri olduğu su götürmez. Teşhis ve tedavinin doğru olduğu hissi uyandırdığı için taraftar da haliyle umut dolu. Bunun yanı sıra, yıllardır Fenerbahçe'de görülmediği üzere, henüz 21 yaşında, gelişime açık ve Chelsea tarafından nitelikleri takdir görmüş bir yetenek alındığı için de haklı bir sevinç var. Geçen sene, UEFA Avrupa Ligi maçlarında Fenerbahçe takımdaki en atletik ve trend oyuncu olan Gökhan Gönül'ü sürklase etmesi ve Galatasaray'a atılan çalım sevinci katlayan diğer etkenler. Teori de benim de paylaştığım bu görüşlerin hepsi geçerli ve değerli. Pratikte ise geçişler bu kadar net ve oyuncunun geçmişiyle paralel olmayabiliyor.

Felix Magath'ın teknik direktörlüğü satrançtan feyz alır, futbolu satranca benzetir. Satranç tahtasındaki taşlara oyun stratejisi doğrultusunda belirli roller biçilmiştir. Futbolda da her futbolcunun takımın dizilişi ve oyun anlayışı paralelinde spesifik görevleri ve yerine getirmek zorunda olduğu genel bir rolü var. Futbol çok fazla değişkeni olan bir oyun. Hangi futbolcu olursa olsun gerçekleşen bir transferi, sırf futbolcunun temel nitelikleri üzerinden yorumlamak bu yüzden çok da sağlıklı değil. 2009-10 sezonunun başında bizzat aynı hataya düşüp, Andre Santos'un ortasahanın solunda veya açıkta başarılı olabileceğini yazmıştım. En büyük dayanağım da oyuncunun yüksek tekniği, pas alışkanlığı ve kalitesiydi. Andre Santos birkaç maç beklediğim gibi oynamış, Fenerbahçe'nin Andre Santos'lu ortasahası Cristian'ın da gelişiyle eskiye göre daha seri ve isabetli pas yapmış ve oyuncu da jeneriklik goller atmıştı. Velakin ligin devamında Andre Santos itiş kakışı sevmediği, fiziksel olarak yıprandığı ve temposu düştüğü için ikinci devrenin ortasına kadar sol açıkta paspas olmuştu. Ta ki beke geçene kadar.

Stoch transferi için de benzer tehlike sözkonusu.

Fenerbahçe son 5 sezondur ortalama tempoda, bol pasa dayanan 4-2-3-1 / 4-4-1-1 oynamaya alışmış bir kulüp. Aykut Kocaman'ın futbolculuk döneminde Carlos Alberto Parreira'dan etkilendiği gerçek. Teknik direktörlük kariyeri de genellikle çift santrfor kullanması dışında Fenerbahçe'nin son 5 sezonunda kazandığı oyun anlayışıyla paralellik gösteriyor.

Fenerbahçe önümüzdeki sene ister 2 ister 1 santrforla oynasın, eğer yakın tempoda, bol paslı ve ortasahanın kenarlarında kaleye uzak oynayan 2 kenar oyunculu düzeni değişmediği takdirde Miroslav Stoch'un beklenilen katkıyı yapamayacağını düşünüyorum. Zira Stoch ortasaha karakterli bir oyuncu değil, pas yeteneği vasat, zaten asistten ziyade skor düşünüyor. Fizik olarak da ortasahanın kenarlarında oynamak için çelimsiz. Türkiye'de oynayan baltazarlar ve delik deşik zeminlerde tıpkı Andre Santos gibi yıpranması muhtemel. Bu şartlarda hızı ve dripling yeteneği de atıllaşıp; Mehmet Topuz, Özer, Uğur Boral'dan farkı kalmayabilir. Milli takım performansları belirleyici olmaz ama İtalya'nın karakteri Türkiye'de Fenerbahçe'nin oynayacağı rakiplerle uyum gösterdiği için Stoch'un o maçtaki performansı geçiştirilmemeli.

Miroslav Stoch'un başarılı olabilmesi için kaleye daha yakın, rakip ortasahayla boğuşmadan ve boş alanlarda topla buluşması gerekiyor ki, Twente'de korkusuzca sergilediği yeteneklerini gösterebilsin. Hızını ve top taşıma yeteneğini kullanarak korkusuzca rakibinin üzerine gitsin. Yatırıp kaldırsın, içeri katedip şut çeksin, ceza sahasına girsin, ters kanattan gelişen ataklarda tehdit olsun, gol atsın. Futbola rakamlara artık öcü muamelesi yapılıyor ama oyuncuların rollerini o rakamlar belirliyorlar. Fenerbahçe eğer Stoch'tan hem sahada verim alıp hem de ileride iyi paraya okutmak istiyorsa Twente gibi çoğunlukla 4-3-3 oynamalı. Stoch'u da ortasahanın kenarında değil kanat/uzak forvet olarak kullanmalı.

Aykut Kocaman'ın bu değişimi yapabilmesi için takımdaki en yaratıcı oyuncu olan, efsaneleşme arefesindeki Alex'i kızağa çekmesi gerek. Zira Turkcell Süper Lig'in karakteri Alex'in Eredivisie'de Kenneth Perez'in üstlendiği ortasaha rolünü üstlenmesine imkan tanımıyor. Aragones döneminde tecrübe edildi. Alex'in sözleşmesinin son senesine girmesi işleri biraz daha kolaylaştırıyor ama yine de süreç kolay olmayacak. Balázs Dzsudzsák transferi opsiyonları çoğaltması ve takımın standardın altında kalan boy ortalamasını yükseltmesi açısından bana teoride daha doğruymuş gibi geliyordu. Zamanın beni haksız çıkarması dileğiyle.

Hayırlı olsun.

Etiketler: , ,

ABD 1 - 2 Gana



ABD ve teknik direktör Bob Bradley bu turnuvanın taktik açıdan en üretken ve en cesur takım & hoca ikililerinden biri. Kadronun kalite olarak birbirine yakın oyunculardan kurulması, Dempsey ve Donovan gibi hem ortasaha karakteri olan hem de hücumda birkaç pozisyona evrilebilen ekstra oyuncuları sayesinde Bob Bradley maç içinde farklı denemelerde bulunabiliyor. ABD'nin bu zaman kadar yaptığı geridönüşlerin arka planında takımın yüksek fizik kalitesi ve inatçı yapısıyla birlikte eldeki opsiyonların fazla oluşunun payı büyük. Gana gibi turnuvanın en fizikli, taktik disiplini ve organizasyonu en güçlü takımına karşı hem oyun hem de skor olarak geri düşülmesine rağmen tribündeki ve ekran başındaki seyirci ABD'nin geri döneceğine dair inancını tıpkı takım gibi kaybetmemesi bundan.Gana maçında da aynı hikayeyi yazdılar ancak birazcık şanssızlıklarına, birazcık da beceriksizliklerine kaybettiler.

ABD maça 4-2-4'e evrilen oldukça ofansif bir dizilişle başladı. Donovan ve Dempsey'nin kendilerine yakın forvetler Altidore ve Findley'nin arkasında, çizgiye yakın alanlarda gezinerek oynadığı, Brezilya'nın 4-2-2-2'sine benzer bir kurgu ile hücum etmeye çalıştılar. Ne var ki, Gana'nın 4-4-1-1'i karşısında maçın ilk devresi boyunca mahkum oynadılar. Bunun en büyük sebebi Gana hücum ederken santrfor Gyan'ın hemen arkasında supporter rolüne soyunan Kwadwo Asamoah'ın, oyun ortadayken ortada oynayan Annan ve Kevin Prince Boateng'e yaklaşarak, ABD'nin Clark - Bradley ikilisine karşı 1 kişilik fazlalık sağlıyor oluşuydu.

Gana sürekli topa sahip olup, ortasahadaki 1 fazlalığını Kwadwo Asamoah veya K.Prince Boateng'i derin koşularla ABD savunmasının üzerine sürerek skora dönüştürmeye çalışıyordu. 8. dakikada Kevin Prince Boateng ile golü de bu şekilde buldular. Gyan'ın 'modern tek santrfor fundamentali 101' ismiyle ders diye okutulacak oyunu, Ayew ve Inkoom'un delicilikleriyle Gana ilk yarıda oyunu domine etti.

Bob Bradley mecburen 30. dakikada Clark - Edu değişikliğini yaptı. Açıkçası oyuna etki eden bir değişiklik değildi. Gana ortasahada hala 1 oyuncu fazlaydı. ABD ise hala topa sahip olamıyor, olduğunda da sahadaki opsiyon azlığı yüzünden çokça hatalı pas yapıyordu. Bob Bradley'in devre arasında yaptığı Feilhaber - Findley değişikliği ile asimetrik bir 4-3-3'e döndüler. Ortasahadaki Edu - Bradley ikilisinden Edu savunmanın önüne stoper gibi yerleşti. Bradley modern bir iç oyuncusunun rolüne büründü. Bugün Uruguay'da Alvaro Pereira'nın yaptığı gibi hücumda zaman zaman sol açığa doğru kayan ama iç karakterli Feilhaber ile birlikte ortasahada 3'lü bir hat oluşturdular. Gana'nın 3'lüsüne karşı oyunu dengelediler.

Bob Bradley'in fark yaratan ikinci hamlesi ise forvette oldu. Küçük bir kaydırma yaparak, ilk devre yandan yemiş bir kenar oyuncusu gibi oynayan Dempsey ile Altidore'un yerlerini değiştirdi. Altidore'un Dempsey'e göre hayli üstün olan top taşıma becerisi ve temposuyla ABD daha akıcı ve çabuk oynamaya başladı. İlk devredeki roller tersyüz oldu. ABD üstünlük kurdu ve 62. dakikada Donovan'ın golüyle beraberliği yakaladı. Kevin Prince Boateng'in sakatlanıp yerini temposunu kaybetmiş, oyunu tecrübesiyle oynayan Appiah'a bırakıp, Asamoah'ın Boateng'in mevkisine geçişiyle Gana fazla başladığı ortasahada 1 eksik kaldı. Top hakimiyetini ve oyundaki momentumu tamamen kaybetti. Teknik direktör Rajevac'ın maç içinde yaptığı en büyük hataydı bence bu değişiklik. Pekala Muntari'yi kullanabilirdi. ABD son 15 dakikayı tamamen Gana yarısahasında oynayıp gollük pozisyonları kaçırmaları ve maçın uzatmaya gitmesi Gana için şanstı.

Bu hatayı dengeleyen, Bob Bradley'in uzatmanın başında Altidore'u çıkarıp Gomez'i almasıydı. Gyan'ın 93. dakikadaki güzel golünü buna bağlayacak değilim. Futbolun cilvelerinden biri o gol ama Gomez/Altidore değişikliğinin oyunun şeklini ABD için değiştirdiği su götürmez. Kağıt üzerinde forvet çıkıp, forvet giriyor ama oyuncular arasındaki niteliksel farktan ötürü, ABD normal sürenin sonundaki üstünlüğünü kaybetti. Gomez yerine girdiği Altidore kadar güçlü ve iyi top taşıyamaması yüzünden ABD oyunu Gana sahasına yıkamadı. Basın mensubu olsaydım neden Gomez yerine Beasley'nin tercih edilmediğini sormak isterdim doğrusu.

Bob Bradley'in başka değişiklik hakkı kalmadığı için, golü attıktan sonra skoru koruma işini ustalıkla yapan Gana'yı açma ihtimali de şansa ve duran toplara kaldı. Şans gülmedi Amerikalılara ve evlerine döndüler. Taktik açısından da seyir açısından da güzel maç oldu. ABD'de 16 km'den fazla koşan, temposunu hiç kaybetmeyen, her zaman doğru tercihlerde bulunan Bradley muhteşemdi. Takım olarak da cesaretleri, devamlılıkları ve pes etmeyişleriyle pekçok hayran kazandılar.

Gana yoluna devam ediyor. Bu yaşta bu winner ruhuna diyecek bir laf yok. Ayew ve biraz Asamoah dışında yaratıcı oyuncuları olmamalarına rağmen çeyrek final görmeleri çok büyük başarı. Rajevac'ın takımın üst düzey fiziğini tempo üreten bir dinamoya çevirişini, Afrika takımlarında fazla görmediğim taktik zeka ve sabrını izlemek çok keyifli. 1990'da Kamerun, 2002'de Senegal'in yaptığını tekrarlayarak Dünya Kupası'nda çeyrek final gören 3. Afrika ülkesi oldular. Yarı final için çok sert ve zor bir engel olan Uruguay'ı aşmaları gerekiyor. Ortasahada rakiplerine göre daha zenginler ama Ayew'li takımın bile yeterince üretemediği bir ortamda turnuvanın en iyi savunma takımlarından birine karşı Ayew'siz neler yapacaklarını izlemek çok farklı olacak. Rajevac'ın deneylerini şimdiden merak ediyorum.

Etiketler: ,