15 Şubat 2010 Pazartesi

Fenerbahçe ve Plasebo Etkisi



Hayatın en kötü yanı ne biliyor musunuz ? Size sonsuz seçenek sunup, onları yaşayabilmeniz için kısıtlı imkanlar sunması. Sevgililer Günü'nün ertesi olması sebebiyle bir benzetme yapacak olursam, klasik bir "annem göster ama elletme dedi" durumu. Bu gezegen, bir yandan insan doğasında var olan eşsiz duyguları tadabileceğiniz onlarca farklı ve gizemli ortamı sunuyor, diğer taraftan da sizi kendi dünyanızın sınırlarına hapsediyor. Göreli bir özgürlüğün içinden maksimum yoğunluğu yaşamaya çalışıyorsunuz. Futbol o yoğunluğun en alternatifli dünyalarından biri. İçinde her şey var. Stadyumlar ve full hd televizyonlar, bu kadar farklı çeşidi aynı ortamda bulabildiğiniz ender yerlerden. Haftada bir, makul fiyatlara gösterinin bir parçası olup başarının, mutluluğun, huzurun, nefretin, hayalkırıklığının ya da kederin içinde yüzebiliyorsunuz. Ama yine de gösterinin sahibi siz değilsiniz ve yine size verilenle yetinmek zorundasınız. Kendi hür iradeniz ile alabileceğiniz yegane karar, sürekli aynı gösteri döndüğünde sahneden kaçmak.

Yılbaşından evvel, 1907 Ünifeb'den dostlar lokallerinde düzenlediği panele çağırdıklarında, neden eskisi kadar sık yazmadığımı sormuşlardı. Fenerbahçe'yi kastederek sormuşlardı elbette. Aynı cevabı vermiştim. Rutin demiştim. Aynı Aziz Yıldırım, aynı Daum, aynı medya, aynı futbol ortamı. Kaçmayıp da yazsan ne olacak ? Devre arası transfer döneminde yaşanılanlar, sonrasında Aziz Yıldırım'ın her zaman olduğu üzere Alaattin Metin vasıtasıyla ortamın gazını almaya çalışması ve biraz futboldan haberdar insanların bir bakışta farkına varabileceği saçmasapan, yalanyanlış lakırdılar... Adam utanmadan Inter devre arası transfer yapmadı diyor. Pandev'i sorsan "kim tanıyor canım" diyecektir. Kısacası, değişen yine hiçbir şey yok. Daha net bir örnek vereyim.

Blog arşivinde Edu - Lugano - Fenerbahçe başlıklı bir yazı var. Fenerbahçe'de 3 sezon birlikte görev alan bu ikilinin takım performansı üzerindeki etkisini anlatan ve sonuç bölümünde de - bu ikili 3 sene boyunca ancak maçların % 60'lık bölümünde beraber oynayabildiği için - kulübenin yakın kaliteye bir stopere gereksinim duyduğunu iddia eden bir yazıydı. Çok düşük yüzdeyle gol atan bir takımınız varsa bu takviyenin daha da hayati olduğuna dikkat çekiyordu. Temmuz 2009'da yazılmıştı.

Fenerbahçe'nin santrforları hala düşük yüzdeyle gol atıyorlar. Edu gitti, Bilica geldi ama yazı hala güncelliğini hala koruyor. Çünkü savunma göbeğindeki Lugano ve Bilica'nın yakın kalitede bir alternatifi yok. Bilica ilk devre oynanan Galatasaray derbisinden sonra 3 maç ceza aldı. Fenerbahçe o 3 maçta 7 gol yiyip, 2 gol attı ve sadece 1 puan alabildi. Son 2 maçtır da Lugano yok. Bursa ve Manisa maçlarında yenilen 5 gole karşılık atılan 3 gol var. Tabelada yazan da son dakikada alınan bir beraberlik ve mağlup olunarak, son dakika golüyle geçilen bir tur. Lugano'nun sakatlığı devam ediyor ve fikstürde oynanacak son derece kritik Bursa ve Lille maçları var. Allah kerim diyorum sadece.

Şu görece bir yorum da değil. Veriler ve yüksek frekansta tekrar eden bir istatistik baz alınarak yapılmış, çok da karışık olmayan bir analiz. Milyonlarca dolarlık değere sahip bir markanın yönetiminde şu riskin hesaplanamıyor, hesaplandıysa bile imkan var olduğu halde o riski düşürmek için gerekli aklın sergilenemiyor oluşu beni deli ediyor. Bunun gibi onlarcası var.

Betondan da futboldan da anlayan başkan Aziz Yıldırım, etik kralı sportif direktör Aykut Kocaman ve onların maslahatgüzarı kaygısız Daum belki sezon sonunda şampiyonluk kutlayacaklar. Bin türlü saçmalığa rağmen bu oldukça yüksek bir olasılık ve ben de seve seve eşlik edeceğim kutlamalara. Velakin ertesi sezon beni bekleyen ise yine benzer bir rutin olacak. Düpedüz plasebo etkisi işte...

Ve bu benim en büyük bağımlılığım ama kurtulmanın bir yolu olmalı.

Etiketler: ,