19 Eylül 2009 Cumartesi

Diego Souza ve Fabricio



Bayram sadece müslümanlara değil futbolseverlere de aynı zamanda bu haftasonu. Avrupa'dan, bilhassa da EPL'den nefis maçlar var. Diğer kıtanın bana göre en güzel ligi Brezilya'dan da. İkisinin de yayın hakkı Spormax kanalında. Türksat üzerinden yayına başlayınca 8 lira farkı verip aldım bu sene EPL hatrına. Brezilya'nın gündüz fikstüründen de birkaç maç izleyebilirsem ne ala diyordum. EPL'de dönüşümlü yayına başladılar, Brezilya Ligi'nde de haftalardır olabilecek en kötü maçları seçiyorlar. Geçen hafta Botafogo - Fluminense derbisini atladılar. Bu hafta da atmosferi ve kalitesi en yüksek olma ihtimali büyük 3 maçı. Fikstürde Batafogo - Santos, Gremio - Fluminense ve Cruzeiro - Palmeiras maçları dururken Santo Andre - Sao Paulo maçını seçmeyi anlamıyorum. Hernanes ve Washington hatrına izlenebilecek, hedefsiz ve vasat bir maç. Oysa diğer maçlar inceldiği yerden kopmak üzere.

Diego Souza ismi Benfica'dan tanıdık gelebilir. Tutunamamıştı 7 numara Avrupa'da. Ülkesindeki rehabilitasyon işe yaradı ve tıpkı Nilmar gibi muazzam bir geri dönüş yaptı. Palmeiras formasıyla yakaladığı form ve Hernanes'in düşen formundan sonra, Dunga'nın ülke içinden o mevkiye bir numaralı adayı olabilir. Fabricio ise Fenerbahçe'yle anılmıştı bu yaz. Tipik bir 5 numaradır. Haftasonu karşı karşıya oynayacaklar ve ağız dalaşına başladılar. Fabricio hafta içerisinde Diego Souza'yı bir güzel övdü, ardından topsuz alanda attığı yumruklar, dirsekler ve çelmelerden bahsetti. Fabricio çok da haksız sayılmaz ama eksik söylemiş. Diego Souza biraz Emre Belözoğlu'na benzer. Çok yetenekli topçudur ama sinirlerine hakim olmakta zorlanır ve duygularına da sıkça kapılır. Bu yüzden de üzerine epey oynanır. Santos stoperi Domingos ile savaşı efsanedir. Sahada böyle yanıt verenin mikrofon ayarı da yok tabi; "kazanmak için herşeyimi veririm, küçük kızlar gibi oynayacak halim yok"

Etiketler: ,

18 Eylül 2009 Cuma

Aziz Yıldırım ve Kara Delikleri



Türkiye Ligi'nde gol atmak zor. Ligin değişen karakteri buna eskisi gibi kolay imkan vermiyor. 3 büyükler toplamının son 3 sezonda maç başına attığı ortalama gol sayısı 2'nin altında. Üstesinden gelmek için kaliteyi arttırmak bir yöntem. Dolayısıyla forvet hattına yabancı santrfor transferi yapmayı anlıyorum. Anlamadığım şey neye göre yapıldığı.

Fenerbahçe'nin son yıllarda transferde en çok güvendiği ülke Brezilya. Sempatimi bir tarafa koyuyorum ve bu ülkeden çıkan oyuncuların Avrupa futboluna uygun olmadığı için Brezilya'dan transfere karşı çıkan çoğunluğun aksine düşünüyorum. 1970 - 94 arası girdikleri futbol bunalımından gerekli sonuçları çıkarmış bir ülkedir Brezilya. Oyunun fizikselliğini anlamış, savunma ve ortasahanın önemini kavramış ve sistemlerini buna göre adapte etmiştir. Hem saha içinde hem saha dışında. Altyapı uzmanları, fizyoterapist, kondisyoner, diyetisyen anlamında lider ülkelerden biri konumundalar artık. Ve Brezilya artık sadece hücum oyuncusu değil, Avrupai karakterde ortasaha, savunma oyuncusu ve kaleci üretimi de yapabiliyor. Tabusunu yıkamayanlara sertliğiyle nam salmış İtalya Serie A'da tepeye oynayan Inter, Milan, Juventus ve Roma kadrolarına bir göz atmalarını tavsiye ediyorum.

Yine de futbol genleri hücum etmeye programlanmış Brezilya'dan ilk olarak santrfor alırım ben. Bu ülkeden stoper, kanat beki, ön libero, kanat hücumcusu ve ofansif ortasaha alan Fenerbahçe ilginç bir şekilde forvet tercihlerini Anelka, Kezman ve Güiza gibi Avrupalı'lardan yana kullanmış.

Bu 3 oyuncunun ligde aldığı toplam süre 9538 dakika. Yani 106 maç. Attıkları toplam gol sayısı 48. Ortalama 198,7 dakikada 1 gol ediyor. % 50 verim yani 2 maçta 1 gol sınırını aşıp, 3. maçtan süre yemişler. İçlerinde en kötü ortalama sahip olan oyuncu bu sezon başına kadar 235 dakikada 1 gol ile İspanya milli takım rotasyonunda yer bulan, La Liga gol kralı Guiza idi. Bu sene 5 maçta attığı 3 gol ile 214,5 dakikaya yükseltti formunu. Gol atamama krallığını da Anelka devraldı. Geçen senenin EPL gol kralı, Fransa Milli Takım oyuncusu 223,5 dakikada 1 gol atıyordu Fenerbahçe'de. Taraftarın en çok uğraştığı, içlerinde en az krediyi verdiği, Tanrı'ya yardım çığlığı atan Kezman'ın ortalaması ise 170,2 dakikada 1 gol. Hollanda'da gol kralı olmuş, EPL ve La Liga'da üst düzey takımlarda kariyeri olan ve ülkesinin önemli futbol figürlerinden biri o da.

Verim olarak dip yapmalarının yanında üç ortak yanları var.

Oyuncu karakterleri itibariyle temas ve mücadeleden hoşlanmayan, devamlılıkları düşük, dar alanda ve hava toplarında etkisiz, driplingi seven ve topu aldıklarında ikinci şansı yaratamayan, tek atımlık oyuncular. İkinci santrfor tanımına daha uygunlar. Aziz Yıldırım döneminde alınmışlar. Aynı Aziz Yıldırım tarafından seçilen ve tek santrfor oynatmayı daha çok tercih eden teknik direktörlere emanet edilmişler. Bu yüzden sistem kurbanı olarak da biliniyorlar.

Doğru ama eksik. Zira Fenerbahçe'nin oyununu bu oyunculara göre adapte ettiği dönemde de kıyamet gibi gol kaçırdılar ve oyun içerisinde de kara delikten farksızdılar. Anlatıldıkları ve gösterildikleri kadar iyi bitirici değiller esasen. Kariyer ortalamaları bunu anlamak için yeterli. Dönem dönem parlayabilmiş, standart yoksunu forvetler hepsi. Anelka mesela, Chelsea'da bir dönem gol kralı olup, aynı takımda 20'ye yakın maçta peşpeşe gol atamamazlık sendromuna girebiliyor.

Bir de bu oyuncuların öncesi var. Manzara o döneme bakıldığında daha bir netleşiyor.

Pierre Van Hooijdonk, Nobre ve bu 3 oyuncuya tercih edilmeyen Semih Şentürk'ün ligde aldıkları toplam süre 14893 dakika. Yani 165 maç. 112 gol atmışlar toplam. 133 dakikada 1 gol ediyor. PVH ve Nobre'nin ortalamaları 135,7 dakikada 1 gol. Semih 126,85 dakikada 1 gol ile en iyi ortalamaya sahip.


Bunların da üç ortak yanı var. Oyuncu karakterleri itibariyle devamlılıkları yüksek, temastan ve fiziksel mücadeleden çekinmeyen, dar alanda ve havadan etkili, topu çok iyi taşıyamasa da iyi saklayabilen ve en önemlisi etkili dağıtabilen, pasör oyuncular.

Karakter farklılıkları dışında Anelka, Kezman ve Guiza ile iki özellikleri de ortak. Aynı teknik adamlarla, üç aşağı beş yukarı aynı çekirdek kadroyla çalışmışlar. Ve Aziz Yıldırım döneminde transfer edilmişler. Bilançolara gömülmek, oradan sonuçlar çıkarmak sevdiğim bir tarz değil ama değer böyle ölçülüyor maalesef. Anelka, Kezman, Guiza üçlüsüne ödenen bonservis yaklaşık 30 milyon €. PVH ve Semih'e ödenen bonservis ise 1 milyon € yoktur. Nobre zaten kiralıktı.

Fenerbahçe kulübünde transferin başrolünde teknik adamlar değil yönetimler olduğuna göre bunun hesabını verecek de bellidir. Aynı teknik adamlar döneminde nasıl bu kadar birbiriyle alakasız oyuncular alınıyor sorusuna bir cevap vermeli Aziz Yıldırım. Ve takım rayında giderken teknik adamlara ortalama 10 milyon € gücünde baskı üreten forvet takıntısı üretmeyi de bırakmalı. Fenerbahçe tarihi böyle boş ve lüzumsuz santrfor transferlerinden dolayı, sistemi zedelenmiş ve görevini tamamlayamamış takımlarla dolu.

Etiketler: , ,

Fenerbahçe 1 - 2 Twente



Fenerbahçe maça beklediğimden de iyi girdi aslında. Klasik 4-2-3-1 dizilişinde ilk yarım saatte ortasahada Emre'nin presine bu kez Cristian da katıldı, beklerin de oyuna girmesi ve savunmanın ortasahaya yaklaşmasıyla oyun Twente yarısahasına yığıldı ve rakibe top gösterilmedi. Öyle ki Twente ortasahasındaki en fizikli oyuncu olan Tiote tükendi. 40. dakikada değiştirildi. Bu dönemde savunmada Stoch'un bireysel slalomu dışında bir tehlike yaşanmazken, hücumda Steve McLaren'in 4-3-3 dizilişinde sol kulvarda oynattığı Stoch ve Perez'in yarattığı defansif zaafiyet Gökhan ve Kazım ile iyi kullanıldı. Hem sıfıra inildi hem de ortasahayla varyeteye girildi ama bunların hepsi nafile.

Çünkü en uçta Guiza adında bir kara delik var.

Fenerbahçe bilhassa ilk yarıda 3. bölgeye bu kadar rahat geldiği ve ağır bir baskı kurduğu maçta üretkenlik sağlayamadı ve tabelayı değiştiremedi. Bunun yegane sorumlusudur İspanyol santrfor. Gökhan'ın gollük muz ortasına omuz ile vurmaya çalışmasıdan ziyade, oyundaki diğer görevlerini yapmadığı için Fenerbahçe'nin bütün dengesini bozdu. En büyük faydası çalışkanlığı, pozisyon bilgisi ve savunma arkası koşuları olan bir santrfor bunları yapmadığı zaman kendi ortasahasını yorduğuyla kalıyor.

Guiza - Semih değişikliği sadece hücumu değil Fenerbahçe'nin takım savunmasını ve dayanıklılığını da iyileştirecekti bu bakımdan. Devre arasında, bilemedin devre başındaki görüntüsüyle oradaki derin iltihapı almak lazımdı. Daum gidip küçük olanıyla uğraştı. Mehmet Topuz - Roberto Carlos değişikliği doğruydu ama öncelik değildi. Guiza oyunda kaldığı her dakika Fenerbahçe, tıpkı Manisa maçında olduğu gibi, oyundan düştü. Bilica - Guiza arası mesafe uzadıkça uzadı ve rakibine pas imkanı tanıdı. Pozisyon verdi. Steve McLaren de Daum kadar oyun okuma becerisi düşük bir hocaymış. Kazım iyice kontrolden çıkmışken, Gökhan yorulmuşken ve Fenerbahçe ortasahası da düşmüşken Stoch'u çıkarma gafletinde bulundu.

Futbol affetmiyor, cezayı kesiyor. Herhalde kariyerinde oynamadığı tek bölge olan sol açıkta görevlendirilen Mehmet Topuz enfes bir frikik golü attı. O sırada Guiza yerine yapılacak herhangi bir değişiklik ile oyun tutulacakken, bekleyen Daum'a cezayı 34 yaşında ve Avrupa arenasında golü olmayan Nkufo kesti. 80. dakikada yapılan Semih ve Deivid değişiklikleri inandırıcılıktan uzak. Herhangi bir katkı da sağlamadı Fenerbahçe'ye.

Andre Santos'u böyle görmek ise üzücü. Brezilya'da dahi bu kadar disiplinsiz ve içeriye katederek oynamayan bir oyuncunun Avrupa'da ters yönde kimlik değiştirmesi garip. Halbuki sezon başında böyle değildi. Bu değişimi başına buyruk gerçekleştirmediği açık. Belki arkasında daha tedbirli oynayan Vederson olsa faydalı da olabilir bu bireysel taktik; ama bu yapıda Roberto Carlos olduğunda takımın dengesini bozan ikinci unsur olmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Nkufo vururken topun önüne yatmak yerine ayakta kalan Bilica'ya ve klasik Avrupa performansından mahrum bırakmayan Volkan'a ise şaşırmadım. Chelsea maçı hariç tamamen facia bir kariyer.

Bakış farkı ya da vizyon farkı; gerçek şu ki Daum ligde olduğu gibi Avrupa'da da kaldığı yerden devam ediyor. Şu maçın Zaragoza maçındaki görüntüden bir farkı yok. Zaragoza yine klas olarak Fenerbahçe'ye yakındı, Twente daha kötü bir takım. Manisa'dan hallice. Aragones döneminde dahi bu kadar sinir bozucu bir maç izlememiştim. O takımın kapasitesi ve derinliği yoktu ama yine de, kötü de olsa, müdahale ediliyordu. Bu takım ise büyük bir kapasiteye ve derin kadrosuna rağmen manevradan yoksun. Daum bu maçlarda nedense idari maslahatgüzarcıdan farksız. Bir futbol maçında, taraftarın maruz kalabileceği en büyük işkence budur. Maç sonraki demeçlerinden anlamadığı açık ama Saraçoğlu'ndaki Semih çığlıklarını Aykut Kocaman tercüme etmeli yine de. Keza Guiza ve Kazım'ın bokunda boncuk olmadığını da anlatmalı.

Herşey bitmedi elbette, ama tur için gruptaki en büyük rakibine kendi evinde kaybederek başlamak büyük kayıp. Sheriff'in deplasmanda Steaua Bükreş'ten aldığı puan da böylece ters etki yapmış oldu. Moldova deplasmanı zor olacak. Şu cümle bile utanmak için yeterli sebeptir. Uzatmayacağım. Zico ve Olympiakos'u daha fazla takip edeceğim Avrupa'da bu sezon.

Etiketler: ,

17 Eylül 2009 Perşembe

Corinthians'ın 100. Yıl Logosu



1 ile 3 arasında kararsız kaldım. Meraklısına kulübün dikkate alacağı resmi oylama burada. Güzel telaştır 100.yıl kutlamaları. Yakışır Ronaldo'ya şampiyonluk.

Etiketler:

İtalya'nın Namusu



Kupa Galipleri Kupası tedavülden kalkalı 10 sezon oldu. Herkes unuttu, unutmayan bir tek Fransızlar. Avrupa'da kulüpler düzeyinde son kupayı bu turnuvada kutlamışlardı. Paris Saint Germain takım olduğu dönemde, 1995 - 96 sezonunda kaldırmıştı kupayı. O seneden beri Fransızların elleri Avrupa Kupaları'nda boş. Hala devam eden şampiyonalarda ise en son Marsilya ile 1993 yılında gülmüşlerdi. Şampiyonlar Ligi finalinde Milan'ı yenmişlerdi. Avrupa'da dirilmek içni yine İtalyanları yenmek zorundalar. 5 Fransız kulübünden 4'ü İtalyan takımlarıyla eşleşti bu sene. Şampiyonlar Ligi'nden 1 galibiyet, 1 beraberlik, 1 mağlubiyet ile çıktılar. Mağlup olan Fransız Marsilya, kazanan İtalyan ise çürümeye yüz tutmuş Milan. 16 yılın intikamı geyiklerini Ertem Şener yapsın. İtalya'nın sorunu daha büyük. Seneye ülke puanında ve kupa iştiraklerinde büyük ihtimalle Almanların gerisindeler. Sonraki yıllar için de Fransa bastırıyor, bilhassa da 2013 yılı. Namus bu Milan'a kalırsa yalan olurlar.

Etiketler:

Thomas Müller



Thomas Müller'in sinyalleri güçlüydü, Bayern'in 10 numarası deniyordu. Bir haftada Bayern gündemini değiştirdi. Önce Borussia Dortmund'a sonra da Maccabi Haifa'ya 2 gol attı. Effenberg çok tutuyor ama onca hücumcunun arasında Van Gaal'den 'en iyi oyuncum' övgüsünü alması çok daha mühim. Uli Hoeness ise biraz daha temkinli. "Toni Kroos ve Rensing için de aynılarını söylüyorduk, şimdi neredeler" diyor. Bu listeye Berkant Göktan dahi girer, alt yaş takımlarında kırdığı rekorun yanına yaklaşan yok ama Müller'in Bayern'e gelmeden önce oynadığı Pahl takımında 130 golü var. 165 girişimde kaydetmiş bu kadar golü. Bayern altyapısının yolunu açtığı 'Bömberchen the nation' turnuvasındaki performansı ise 5/6. İnanılmaz bir verim. Nürnberg maçında daha bir dikkatli izlemek farz oldu.

Etiketler: ,

Baba Tacizi



Bizim tribünler analı kızlı, cinsiyet temelli taciz ve küfürleri sever. Kullanır. Toplu hedef de seçer, bireysel hedef de. Bunun yüzünden soluğu yurtdışında alan futbolcularımız var. Ne kadar katmerli bilmiyorum ama küfür İtalya'da da var. Ne var ki orada yaşamıyorum, okuduğum üç beş kelime yazıdan da tribün profili çıkaracak değilim ama Siena'nın tribün grubu çizmeyi aşmış. Haftasonu Roma'ya son dakika golüyle 2-1 yenilmişlerdi. Curva Robur maç boyunca Daniele De Rossi'yi babası üzerinden taciz etmiş. Bu hırs onun hırsı. Maçtan sonraki gözyaşları da bu yüzden. Alberto De Rossi sadece insan olarak değil futbolcu olarak da oğlunu eğitendir. Geçen sene mafya vurmadan önce Roma PAF takımının hocasıydı. Kulübün eski futbolcularından aynı zamanda. İtalya Futbol Federasyonu 10.000 € ceza kesmiş Siena'ya. Siz karışmayın, biz öderiz diyor Curva Robur.

Etiketler:

15 Eylül 2009 Salı

Pause



* Sinir küpü olsa da yoluna 5'te 5 ile devam eden Fenerbahçe,
* Eurobasket 2009'da yoluna non-stop devam eden 12 Dev Adam,
* Avrupa ligleri ve Brezilya futbolu,
* Geceleri uykusuz bırakan Amerika Açık.

Gündem yoğun, malzeme bol ama bilgisayarda kurtarılacak ve sonra yedeklenecek koca bir arşiv var. Teknolojinin sorunu da bu.

En kötü ihtimalle Twente maçından sonra görüşmek üzere...

13 Eylül 2009 Pazar

Galatasaray 3 - 0 Beşiktaş



Mustafa Denizli'yi üç cümlede tanımlayın deseniz sırasıyla şunları söylerim. 1 - Şampiyonluğun kısa yollarını bilir. 2 - Bunları uygularken arkasında sistem ve şablon bırakmaz. 3 - İkinci senesi azap çektirir. Bonusu da sihirbazlığıdır. Çalıştırdığı takımlarda yaptığı sürpriz seçimler Sermet Erkin'in okus pokus denemelerinden farksız.

Maçı 3 Beşiktaşlı arkadaşımın evinde izledim. Vardığımda, Lig TV kadroyu ve dizilişi ekrana yansıtmıştı. Ekrem'in mevkisi Ernst'in yanı gözüküyordu. İbrahim Kaş da sağ bekti. Yanlış dizmişler dedim. Sivok'u ortasahaya, Ekrem'i sağ beke, İbrahim Kaş'ı da stopere yazdım ben ama yanlış dizen benmişim. Mustafa Denizli gerçekten de Ekrem'i ortasahanın ortasında oynatıyordu. Ali Güneş'ten Barcelona maçında santrfor yaratmış bir teknik adam için çok da şaşırtıcı değil. Ekrem'in tamamlayıcıları Ernst ve Tabata idi. En ilerideki Nihat'ı da solda Yusuf Şimşek, sağda Serdar Özkan tamamlıyordu.

Takımın önemli parçalarından Nobre, Tello, Bobo, Holosko ve Fink sahada yoktu. Bu yoklara bakıp Mustafa Denizli için Hıncal Uluç vari bir yaklaşımla korkak demek kolay ama bu seçim aslında hayli cesurdu. Savunma dörtlüsü ve Arda ile birebir oynayan Ekrem bir yana, sahadaki bu oyuncuların hepsinin topla arası iyi. Galatasaray'ın pas trafiğini ve pozisyon hakimiyetini savunmayla kesmek yerine topa kendisi sahip olarak kesmek istemişti sanki Mustafa Denizli. Planı durdurmak değil oynamaktı yani.

Bu seçimlerin Beşiktaş'tan götüreceklerini de üç maddede sıralamak mümkün. Ekrem ve Tabata'nın oyuncu karakterlerin bu hakimiyetin sağlanması için gereken kompakt ve simetrik yapıyı bozabilecek olması. Ernst'i oyunun savunma yönünde ortasahada tek başına bırakacak olması ve boy zaafiyeti.

Kızıyor ama Denizli şanslı adam. Galatasaray milli oyuncularından ötürü doğru dürüst taktik idman yapamamış. Arda'nın pili bitmiş, Kewell her zaman kopuk kopuk oynuyor, Ayhan yok ve Topal & Sarp ikilisi oyunun tek tarafında varlar. Sıradışı belki ama rakibin görüntüsü böyle olunca Beşiktaş sahaya yansıyan bu savunmaya yönelik zaaflarından büyük acılar çekmedi. Hatta 20 - 65 arası hücumdaki planlarını da umduğu gibi işletti. Yusuf'un soldan inişleri, ve bilhassa Serdar Özkan'ın koşuları ile deplasmandaki bir derbi için yeterli pozisyon bulundu ama 3-0 mağlup olundu.

Sebep aşikar.

Kaleci Rüştü.

Bu golleri ilk kez yemiyor. Zico döneminde oynanan Dinamo Kiev deplasmanında da Sarp'tan yediği golün aynısını yemişti. Başladığı en dip seviyeden, en üst seviyeye kadar her yarışmada yedi bu golleri. Defalarca üstelik. Türkiye'nin en kariyerli ve en iyi yerli kalecisinin durumu bu. TFF başkanı olsam ilk işim Türk kaleci antrenörünü yasaklamak olur. Bizimkiler işin uzmanı yabancı getirdiğinde para talep ediyor. Rüştü ileride antrenör olarak daha kolay iş bulsun ve bunları genç kalecilere de öğretsin diye. Bravo.

Buraya kadar Denizli'yi övdüğüm ve Galatasaray'ın hakkını vermediğim izlenimi doğmuş olabilir ama maçın görüntüsü buydu. Galatasaray 5. dakikada golü bulmasaydı Beşiktaş bu kadar üstün gözükür müydü ? Denizli'nin kadro seçimini onaylıyor musun ? Bu sorulara hayır cevabı veririm ama bütün bunlar oynanan 90 dakikayı değiştirmez.

Galatasaray 3-0 kazanmasına rağmen, bilhassa maçın başında Sabri ve Keita ile sol kanattaki Yusuf ve İsmail'in savunma ve fiziki eksikliklerini zorladı sadece. Keita'nın ilk devre bu kanattan diğer kanattaki Kewell'a hazırladığı iki nefis ama değerlendirilemeyen pozisyon var. Maç kafa kafaya giderken üretilen başka da pozisyonu yok zaten Galatasaray'ın. Ben Arda'nın forvet arkası gibi oynamasından ötürü Galatasaray'ın dizilişine 4-3-3'ten ziyade 4-2-3-1 diyorum ama Keita'nın hazırladığı bu akınlar 4-3-3'ün sembolüdür. Keza Elano'nun sağdan güzel bir ters top ile Kewell'ı görüp daha sonra Baros ile bulunan 2. gol de.

Geçen seneye göre temel farklılıksa Galatasaray'ın fizik kalitesi ve bu sezon geçmişindeki en iyi sezonlarda bile oynamadığı kadar büyük bir verimlilikle oynamasıdır. Arda - Kewell - Keita - Baros müthiş bitiriyorlar. Oysa oynanan oyun yazılıp, konuşulduğu kadar üst düzey değil. Hatta Skibbe'nin Benfica, Hertha Berlin ve Olympiakos maçlarının yarısı bile değil. Işığını verdi sadece Rijkaard, yaldızını eklemedi. Başka şeyler olmazsa ilkbaharda olur o iş. Şimdi küçük dilini yutanlar o zaman ne yapacaklar, o oyunu hangi kelimelerle anlatacaklar merak ediyorum.

Bülent Yıldırım'ın Leo Franco'yu atmaması da gecenin komik anıydı bu arada.

Etiketler: ,