20 Eylül 2008 Cumartesi

Oktoberfest Gazisi

Almanya'ya gitmek için bir sebep sorulsa ilk cevabım Oktoberfest olur. İri memelerini gösterecek şekilde degajeleri derinleştirilmiş, geleneksel karpuz kollu kıyafetleri içerisindeki Alman / Avusturya kızları size gülümseyerek o enfes biraları servis ederler. Yanında şöyle çıtırından brezn alırsınız ve eğlence başlar. Festivalin düzenlendiği şehrin en büyük takımı Bayern Münih de nasibini alır elbette eğlenceden. Festival esnasında şu ana kadar üzüldükleri de pek nadirdir üstelik. 71 maçta 47 galibiyet 18 beraberlik. Alınan 6 mağlubiyet ise kulübün emeklediği senelere denk gelir. Onların en acısı daha Olimpiyat Stadı'na bile taşınmamışken Grünwalder Stadı'nda Karlsruhe'den 5-1 yenildikleri maçtır. O maç aynı zamanda Oktoberfest döneminde oynadığı ilk maçtır Bayern'in. Sene 1965. Bakmadım ama o günden bu yana Bayern kendi evinde 5 golü kalesinde nadir görmüş olsa gerek. Bugün o nadir günlerden. Üstelik festivalin ilk gününe rastlıyor ki, bir ünvandan daha oluyor Bayern. Festivalin ilk günlerinde oynanan 24 maçlık namağlup ünvanından.




Bayern maça Steaua Bükreş maçında işe yarayan 3-5-2 ile başladı. Elinizde Lahm ve Lell olunca fena bir seçim gibi durmuyordu. Ribery'nin yokluğunda Fransızın rolü Ze Roberto ve Podolski'ye paylaştırılmıştı Klinsmann tarafından. Schaaf, Lahm ve Lell'in önünü 4 oyuncu ile kapatarak güdük bıraktı Bayern'i. Ama yine de maçın başında Toni'ye 2 net pozisyon hazırlamayı başardı Bayern ortasahası. Toni cömertçe harcadı her iki pozisyonu da, Euro 2008 günlerinde geri dönmüş gibiydi. Akabinde Pizarro'nun aşırtması direkten döndü ve Mesut'un enfes pasında Rosenberg'in akıllıca tıklamasıyla geri düştü Bayern. Kalede Kahn olsaydı muhtemelen korkudan dışarı atardı o topu Rosenberg ya neyse. Mesut devrenin sonunda doğru bu kez duran toptan kesti, Rensing bu kez de topu Naldo'nun önüne tokatladı. 2-0.



Devre arasında Klinsmann ve Hoeness ne demiştir futbolcularına bilmiyorum ama ben oyuncuların yüzlerindeki çaresizliğin pek de hayra alamet olmadığını düşünüyordum içimden. Klinsmann'ın devre arası reçetesinin Borowski ve Oddo olduğunu ikinci devre başladığında anladık. Klasik 4-4-2 ile daha üretken olmayı hesapladı sanırım ama Mesut Özil fişi çekti. Emre'nin İtalya'ya attığı gol geldi aklıma o top ağlara gittiğinde. Gerçekten muazzam bir şuttu. Rensing'in belki de hatalı olmadığı tek gol. Pizarro'nun sevinemediği gol ise rezaletin başlangıcıydı ama eski Bremenli Borowski namusunu kurtardı Allianz Arena'nın. Attığı 2 golün istatistik dışındaki anlamı buydu. Bundan sonra Klinsmann'a kim sahip çıkar bilemiyorum ama Rensing yerine devre arasında bir İtalyan'ın alınacağını düşünüyorum. Çıktığı 28 Bundesliga maçında 27 maçlık galibiyet yüzdesi dahi kurtaramaz gibi Rensing'i.

Etiketler:

Patrick Helmes



Almanlar Klinsmann'dan bu yana forvet çıkaramıyorlar. Bierhoff ve Jancker kazmalarını bile değerlendirmişlerdi uzun süre. O maden de tükenince bir süre Bobic, Kirsten gibi eski kurtlarla idare etmiş ardından devşirmelere dönmüşlerdi. Kuranyi, Klose, Podolski gibi. Ardından şampiyon Stuttgart'ın gol kralı ismi Mario Gomez'e bel bağladılar. Euro 2008'de döküldü. O kadrodan Oliver Neuville için çıkarılan Patrick Helmes is geçen sene Bundesliga II'de bıraktığı yerden devam ediyor. 5 maçta 6 gol attı Bayer Leverkusen için.
3'ünü eski dost Enke'ye iteledi dün akşam.

Etiketler:

Victoria & David Beckham

Etiketler:

32



Alem değil bu sefer, doğum günü kutlaması. Masum bir parti Rio'nun kuzeyinde. 32 oldu Ronaldo. Göbek hafiften erimeye başlamış, sağdaki nişanlısı Bia'dan da bi kız çocuk bekliyorlar. Kariyerinin sonunda gaza gelip de 1 sezon eski günlerden birşeyler seyrettirir mi acaba ?

Etiketler:

19 Eylül 2008 Cuma

Scolari vs. Ferguson

Chelsea geçen seneden, Scolari 1999'dan mağdur Alex Ferguson'dan. Haftasonu intikam günü. T-shirtler hazır. Ebay'de satış fiyatı 4,95 £.

Etiketler:

Seni de Hatırlamayacaklar



Çin'de düzenlenen Paralimpik Olimiyatları'nda okçuluk dalında altın aldı Gizem Girişmen. Bundan önce kimse tanımıyordu oysa şimdi şimdi tüm Türkiye tanıyor Gizem'i. Paralimpik kelimesinin anlamını dahi bilmeyenler şimdi gurur duyuyorlar onunla. Televizyon ve gazetelerde çarşaf çarşaf haberler, röportajlar, oturduğu eve gitmeler, antrenman tekniklerini incelemeler, GSGM Başkanı Mehmet Atalay'ın o yapmacık, robotik gülümseme...Bunlar normal. Anormal olan bundan sonra 4 sene boyunca kimsenin Gizem'i hatırlamayacak olması. Çünkü sevindikleri şey fiziksel engeli olan bir genç kızın spor yapması değil, bilmem nerede aldığı madalya. O madalya üzerinden kasım kasım kasınabilmek, tiraj yapabilmek. Tıpkı bundan yaklaşık 1 sene önce gündeme oturan Ampute Milli Futbol Takımı gibi. Sahi ne oldu onlara şimdi ?

Progetto Viola

Cecchi Gori başkanlığında 7-8 sene önce borçlarını ödeyemedikleri ve iflas ettikleri için Serie C2'ye kadar düşmüşlerdi. Deri ve kundura işleriyle uğraşan Della Valle ailesi imdada yetişti. Adım adım, sabırla yükseldiler. 2005 - 2006 sezonundan itibaren takımın başına getirilen Cesare Prandelli ile birlikte de İtalya futbolundaki yerlerine tekrar kavuştular hatta daha da öteye geçmek üzereler. Bu sene Serie A'nın en çok harcayanlarından biri oldular, Şampiyonlar Ligi'ne de iyi başladılar. Della Valle bu gazla yeni stad projesini de açıklamış. Firenze'nin kuzeyinde yapılacak 3 senede, kapasite 40-50 bin arası olacak ve 70-90 hektar arasında büyük bir alana inşa edilecek bu kompleks. Modern sanat galerisinden, Dünya'da bir ilk olan futbol temalı bir parkı da içinde bulunduran bir kompleks. Alışveriş merkezi, otel filan klasik zaten. Çatı tasarımı da hayli ilginç, kısa bir videosu burada.

Etiketler:

Underdog Yükselişi



Kobenhavn, Urziceni, Kalmar, Brann, Vaslui UEFA Kupası'nda, Cluj, Anorthosis, Aalborg, Dinamo Kiev, Fiorentina, Villareal Şampiyonlar Ligi'nde favori olmadıkları maçları ya kazandılar ya da yenilmediler. Kaybeden ya da yenemeyenler ise Dinamo Moskova, Hamburg, Deportivo, Slavia Prag, Roma, Werder Bremen, Celtic, Arsenal, Lyon ve Manchester United. Galatasaray'ın dünkü Bellinzola maçı misali çok zorlananları filan da saymıyoruz. Gerçekten başlıktaki gibi Underdog olan takımlar yükselip yukarıdakilere mi yaklaşıyor yoksa diğerlerinde mi düşüş var? Hıncal Uluç'un cevabını biliyoruz. Sizinkiler daha mühim...

Etiketler:

18 Eylül 2008 Perşembe

Son Türkü



Yazacağız maç yazısını etraflıca tabi, önce anafikrini yazalım dedim. Zico gittiğinde söylenmişti son türkü, bakalım Aziz Yıldırım ne zaman duyacak ? Lino'nun ki yardım eder mi, gece bitince unutulur mu bu karaktersiz takım ?

Hadi son türkünü de söyle
Söyle son türkünü de gidelim
"Gece bitti" de - unut her şeyi
Unut bunu da gece bitince

Rabindranath Tagore.

Etiketler:

17 Eylül 2008 Çarşamba

AS vs. Türk Basını



Türk basınının tashihlerinden tutun da yanlış bilgi ve haberlerine, asparagaslarına kadar bir çok saçmalığına alışığız. O yüzden biraz takip edenler ve yabancı dil bilenler genelde yorumlarında kullanacakları haberlerde kaynak olarak dış basını kullanıyor ama kimsenin hatasız değil tabi. İspanya'nın AS gazetesi Önder'i sağ açık yapmış, Alex'i ön liberoya koymuş. Sakat olan olan Portekiz'e götürülmeyen Semih, Tümer ve Edu da ilk 11'de. Yedeklerde de yine Portekiz'e götürülmeyen Can, Deivid ve Vederson var. Fotospor istese yapamaz bu kadarını...

Etiketler: ,

16 Eylül 2008 Salı

Dersimiz Liverpool


Eric Gerets'in takımları 3 senedir Şampiyonlar Ligi Grupları'nda Liverpool'u çekiyor. Marsilya ise üst üste 2. kez. Geçen sene anormali başarmışlar ve deplasmanda galip gelip kendi evlerinde 4 yemişlerdi. O 4 gol yedikleri maç final maçıydı ve gruptan çıkamamışlardı. Gerets bu kez farklı olacağını söyler. Zenden eski takımını üzer mi ?

Etiketler:

Neven Subotic



Sene başında Bundesliga hakkında not düşmüştük bloga. Yanıltmadılar şu ana kadar. Ve son hafta Ruhr derbisinde zirveye de çıktılar. Dönüp sönüp izlenecek bir maç oldu Borussia Dortmund - Schalke 04 derbisi. O derbinin kahramanlarından biriydi savunma oyuncusu Neven Subotic. 4 haftası oynanan Bundesliga'da gol krallığında ikinci durumda. Duran toptan hepsi ve muazzam pozisyon alıyor. O fiziğe rağmen topu da iyi kullanıyor ve savunma yetenekleri de üst düzey. Luca Toni'yi fizik olarak zorlayabilen ender oyunculardan. İlginç de bir hikayesi var. Sırp bir ailenin Bosna Hersek doğumlu oğlu. 1992'deki savaşta Bosna'yı terkedip Almanya'ya mülteci olarak sığınıyorlar. Orada geçen 7 senenin ardından baba Subotic'in çalışma izni bitiyor. Ya Bosna'ya geri dönüş ya da Amerika'ya göç. Savaş yaralarını saramamış Bosna'yı es geçip Amerika'ya gidiyorlar. Salt Lake City'de kardeşi Natalija'nın tenis eğitimi alabileceği Bradenton'a yerleşiyorlar. Subotic'i Bradenton Parkı'nda top oynarken keşfediyor U-17 Milli Takım antrenörü Hackworth. Daha sonra U-20 takımında da oynuyor ama orada yeterince iyi olmadığı gerekçesiyle kadrodan çıkarılıyor. Subotic de Almanya'nın yolunu tutuyor, Mainz için oynamaya başlıyor. 1 sezonluk performansın ardından 5,4 milyon $ karşılığı Dortmund alıveriyor Subotic'i. ABD ise şimdi Villareal forması giyen Guiseppe Rossi vakasında olduğu gibi dizini dövmeye hazırlanıyor. Zira Subotic ABD'ye soğuk ve Almanlar ile Sırplar onu kendi milli takımlarında oynatmak için bütün girişimleri yapmaktalar. Almanya'nın başvurusu bir kez reddedildi teknik olarak. Sebebi Subotic'in ABD U-17 milli takımında oynadığı zaman Alman vatandaşı olmaması. Almanlar ise Subotic'in ülkelerinde yaşadığı zaman 11 yaşında olduğunu ve bu yaşta başvuru yapamayacağının ortada olduğunu söyleyerek ustaca sıyrıldılar işin içinden. Şimdi hepsi Subotic'in kararını bekliyorlar. Karar için 21 yaşına kadar vakti var Amerikalı(!)'nın. Önder Turacı'dan daha isabetli bir karar vermesi dileğiyle...

Etiketler:

15 Eylül 2008 Pazartesi

Skibbe'nin Yoğurdu



Benim futbolu izlemeye başladığım yıllar Galatasaray'ın Derwall ile yükselmeye başladığı döneme denk gelir. Derwall'den önce 14 sene şampiyon olamayan Galatasaray'ın tarzını bilmiyorum ama o tarihten sonrasını biliyorum. İlk olarak hatırladığım; Türkiye'de oyuna tekniğin daha hakim olduğu o dönemde Galatasaray'ın sahada fizik olarak baskın olması, ileride organize pres yapıp rakibini oynatmaması, çok koşması ve yüksek temposuydu. Şimdi adı curcuna, kaos, kakofoni gibi terimlerle nitelendirilen ve özellikle 1992 - 2002 dönemleri arasında organizasyonla da süsledikleri futbolun primitif hali. Galatasaray son 20 sene boyunca bu anlayışa bağlı kaldı. Seçilen teknik adamlar da çoğunlukla buna uygun isimlerdi. Souness ile Lucescu dışında hepsi ya Almandı, ya bir Alman'ın asistanlığında yetişmiş ya da Almanya'da çalışmıştı. Tıpkı düzenin kurucusu Derwall gibi. Galatasaray'da isimler, kadrolar, teknik adamlar değişse bile oyun anlayışının özeti üç aşağı beş yukarı buydu. Aynısı altyapıya da yerleştirildiğinden hayranlık uyandıran bir şekilde ordan gelen genç oyuncular ya da adı sanı duyulmamış gurbetçiler pek fazla sırıtmadan bu dişliye birer parça olabiliyorlardı. Bu ekol sadece Türkiye'de büyük bir fark yaratmakla kalmadı, Avrupa'da da sonuç verdi. Avrupa'da elde edilen namın hamurunda bu vardı. Yoksa Galatasaray'ın Avrupalılığı doğuştan ya da 14 sene şampiyon olamayan kültürün sihirli bir dokunuş sonucu köklerine dönüşünden kaynaklanmıyordu. Aksi takdirde Derwall-Denizli geçisinden önceki dönemde Edirne'nin sonrasında geçilen tur sayısının rakiplerinden daha parlak olması gerekirdi, ki değildi. Bir sistemin ve sabrın ürünü olarak belirmişti. Bu anlayış ve bağlılık takımdaki bireysel kalitenin yükseldiği dönemlerde ise turdan öte kupalar getirecekti. 2000 yılında olduğu gibi.

Galatasaray taraftarlarındaki sezon başı heyecan ve Steaua maçından sonraki hezeyan da bununla ilgili. Çünkü şu an ki kadro kalitesini 2000 senesindekiyle eş hatta daha da yukarıda görenler var. Doğru da. Yerli havuzu zaten hali hazırda en geniş takım Galatasaray. Bune yıllar sonra ilk kez yabancı katkısı da ekledi Galatasaray yönetimi. De Sanctis, Meira, Linderoth, Lincoln, Nonda, Kewell ve Baros. Hepsi üst düzey liglerde üst düzey futbol oynamış, zamanında ciddi bonservisler ödenmiş, kariyerleri ve kaliteleri Türkiye liginin çok üzerinde olan isimler. Ama bu oyuncuların bir sorunu var. Galatasaray'ın son 20 senedir genlerinde dolaşan ve yukarıda bir parça özetlenen anlayışa pek uygun değiller. 3-4 sene önceki halleri tabanca gibiydi belki, ama şu an ki halleri fazlasıyla çıtkırıldım. Mesela Steaua Bükreş karşısındaki silinmişliğin, çaresizliğin sebebi bu çıtkırıldımlıktı. Yıllardır Galatasaray'ın Avrupa'da kendisinden teknik olarak daha üstün olan rakiplerine yaptığını, Steaua Galatasaray'a yaptı bu kez. Kadrodaki bu özelliğin bir olumsuz geri dönüşü daha var. Yeni bir teknik direktörle sezon başında yaşanabilecek sancılardan çok daha fazlası bu.
Oyuna kendi ceza sahasından itibaren oynayarak başlamak zorunda olan bir Galatasaray. 20 senedir oyuna rakibin yarı sahasından, cezasahasından oynatmayarak başlamaya alışmış bir ekol için çok zor bir geçiş bu. İlk aşamada Şampiyonlar Ligi biletine ve ligde çok değerli 4 puana maloldu. Devamının gelmesi de şaşırtmaz.

Gelelim hedef tahtasındaki adama, Skibbe'ye. Almanya'nın vasat hocalarından biri hatta daha da ileri gideyim Saftig ayarında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kariyerini Rudi Voller ve Culman'a borçlu olduğunu da. Bu kadroyu iyi yönetemediğini de. Ama esas sorun 4-2-3-1, 4-3-1-2 gibi dizilişlerden ve Skibbe'nin yeteneklerinden çok, bu yoğurdun Skibbe'nin yiyiş tarzına yukarıda tarif edildiği üzere pek de uymaması. Galatasaray yönetiminin kusuru ve düşünemedikleri şey bu. Zico'ya çok güzel giderdi mesela bu yoğurt, onunla daha tatlı olurdu. Böyle kekrek bir tadı olmazdı. Ama bir Alman için, hele de bu seviyedeki için, fazla zarifler. Daha da vahim olan ise Galatasaray'ı en kötü zamanında dahi potada tutan yerli oyuncu ağırlığının ve onların yarattığı uyanışın eskisi gibi olmayacak olması. Acil durumda kapısı çalınacak ilk oyuncular Hasan Şaş ve Ümit Karan hatta Arda bile çoktan sözde özne konumuna itildiler bile. Kewell ve Baros oldu esasoğlanlar. Ve bu Skibbe kovulsa dahi Galatasaray'daki hakim potansiyelin yabancılarda olduğu gerçeğini değiştirmeyecek. Ve onların içinde Hagi de yok. Galatasaray'ın buna alışacak zamanı da...

Etiketler: ,