12 Haziran 2009 Cuma

LA Lakers 99 - 91 Orlando Magic



Orlando için olup olmamak maçıydı bu. Sadece kazanması değil, kendi oyununu kabul ettirip de kazanması çok önemliydi. Bunun bilincinde başladılar sanki oyuna. Hidayet'in liderliğinde o doğru şutu bulmaya dayalı, bol paslı, dinamik ve akıcı hücum oyunu daha maçın başında neredeyse kusursuz olarak sergilendi. O hücumların tıpkı ikinci maçın sonundaki tip gibi çaylak Courtney Lee'nin elinde sonuçlanması ise talihsizlikti. Bomboş 4 üç sayılık atışın sadece 1 tanesini değerlendirebildi Lee. Kaçırdığı 3 atışın da sağ dipten kullanılmış olması da ilginçti.

Lee'nin Kobe karşısında aldığı 2 erken faul ile topla bu kez Rafer Alston ile buluştu ve 1 numaranın yüksek yüzdeli atışları sayesinde Lakers top içeriye indiğinde Fisher ile Howard'a yardım götürüp, Orlando'yu top kaybına da zorlayamadı. Hem Howard rahat rahat hücum ribaundlarını topladı hem de aldığı topları çok rahat bir şekilde dışarıya yönlendirince delik deşik oldu Lakers savunması. Hidayet'in Ariza karşısındaki üretkenliği de seyredeğerdi. Ariza'nın Hido'yu savunmasındaki temel nokta daha rakibini yakın alıp, daha iyi dripling ettiği sağ tarafını kapatmak üzerine kurulu ama bu kez işe yaramadı. Hido nispet yaparcasına ilk çeyrekte attığı üç turnikenin üçünü de soldan drive ederek buldu. Uzunlar yardım getirdiğinde ise dışarıdaki boş adamı bularak, 11 ribaund ve 3 blokla pota altını karartan Dwight Howard ile birlikte ilk çeyreği domine eden isimlerin başında geldi.

Lakers tarafında hücum da kötü gidiyordu. Hele Bynum - Odom ve Ariza üçlüsünün ikişer faul almasıyla birlikte tamamen Kobe'nin eline baktılar ilk çeyrekte. Ona hücumda yardım edebilecek tek oyuncu olan Gasol da ilk çeyreği uzun süre 0 sayı 0 ribaund ile götürünce Big Phil hiç değilse Howard'ı biraz bozayım diye düşünmüş olacak Josh Powell ve Mbenga ile bitirdi çeyreği.

Bu kadar iyi giden bir çeyrekte Orlando'nun sadece 4 sayılık bir diferans yakaladıysa Lakers yatsın kalksın "24" e dua etsin ama o da insan. İkinci çeyrekte Bryant'ın dinlendirildiği dönemde Orlando farkı 10-12 sayı civarına taşıdı. İkinci çeyreğin en önemli ismi ise yaptığı katkıyla Reddick'ti. İlk yarıda 9 sayı bulan Alston'un susmasıyla birlikte devreye girdi. Hem attı hem de attırdı ve bitime 7,5 dakika kalan tekrar oyuna giren Kobe'yi de fena savunmadı. Orlando eğer şu çeyrekte Howard'ı içeriden Lewis'i de dışarıdan biraz daha etkili kullanabilse farkı 20'lere taşıyabilirdi ama Lewis gerçekten berbat bir günündeydi. 2/10 saha içi, 2/6 üç sayı isabetiyle oynadığı maçta, ilk şutunu maçın 14. dakikasında kullanabildi ancak. Orlando'nun hem Howard hem de Lewis gibi iki büyük skor opsiyonunu kullanamadığı ve % 25 üç sayı yüzdesiyle oynadığı bir devreyi Hidayet ve Gortat & Reddick ikilisinin katkısıyla 49-37 önde geçmesi Lakers'ın hem savunmada hem de hücumda ne kadar kötü oynadığını anlamak için yeter de artar.

3. çeyrekte bir geri dönüş bekliyordum beklemesine de o geri dönüşte başrol oyuncusunun Ariza olacağı 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Çaldığı ve smaçla bitirdiği topla başlattığı seride peşpeşe 7 sayı attı ve Hidayet'e de 4 faul aldırarak kenara gönderdi Ariza. 4 dakikada 12 sayı buldu Lakers bu dönemde. Hidayet'in kenara gelmesiyle gelişigüzel ve plansız hücum etmeye başlayan Orlando'ya da 7 dakikada sadece 7 sayı fırsatı verdiler. 12 sayı geride girdikleri 3. çeyreği 4 sayı farkla, 67-63 önde kapattılar.

4. çeyrekte Pietrus'un ekstra oyunu ve Hidayet girdikten sonra toparlanan hücumla oyunu çevirmeyi başardı Orlando ama Nick Anderson'un hayaleti sahadaydı sanki. Genel olarak kötü serbest atış attıkları maçın sonunda da aynı istikrarı korudular ve Howard'ın maçın bitimine 11 saniye kala kullandığı 2 serbest atışı da kaçırmasıyla çanlar Orlando için çalmaya başladı. 4.6 saniye kala Fisher'in - sanıyorum maçtaki ilk isabetiydi - üçlüğüyle maç uzatmaya gitti. Kalan süre bir basket için yeterliydi Orlando adına; ama çok kötü kullandılar son hücumu. Pietrus'un inadını da çözmek zor gerçekten.

Burada Stan Van Gundy'e de bir paragraf açmak lazım. Geçtim son hücumda topu Hidayet ile oyuna sokmamasını, Rafer Alston ve Jameer Nelson ısrarından ötürü diplomasını yırtmak lazım. Maçı yabancı kanaldan izledim, dolayısıyla Kaan Kural ve Murat Kosova neler söyledi bilmiyorum; ama Nelson'un ayakta duramadığı ve Alston'un da potayı dövdüğü bir maçta Anthony Johnson'ı düşünmüyorsa artık Van Gundy'nin annesine filan küfrettiğini düşünüyorum Johnson'un. Yani şu ikilinin böyle pespaye, böyle rezil bir oyun oynadığı dönemde 2 dakika da olsa düşünülmez mi bir adam. Tamam Nelson da Alston da çok katkı verdiler bu takıma ve idare edilmesi de zor oyuncular, küstürmek de istemiyorsun ama gözgöre göre davetiye çıkarılmaz şu geri dönüşe. "I'm a motivational genius" demeyi biliyorsan bu adamları da yeri geldiğinde kenara almayı ve daha sonra da küstürmeden oynatmayı bileceksin.

Uzatmayı uzatmaya gerek yok. Ayan beyan ortada her şey. Hidayet'in skor olarak da bu kadar iyi oynadığı, Howard'ın da bu kadar olgun oynadığı, rakipte Kobe'nin sadece şut atmayı düşündüğü ve % 33 ile oynadığı, Odom'un faullerden başını kaldıramadığı ve Gasol'un da pota altında ezildiği bir maçı
Orlando kaybediyorsa enayiliklerine doymasınlar. Seride ellerine gelen ama uzatmada kaybedilen 2. maç bu. 5 dakikalık bir geri dönüş ve ekstra Ariza performansı yetti Orlando'yu yıkmaya. Seni de sevmiyorum sütoğlan Derek Fisher. Gina'nın uğurunu da yalan ettin. Şu renklerden de illallah noktasına geldim bu sene. Hep çile, tam çile. Her branşta, her ülkede illa kanser edecek. Tutsam da tutmasam da...

Etiketler: ,

11 Haziran 2009 Perşembe

Fenerbahçe 68 - 77 Efes Pilsen




Ortaokulda ısınmaya başladığımızda basketbola daha takımda filan oynamıyorduk. 3-3 tek pota maç yapardık. Uzun adamdım, o zamandan 2.03 gibi bir uzunluğa erişeceğim belliydi. Genelde 4 ( uzun forvet ) gibi oynardım, pota altında ayak oyunlarım fena değildi. Orta mesafe şutum, driplingim ve ayak çabukluğum da vasatın üzerindeydi. Şut feykini attığımda karşımdaki çok çabuk biri değilse geçebiliyordum. Karşımda da Mehmet diye bir arkadaşım oynardı genelde. Atletik olmasına rağmen 5 numara ( pivot ) yatkınlığı daha fazlaydı. Dışarıda başa çıkamadığından içeriyi domine etmeye çalışır ve göğüs göğüse oynardık. Hakem filan da olmazdı. Terbiyeli çocuklardık, arada bir gerilirdi ortam ama fazla uzatmadan kararlarda anlaşırdık. Bizim Mehmet o göğüs göğüse oyunlarda hareketi bitiremediğinde hep faul isterdi. Ne var dediğimde de, vücut derdi.


Ben menüsküs sebebiyle artık basketbol oynamıyorum, diz zorlamaya gelmiyor. Davul gibi de olduk zaten ama çok şükür hala maç izliyoruz. Basketbolda kolunu, kalçanı, dizini, göbeğini filan çıkarmadığın takdirde temas doğaldır. Oyunun nüvesinde vardır. Fener - Efes serisinin ilk 2 maçında hakemler bu düstura hep bağlı kaldılar. Hatta finalin getirdiği konsantrasyonla savunmada hoşgörülenden öte sertliklere dahi izin verdikleri oldu. Mesela FIBA'nın artık topla alakasız olduğu takdirde sportmenlik dışı faullerle cezalandırılmasını istediği Yugoslav faullerinde dahi sadece faul çaldılar.

Velakin seri Ayhan Şahenk'ten Abdi İpekçi'ye taşınalı beri hakemler sanki bale hakemi gibiler.

Şu maçta daha da net görüldü ki Efes Pilsen oyuncuları ne zaman penetre etse ve Fenerbahçe oyuncuları ne zaman hücum eden oyuncuyla birlikte kaymaya başlasa ve ucundan temas etseler faul düdüğü çıkıyor. Hele Shumpert'in baselinedan aldığı iki faul düdüğü var ki yıldız takım maçında çalınmaz o fauller. Galatasaraylı Nur Germen de Fenerbahçe savunmasının yeterli sertlikte olmadığı hakkında keyifli keyifli yorumlar yapsın. Aynı fauller Fenerbahçe lehine de verilse tamam diyeceğim, kimi hakemlerin basketbola bakışı böyledir ama kaızn ayağı öyle değildi. Seriyi 2-2 yapmaya şartlanmışlardı sanki. Bırakın ev sahibi avantajını, ortada bile maç yönetmediler. Seriye zevk gelsin, tamam da böyle de katletmemek lazım oyunu.

Hakemlerin maçta dengeyi değiştiren takdirleri sadece bununla da sınırlı kalmadı. Kerem Tunçeri'nin maçın sonunda 2 driplingi var elini savunmacısının beline dolayıp, kendisine kural dışı avantaj sağladığı. Biri Kaya ile smaç basket oldu, diğeri de Shumpert'in üç sayı isabetiyle bitti. Oysa aynı hakemler pota altında Ömer Aşık'ın Kerem Gönlüm'ü aynı hareketle geçmesini baykuş misali keskin gözlerle yakaladılar.

Bitmedi daha hakem rezaleti. 3 tane hakem var sahada. Futboldaki gibi de 6500 metrekareyi ve 22 oyuncuyu da kontrol etmiyorlar. Hepi topu 100 metrekare alanda, 10 adamı kontrol ediyorlar. Buna rağmen Kaya'nın hareketli perdelemelerini göremediler. Üstelik bir değil defalarca kez örnekler sundu Kaya bu hareketli screenlerden. Topaç gibi döndü her perdelemesinde ama faul sonunda dayanamayıp hamle yapan Ömer Onan'a çıktı. Bir de formasını çekti Fenerbahçeli oyuncunun kat yaparken, o da görülmedi hakemler tarafından.

Kaya'dan devam edelim. Serinin ikinci maçta enfes bir piyes oynamıştı. Hani Cleveland'ın Brezilyalı uzunu Varejao'dan daha yaratıcıydı. Sen önce git faulü aldığın halde Devin Smith'in eline vur, sonra katır tepmiş gibi kendini yere at, gözünü tut ve rakibine teknik faul aldır. Bir de o faulleri sokamayacağını bildiğinden sakat numarası yap ve yerini Thornton'a bırak. Green'in temasında bile devrilecek potansiyel taşıyor Kaya. Sportmenliğe sığmaz bu, Mirsad'ın spontane ve agresif hareketleriyle filan da meşrulaştırılmaz. Bilinçli, planlı, kurgulanmış hareketler hepsi. Galatasaraylısın, Fenerbahçe'den de nefret ediyorsun ama bu kadarı fazla. Neydi öyle bitmiş maçta inadına o pota sallamalar filan...

E bütün bunlar saha kenarında da Ergin Ataman ile birleşince Fenerbahçe taraftarının maçın sonunda neden zıvanadan çıktığını meşrulaştırmasa da gayet açıklar. Melih Gümüşbıçak'a naçizane notumdur ve böyle yönetilecekse eğer o salonda daha da büyük feveran olur. Herşeyi taraftara atmayı bırakın. Hırsızın da suçu var.

Maça gelirsek;

Fenerbahçe'nin hücumdaki sorunları devam ediyor. Yine bir tane bile çizilmiş set oynayamadılar. Üstelik hızlı hücumları dahi öldürecek kadar konsantrasyondan ve cesaretten uzaktılar. Top kayıpları azaldığı halde bir türlü ritim bulamadılar. Uzun süredir bu kadar kötü görmemiştim Fenerbahçe'yi. Uzunların zaten Oğuz dışında top hassasiyetleri ve ayak oyunları vasatın altında Fenerbahçe'de. Oraya top indirildiğinde eğer smaç şansı yoksa Efes ya çalıyor o topları ya da sıkıştırmayla rahat atış yaptırmıyor. Top oradan dışarıdaki gardlara da çıkmıyor ve boş şut bulunamıyor. Hal böyle olunca da geriye kısaların bireysel çabaları ve gelişigüzel şut dışında seçenek kalmıyor Fenerbahçe için hücumda. Yine de maçı çevirecek şansa kavuştular maç içerisinde birkaç kez ama orada da ya yanlış tercih kullandılar ya da hakemlere takıldılar. Teslim bayrağını da daha maç bitmeden çektiler. Edecek çok fazla kelime yok Fenerbahçe'nin kötü oyununa ve Solomon'un felaket performansına dair.

Serinin ikinci maçının ardından Tanjeviç'in oyuncu tercihlerini, mola almaktan dahi kaçınan tepkisizliğini bir terbiye unsuru olarak nitelemiştim bu blogda ama bu kadarı fazla. Koç iradesini yeri geldiğinde koymak gerek. Hele de farkı 2 ve 4 sayıya indirdiğinde ya da Efes 8-10 sayıya çıkardığında farkı o irade elzem. Son maçın ardından uyuduğunu ima ettiğinden ötürü bu maçta farklı bir coaching bekliyordum ama aynı dalgınlığı bu maçta da sergiledi Tanjevic. Molalarda hep 1 pozisyon geç kaldı ve genelde oyuncu değişiklikleriyle idare etmeye çalıştı. Velakin hiçbirşey koçtan duyacağın iki kelimenin yerini tutmaz oyuncu için. Oğuz, Preldzic ve Mrşa'nın çok az süre alması benim için hocanın bir diğer büyük tercih yanlışıydı.

Efes Pilsen ise oyundaki verimliliğini seride her maç geliştiriyor. Basit ama etkili hücum ediyor. Bilhassa ilk çeyrekte pick n roll ve pick n pop silahlarını hep sıcak tutarak, her fırsatta icra ederek Fenerbahçe'yi kendilerine 2-3 pozisyon dışında yaklaştırmadılar ve hakemlerle zaten yerlerde sürünen savunma direncini iyice kırdılar. Thornton'u da çok doğru kullandılar. Shumpert zaten Fener'i görünce coşuyor. Kerem Gönlüm'ün de hakkını vermek lazım, o da hem savunmada hem de hücumda fazla süre almamasına rağmen çok ekstra oynadı.

Savunmada da standartlarını bir adım öteye taşıdı Efes. Serinin başından bu yanan gardları 3/4 sahada sıkıştırıp, rahat oyun kurdurmuyorlar ve fast breaklerde de gerekirse sert faullerle kolay şansı tanımıyorlardı. Bu maçta switchingler, double teamler de neredeyse kusursuz uygulandı. Hani bir ara Phil Jackson kurguladı sandım savunmayı. Pota altından top dışarı zaten çıkmıyordu, üç sayının gerisindeki paslaşmalarda da kanalları çok iyi kapattılar. Smith'in top çalma tehdidini çok iyi kullandılar. Her oyuncuya da yardım getirerek ne penetre ne de boş şut imkanı tanımadılar Fenerbahçe'ye. Serideki en iyi maç performansıydı bu ve maçı her yönüyle haketti Efes Pilsen.

2-2 olan seride bütün ibreler şu anda Efes Pilsen'i gösteriyor. Berbat bir moralle geldikleri Abdi İpekçi'den eskisinden daha güçlü çıktılar. Fenerbahçe ise şu an Efes'in ilk girdiği şoktan daha ağır bir şokun içerisinde. Efes Pilsen takımı Tarkan, Fenerbahçe ise Wang yu konumunda.

Şahsen tek umudum salon avantajının umulanın aksine ters işlemesi.

Etiketler: ,

9 Haziran 2009 Salı

Fenerbahçe 91 - 98 Efes Pilsen



Maçtan önce Efes Pilsen'in önünde çok dik ve çıkmaya çalışırken de 12000 kişinin geri itişine karşı koymaya çalıştığı bir yokuş vardı. O yokuşu çıkmaları için kendileri kusursuz bir basketbol oynamakla yetinmemeleri rakiplerinin de ritmi bozulmalıydı. Fenerbahçe gibi rüzgarı arkasına alarak oynamayı seven ve bu atmosferlerde daha fazla ritim bulan, coştukça coşan takımlar için bu çok düşük bir olasılık ama gerçekleşti.

Fenerbahçe seyircisinin önünde maçı hemen koparmak isterken oyun disiplinine maçın başından itibaren ihanet etti. İlk çeyrekte hücum ribaundlarının, ikinci çeyrekte de atılan acele atışlarda başarı sağlanmasıyla bu defo pek gözükmedi ama maçın sonunda ibre terse döndü. Şutlar girmedi, ilk çeyrekte 10 hücum ribaundu alan Fenerbahçe maçı 17 ile tamamladı ve dahası pota döven Efes Pilsen Shumpert'in gayretiyle hücumda ritim yakaladı ve maça ortak oldu.

Fenerbahçe ise bindiği dalı kesti ve uzun süre önde götürdüğü, iki kez 15 sayılık diferansı yakaladığı maçta seyircinin de aynı paniğe ortak olmasıyla oyundaki üstünlüğünü kaybetti. Uzatma şansını da kullanamadı. Burada Solomon'a bir parantez açmak lazım. Bu türden oyuncuyu alıyorsanız bu tür dengesizliklerine de katlanmak zorundasınız muhakkak ama şut tercihleri de değildi işi buraya getiren aslında. Bir oyuncu kurucu olarak daha önce görmediğim bir şekilde ilk yapması gereken işleri yapamadı. Topu getiremedi, 2-3 tercihinin olduğu bomboş asistleri yapmaktansa dışarıda üç sayılık atış pozisyonu aradı. Bunda Sinan Güler'in etkili savunmasının da hakkını vermek lazım. Solomon'un karşısındaki oyuncuya meydan okumaya çalışan karakterinden maksimum faydalandı, zaafa dönüştürdü. Ve Solomon ne zaman bu birebirde sazı eline almak istese cezayı kesti.

Tanjevic ise oyuncusuna kesemedi aynı cezayı. Karakterine ters bir şekilde ısrarla oyunda tuttu ve Ömer Onan'ı da ısrarla yanında unuttu. Ergin Ataman ise aynı durumdaki oyuncusu Charles Smith'i kenara alacak cesareti gösterdi ve maçın dönmesindeki en büyük hamlelerden birini yaparak hakedilen bir galibiyete katkı yaptı.


Galibiyetteki en büyük etken Efes Pilsen ilk iki maçta yapamadığını yapamayarak rakibinin top kayıplarını ve yanlış hücum tercihlerini kendi hücumunda değerlendirmesiydi bana göre. Maçta yakaladığı 10-0 ve 9-0'lık seriler de bunun en büyük kanıtı. Thornton ve Shumpert hücumda, Sinan Güler de savunmada bu galibiyetin saha içi mimarları. Fenerbahçe bu maçtan gereken dersi alacaktır, uzunlarını içeride daha etkili kullanmayı düşünecektir şüphesiz ama Solomon'un aynı dersi alacağını pek sanmıyorum; zira maçtan sonra salladığı parmak 4. maçta bir şekilde - ama olumlu ama olumsuz - sahaya yansıyacaktır. Sadece Mirsad'ın çabasının ve taraftarın desteğinin boşa gitmesine üzüldüm Fenerbahçeli olarak. Bir de Tanjevic'in 11 saniye kala son hücum için neden mola alıp topu ortasahaya taşımadığını ve Efes'e tam saha pres şansı verdiğini anlamadım.

Bambaşka bir hal aldı artık seri, keyifle izliyoruz...

Etiketler: ,

8 Haziran 2009 Pazartesi

O.Magic 96 - 101 LA Lakers



Orlando Magic finale gelene kadar oynadığı serilerde oyunun bir bölümünü çöpe atmaktan imtina etmeyen bir özgüven sergiledi playoff serilerinde. Özellikle Boston ve Cleveland serilerinde imkansız sayılabilecek yerlerden tarihi geri dönüşler sergileyince işlerin hep istediği gibi gidebileceğini de akıllarının kenarına yazmış gibiydiler ama sözkonusu final olunca Lakers'dan büyük bir ders aldılar ilk maçta. Nasıl playoff ve normal sezon konsantrasyonu arasında uçurum varsa, final ve playoff konsantrasyonu arasında da büyük farklar olduğunu öğrendiler. Koskoca bir ikinci çeyreği çöpe attıktan sonra oyunu çevirmeyi bırakın bir daha maça ortak olmaya dahi yaklaşamamalarından sonra bu kez işlerine hem oyuncular hem de koç Stan Van Gundy daha sıkı sarılmış. Bu manzara çok netti.

Lakers'ın yaptığı usta işi savunma karşısında Orlando Magic kendilerine enerji veren hücumlarındaki akıcılığı maçın ilk yarısında sergileyemedi aslında. Doğru pasları ve şutları zaman zaman bulsalar da süreklilikleri ve isabetleri çok düşük kaldı. Sadece 15 sayı atabildiler ilk çeyrekte. Üstelik Kobe Bryant'ı savunmakla görevlendirilen iki oyuncu Courtney Lee ve Pietrus da çok erken 2 faul aldı. Bu çeyrekte Cleveland serisinde olduğu gibi 10-15 sayılık bir fark yemedilerse bunu Kobe Bryant'ın alçakgönüllü oyununa borçlular. Potaya kendisi bakmaktan ziyade etrafındaki opsiyonları işlemeyi, onları oyuna sokmayı ve enerjisini saklamayı tercih etti Kobe. Orlando kadar düzgün ele sahip olmayan ve atmaya alışmamış bir back court için böyle bir tercih bence yanlıştı ve sahadaki kötü Orlando'ya da sadece 15 sayı atabildiler.




Phil Jakcson da böyle bir Kobe'yi sahada tutmak yerine nasılsa oyunu götürüyorum diye düşünmüş olacak ki ikinci çeyrekte kenara aldı. 4, 5 dakika da dinlenme fırsatı buldu Kobe. Orlando cephesinde ise hücumda adeta Kobe olmadan oynayan Lakers'a karşı düşülen bu duruma karşı Stan Van Gundy birşeyler yapma ihtiyacı hissetti ve son derece acayip bir 5 ile oyunu götürmeye çalıştılar. Pota altında Battie ve Gortat ikilisi ve Nelson - Lewis - Reddick back courtu ile sahaya çıktılar. Şu 5'te kendi pozisyonunu yaratabilen ya da arkadaşını pozisyona sokabilecek kısmen Nelson dışında tek bir adam yok; ve dahi ben bunların antrenmanda bile bir arada oynadığını düşünmüyorum. Zaten öyle felaket, öyle plansız ve kopuk kopuk hücum ettiler ki sahada birbirine çarpan Orlando oyuncuları gördük. Kobe'yi kenarda tutan Lakers da fırsattan istifade farkı 5 sayıya kadar çıkardı. Sahada belki Kobe olsaydı tıpkı ilk maçta olduğu gibi yine bu çeyreğin başında oyunu koparabilirlerdi, hatta Kobesiz dahi kopartacak gibiydiler ama Magic adına bir oyuncu sahada inanılmaz bir direnç gösterdi hücumda. Rashard Lewis Orlando'nun 20 sayı attığı bu çeyrekte, 4 tanesi üç sayı çizgisinin gerisinden olmak üzere tam 18 sayı attı ve diğer 2 sayının da asistini yaptı Battie'ye.


Bu performans sayesinde Orlando maçta kaldı ve 40-35'in dönüşünde ikinci devre adeta çehrelerini tamamen değiştirerek, klasiklerini ve alışkanlıklarını optimum sergileyerek oynadılar. Hidayet o oyunun merkeziydi. Bu çeyrekte attığı 14 sayı elbette çok değerli ama Orlando'nun sistemini tıkır tıkır işletmesi bundan daha değerliydi. 65 - 63 önde kapadılar 3. çeyreği ve öylesine akıcı bir oyuncu oynadılar ki Kobe insiyatif alma gereği duydu. O da maçta bulduğu 29 sayının 10'unu bu çeyrekte kaydetti.



Son çeyrekte ise NBA finalini izlediğimin farkına vardım. Atmosfer, mücadele ve basketbol. Hepsi üst düzeydi. Bir ara Jack Nicholson öylesine kaptırdı ki kendini, hakeme dalacak sandım. Bu çeyrekte de Hidayet aldı sırtladı Orlando'yu. Top getirdi, asist yaptı, şut kullandı ve Kobe Bryant da dahil olmak üzere üst düzey bir savunma sergiledi. Yapılabilecek herşeyi yaptı. Cleveland serisinde de sazı eline aldığı anlar yadsınamayacak derecede fazlaydı ama bu kadar uzun bir süreye yayılmamıştı. Cleveland süperstarının kilitlendiği bu anlarda başka bir oyuncu çıkaramıyor ve havluyu atıyordu ama Lakers atmadı. Lamar Odom'u piyasaya sürdüler. Maçın sonuna da Kobe'nin isabetli serbest atışları ve Gasol'un turnikesiyle 88-88 eşitlikle girmeyi başardılar. Üstelik Orlando hücum süresini maksimum kullansa dahi Lakers'a maçı çevirmek için yeterli süre kalacaktı.


Skor 88-88 iken Orlando 33.5 saniye oyuna başladı ve hiç de iyi top çevirip, doğru eli bulamadığı bir hücumda bitime 10.9 kala Courtney Lee ile bomboş bir koridor bulmayı başardılar. Lee'nin o koridoru değerlendirip turnikeyi atması işten bile değildi ama topu fileden geçiremedi. Son sözü söyleme şansı Kobe Bryant'ın elindeydi artık.



Bryant bitime 1.8 saniye kala soldan yaptığı driplingin ardından istediği şutu, serbest atış çizgisinin biraz önünden, yakaladı ama arkadan Hidayet'in jenerik olacak o müthiş bloğunu hesap edemedi. Aslında bloktan öte bir top çalmaydı pozisyon. Zira ağır çekim ve tekrarlarda Hidayet'in topa dokuşunun kusursuz ve tertemiz olduğunu gördük. Tereyağından kıl çeker gibi, topu Kobe'nin ellerinden çekti aldı ve molayı da almayı başarıp takımına son bir hücum şansı tanıdı Türk.




Vazifesi bitmemişti, kalan 0.6 saniyede topu kenardan oyuna sokacaktı daha. Courtney Lee'ye attığı alley-oop pasını şu göbeklenmiş halimle sahada ben tamamlardım turnike ya da tiple. Hani anlatılacak bir pozisyon değil, izlendiğinde anlaşılır ancak. Tırnak kalmamıştır bu pozisyonun ardından Florida'da.

Uzatmada ben faul problemli oyuncularının az olması sebebiyle Orlando'yu daha şanslı görüyordum ama gerçekten çok isabetsiz şut atıp, çok kötü top kullandılar. Hatta kullanamadan bir çoğunu kaybetti. Burada 4. çeyrekte Hidayet'i çok sert savunan ve yıpratan Ariza'nın payı büyüktü. Kobe ve Gasol ikilisi oyunu domine ederken, pili biten Hidayet ikinci devredeki kadar etkin olamadı oyunda. Yine de JJ Reddick biraz basiretli olabilse, çeyreğin başındak bomboş üçlüğü soksa ya da top kaybı yapmak yerine topu kolay pozisyonda Howard'a indirebilse maçı alma ihtimalleri hayli yüksekti. Oysa sadece bu ceza atışlarını soksun diye oyunda 27 dakika kalan Reddick 1/6 üç sayı ve 1/3 iki sayı isabetiyle oynadı. Yatacak yerin yok Reddick.

Bundan sonrası için Gina'ya duacıyız. Zira 2-2 bile olsa bundan sonra dönmesi hayli zor finalin bana göre.

Etiketler: ,

7 Haziran 2009 Pazar

Orlando'dan Gina Totemi



Orlando Magic ve LA Lakers bu gece NBA 2009 final serisinin ikinci maçında karşı karşıya gelecekler. Saha avantajına sahip Lakers ilk maçı kazanıp seride 1-0 öne geçti. Bu geceki maçın da favorileri konumundalar ilk maçın ışığında. Orlando tarafı olası bir 2-0 ın üstesinden gelmek için teknik hazırlıklar dışında totemlere de başladı. İşin şans kısmını dahi düşünüyorlar. Amway Arena'da 9 Haziran gecesi oynanacak 3. maç için Gina Marie Incandela adlı 7 yaşındaki bir kız çocuğu sahne alacak maçtan önce. ABD Ulusal marşını seslendirecek. Gina daha önce bu salonda bu sene playofflarda 6 kez milli marşı seslendirdi ve Orlando'nun 6-0'lık galibiyet serisi mevcut Gina'nın sahne aldığı maçlarda. 2 yaşına kadar otizm belirtileri gösteren, 3 yaşına kadar konuşmayı başaramayan bir kız Gina ama muazzam, büyüleyici bir sesi var. O kadar rahat ama içten söylüyor ki bütün salonu ve oyuncuları etkisi altına almayı başarıyor bu çocuk. Celtics maçından önce çekilmiş video'da göreceksiniz; Hidayet dahi kendini tutamıyor, Reddick'in eli bir an da kalbine gidiveriyor.

Video: ABD Ulusal Marşı - Gina Marie Incandela
My Space: Gina Marie Incandela

Etiketler: ,

Efes Pilsen 67 - 70 Fenerbahçe



Birkaç aktör ve detay değişse de serinin 2. maçının ilk maçından nitelik olarak pek bir farkı yoktu. Yine aynı beceriksiz ve plansız hücum oyunları ve yine gerçekten saygı duyulacak mücadeleler ile sözde muazzam savunmalar. İlk maçtan farklı olarak Fenerbahçe cephesi daha kötü bir oyun oynadı. Asist, şut yüzdesi, serbest atış yüzdesi, top kaybı, ribaund rakamlarındaki negatif değişim bunu ziyadesiyle gösteriyor. Efes Pilsen ise daha derli toplu bir basketbol koydu bu maçta. Top kaybı, top çalma, asist ve şut yüzdesi istatistiklerinde yarı yarıya olumlu gelişme gösterdi.Fakat oyundaki bu gelişimin sahadaki hücum performansına yansıması sadece 7 sayı oldu ilk maça göre.

Dengeyi bozan unsur ise üç sayı iasbetleriydi. Efes ilk maçtaki gibi tuğla attı yine 3 sayı çizgisinin gerisinden. Fenerbahçe ise ilk maçtaki 4/20 isabetle yakaladığı % 20'lik üçlük yüzdesini bu maçta 11/25 isabetle % 44'e taşıdı. Fenerbahçe oyuna bu üçlüklerle tutundu. Maçın kaderini de yine bir üç sayı isabeti belirledi. Eğer sahadaki takım Fenerbahçe değil de başka bir takım olsaydı bütün bu manzaraya rağmen maç o üç sayılık atışa kalmazdı büyük ihtimalle. Efes Pilsen koçu Ergin Ataman ile birlikte hem saha içerisinde hem de saha dışında son 1 dakikaya kadar bu kadar iyi oynadığı bir maçı kaybetmezdi. Turkish Varejao Kaya Peker başta olmak üzere herşeyi denediler yine de Fenerbahçe'nin karakterini alaşağı edemediler.


Yanlış saymadıysam maç tam 3 kez Efes Pilsen lehine 8-10 sayı diferansa geldi ama Efes Pilsen bitirici vuruşu yapamadı. Fenerbahçe de buradan dönecek karakteri gösterdi. Bunda en büyük pay kuşkusuz Bogdan Tanjeviç'in. Birbirinin bu kadar iyi tanıyan iki takımın maçlarında coaching ile oyunu döndürmek için ezberbozan bir hamle yapılması lazımdı ve Tanjevic yaptı o hamleyi. Maçın gitmeye yüztuttuğu anlarda 3 oyun kurucusunu birden sahaya sürdü. Preldzic'in 4 numara, Semih'in de 5 numara oynadığı bu düzende Fenerbahçe ilk kez topa sıkı sıkıya tutunabildi ve şut silahını devreye soktu. Preldzic tıpkı ilk maçta olduğu gibi bu dakikalarda en çok büyüyen oyuncuydu sahada. İki üç sayılık isabet ve mükemmel bir saha görüşüyle Green'e yaptığı asist ile öne geçirdi Fenerbahçe'yi.

Tanjeviç beklediği verimi aldı hücumda ama savunmada Efes Pilsen'in eşleşme avantajını kullanacağını bekliyordum. Velakin Semih'in pota altı savunmasındaki kararlılığı ve dikkati, kısaların da başta 39 yaşındaki Mrsiç olmak üzere azmi ve enerjisi Efes Pilsen'in Shumpert'in 4 oynadığı 4 kısalı düzenini kilitlemeyi başardı. Tanjeviç son hamlesini maçın son 2 dakikasında Mirsad'ı sahaya sürerek gerçekleştirdi. İlk maçta da son dakikaları değiştiren oyuncuydu Mirsad, bu maçta da 2 dakikalık final rolünün hakkını ziyadesiyle verdi. Bir savunma, bir hücum ribaundu, son saniye basketinin öncesindeki Kakiouzis savunması ve Mrsiç'e çıkardığı topla maça damgasını vurdu.

Ortala
Yine Tanjeviç'ten devam edelim. Maçın birçok anında mola alması için uğur deniyordum evin içerisinde. İşi o noktaya kadar taşımıştım ama artık ne düşündüğünü anladım Tanjeviç'in. 3 sene sürdü ama nihayet rasyonel bir zemine oturtabildim bu molasızlığı. Cleveland - Orlando serisinin de katkısı var bunda elbette. Coaching çok önemli basketbolda ama kararı veren sahadaki oyuncular. Tanjeviç bu kritik dakikalarda fark çok fazla açılmamışsa mola almak yerine oyuncuların krizden kendi insiyatifleriyle çıkmasına her zaman fırsat veriyor. Başaramadıkları da oluyor muhakkak ve o zaman büyük de eleştiri alıyor BT, ama oyuncuları bu dakikaları her zaman büyük bir özgüvenle oynuyor. Preldziç, Solomon, Damir, Mirsad, Ömer Onan zaten o karaktere sahip oyuncular ama bu ekstra güven ile bambaşka bir hal alıyorlar. Kaan Kural'ın cümleleriyle "maçın bitmesini beklemek yerine maçı kendileri bitiyorlar". Efes Pilsen de ise manzara tam tersi cereyan ediyor.

Kadroları, kaliteleri birbirine çok yakın olan iki takım arasındaki en büyük fark bu psikolojik üstünlük. Geçmiş serilerin de payı var elbette bunda.
Tanjeviç'in bir özelliğini daha değinmek lazım. Normal sezonu Fenerbahçe lider kapatamıyor ve kağıt üzerinde coaching hatası gibi gözüken hatalarla olmadık maçlar kaybediyor. Bilhassa rotasyonu çok da eleştiriliyor fakat açık ki Tanjeviç için önemli olan playofflar ve özellikle de final serileri. İstim üstündeki oyuncuyu kenara alması ve uzun süre unutması, eli soğuk oyuncuyu sahaya sürmesi ve uzun süre ısrar etmesi, maçları krize sokması, o anlar da krizi çözmesi muhtemel en önemli oyuncularını yanında tutması vs... Hepsi playoff ve final serisi içen birer terbiye unsuru. Roller o terbiyeyle öylesine yerli yerine oturuyor ki takımda Mirsad gibi egosuyla kasıp kavuran bir oyuncu maçın son 2 dakikasında sahaya girip işini yapabiliyor. Sezonu tribünde geçiren Vidmar parkeye inip işini en iyi şekilde yapacak çabayı sergiliyor. Darılmaca gücenmece olmuyor. Tanjeviç bu yüzden uzun vadeli çalışılması gereken bir koç ve farkını da ziyadesiyle gösteriyor. Hani seri şurdan 4-2 olsa dahi bu fikrim değişmeyecek.



Kapanışı Kaptan ile yapmak lazım.


Sadece nufüs kayıtlarında yaşlandığına inanmaya başladım artık Mrşa. 39 yaşında olmana rağmen 20 yaşındaki oyuncuların kazanma ve öğrenme hırsına sahip olan, senin kadar profesyonel ve iş ahlakı olan ve bu seviyede oynayabilen basketbolcu zor gelir daha bu ülkeye. Şu saatten sonra Euroleague kalitesinde savunma yapmaya başladın, bakalım daha ne mucizeler izleteceksin. Senin üçlüklerin kadar coştuğum bir an daha gelmeyecek uzun süre basketbolda. Bu sene taraftarlığımı unutmaya başladığım, coşkumu kaybettiğim anda imdada yetiştin arkadaşlarınla birlikte.

Büyüksün Kaptan !

Etiketler: ,