26 Kasım 2009 Perşembe

Manchester United 0 - 1 Beşiktaş



Bobby Charlton biz çılgın Türkler için 'Düşler Tiyatrosu' ismini takmadı Old Trafford'a; ama gelinen durumda Türk takımlarının Şampiyonlar Ligi tarihindeki unutulmazları yazılacağında bu stad ve Manchester United zirve noktalarından biri olacak. Yıllar evvel Arif ve Boliç, şimdi de Tello. Mustafa Denizli'nin en büyük kabusunun sona ermesi de cabası. Beşiktaş'ın sahaya koyduğu yüreği ve azmi başta İbrahim Üzülmez olmak üzere takdir etmekle beraber, bunu yazma işini ustalarına bırakmak lazım. Cem Dizdar'a yakışır en çok. Ben biraz daha futbola eğileceğim.

Dün Mourinho ve Inter'in yapamadığını yaptı Mustafa Denizli ve Beşiktaş. Fenerbahçe maçında işe yarayan 4-2-3-1'i 4-4-1-1'e evirip daha katı bir savunma felsefesiyle uyguladı. Bobo'nun arkasında tek tabanca Yusuf ya da benzeri bir oyuncu yerine, orijini bek olan ve oyunun iki yönüne de katkı yapabilecek olan Tello'yu koydu. Henüz çaylak ve futbolu olgunlaşmamış bile olsa mükemmel bir atlet olan, her tarafındna yetenek fışkıran Obertan'a karşı da iki sol beki İbrahim Üzülmez ve İsmail Köybaşı'nı aynı hat üzerinde oynattı. Soldan hem içe hem de dışa çalım atıp, katedebilen Park'a karşı da stoper bek İbrahim Kaş ve enerjisiyle Beşiktaş'a direnç katan Ekrem Dağ ile önlem aldı. Fİnk ve Ernst zaten klasik. Sivok'un yokluğunda İbrahim Toraman da Ferrari ile uyumlu hareket edince, Beşiktaş'ın maçta atabileceği tek atımlık barutu kıymetlendirecek yapı hazırlanmış oldu.

Rotasyonun dibine vurmuş belki Alex Ferguson; ama Manchester United yılların ekol takımı ve kazanmak tek hedeftir. İstatistik kağıdından da anlaşılacağı üzere kazanmak için gereken dominasyonu çaylaklarıyla bile kurdular zaten. En ileride Macheda ve Wellbeck bizim TSL'de oynayan çok topçudan hem fizik hem de teknik olarak üstünler. Üstelik hareketliler ve top taşıyabiliyorlar. Keza Obertan da. Beşiktaş'a karşı gol atmamaları sürpriz; ama görevi bu oyuncuları etkili yerde topla buluşturmak olan Anderson ve Gibson ortasahası için aynısı geçerli değil. Bu ikili Ernst ve Fink'ten oluşan set karşısında maçın hiçbir anında üretken olamadılar. Onların bu yetersizliği, kanat bekleri Rafael ve G.Neville'in etkisizliğiyle birleşince Manchester United'ın o yelpaze gibi açılan, süratli hücum organizasyonları tarih oldu. Oyunun karakterinden ötürü 4-4-2'den 4-2-4'e dönen yapıda, takımıan kaderi tamamen ilerideki Wellbeck - Macheda - Obertan - Park dörtlüsünün bireysel becerilerine ve duran toplara kaldı. Sir'ün Evra ve Owen açılımları da işe yaramadı ve Rüştü'nün 13 yıl öncesinden flashbackler sunmasıyla destansı bir galibiyet geldi. Golü atan Tello ile birlikte maçın adamıdır Rüştü.

Fakat Beşiktaş ipleri hala eline alabilmiş değil. İnönü'de Akinfeev'in kariyerini bitirecek kadar gol atsalar dahi son sözü Sir Alex Ferguson söyleyecek. United'ın deplasmanda Wolfsburg'u yenmemesi için duacı Beşiktaş. Aksi takdirde iş üçlü averaja kalıyor ve o durumda puan sıralaması şöyle oluyor;

Wolfsburg - 7
CSKA - 6
Beşiktaş - 4

ve Avrupa macerası bitiyor Beşiktaş için. Wolfsburg maçı çok diz dövdürür kötü senaryo gerçekleşirse.

Dün İlker Yasin'in günahını almışız, haksızlık etmişiz ayrıca. Onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ertem Şener'in bir erotik aforizmalarda bulunmadığı kalmıştı. Öp bakalım Rüştü'nün...

Etiketler: ,

25 Kasım 2009 Çarşamba

Luca Toni ve Limitleri



Philippe Lahm'ın kadro giderinin ateşi henüz sönmeye başlamışken, Luca Toni harlayıverdi o alevi. Lahm'ın şikayetçi olduğu kadro yapılanmasından ötürü takımdaki rolü sekteye uğramıştı Luca Toni'nin. Geçtiğimiz haftalarda da oyundan alındıktan sonra soyunma odası yerine direkt evine gitmişti. Bu sefer direk konuştu. 4 aydır Van Gaal ile sorunlar yaşadığını, sabrının tükendiğini ve İtalya'ya dönüp milli takımdaki yerini geri kazanmak istediğini söyledi. Roma ilgileniyor Luca Toni ile. Tabi Van Gaal böyle bir davranışı affetmez. Haifa maçı kadrosuna almadı Toni'yi ve medya üzerinden açık açık davranışlarına çeki düzen vermesi gerektiğini söyledi. Bu işi nasıl sonuçlanacak bilemiyorum ama bir zamanlar Hitzfeld'in en büyük hücum silahı olan adam şimdi ıskartaya çıktı. Gelinen nokta şimdilik bu. Durumun daha da kötüleşeceğini anlamak için de müneccim olmaya gerek yok. Zira Bayern Münih'te sorun artık 4-4-2 ve 4-3-3 ikileminin ötesine geçti. Sportif problemler yerini kişisel sürtüşmelere, krizlere bıraktı. Açıkçası bağıra bağıra geldiler bu noktaya. Bununla ilgili yazıyı kafamda yazıyorum, bittiğinde burada okuyacaksınız ama Van Gaal'in Münih'te artık yatacak yeri yok. Hoeness ve Kaiser geçen hafta top diye oynamıştı kendisini demeçleriyle, bu kez de Nerlinger'den ince ayar geldi: "önümüzde 4 kolay maç var." Hannover, Bochum, Moenchengladbach veya Hertha Berlin için unutulmaz olma şansıdır. Moenchengladbach'a çok yakışır Bayern ve Van Gaal'in fişini çekmek.

Etiketler:

Özlediğimiz Mourinho


Yanlış anlaşılmasın, ben çok severim Mourinho'yu. Katalanlar özlemişler. Karikatür Sport'tan. Meali de şöyle;

Barça günlerinde kendini herşeyin üzerinde, ilah gibi gören Eto'o'ya ithafen;

Tanrı'yı bile özlemeyenler :2
Bizi (Barça'yı) çok özleyecek olan :0

Barcelona'da hiç kazanamayan Mourinho'ya ithafen;

"Barça'da tercümanlık yaptığım dönemden bu yana, bana Nou Camp'ta ekmek yok"

Etiketler:

8 Maçın Kesişimi



Öğrenim hayatımız boyunca biz kümeler konusunu dinlemekten bıktık, matematik öğretmenlerimiz anlatmaktan bıkmadı. Uzmanlık sorusu değil o yüzden. Şampiyonlar Ligi'nin 5. haftasındaki Salı günü maçlarının skorları bunlar. 8 maçın kesişimini bulanlar 1 koyup 63,78 (edit) aldı bugün. İstisna belki ama, Platini projesinin su kaynattığı andır. Benitez de gitsin çay demlesin.

Etiketler:

Barcelona 2 - 0 Inter



Şu maç hakkında yazılacak hikaye çok. 4 eski Barcelona'lı var Mourinho, Eto'o, Motta ve Quaresma'nın tekrar eski yurtlarına dönüşünden girip; Inter'in Camp Nou'da aldığı son galibiyetten çıkarsınız. Yanına da biraz Cruyff ve total sosu eklersiniz ama yine de gözünüze gözünüze sokulan gerçekle başbaşa kalırsınız.

Xavi ve Iniesta.

Barcelona'da farkı yaratan adamlar bunlar. Biri eksik olduğunda zu futbol zevkini yaşatamıyor Barcelona ama ikisi birden sahada olduğunda varsın Messi ve Ibrahimovic olmasın. Xavi ve Iniesta'nın oyuna kattıkları değer o kadar büyük ki, doğru bir organizasyon ile Barcelona'yı paha biçilemez bir noktaya taşıyorlar.

Şöyle anlatayım; Mourinho bana göre Guardiola'dan çok daha büyük bir teknik direktör, çok daha iyi bir taktisyen. Inter'in bekleri Maicon ve Chivu, Barcelona'nın bekleri Dani Alves ve Abidal kadar iyi hücum yapıp, onlardan daha iyi savunma yetenekleri olan, daha sert adamlar. Lucio topla Puyol kadar becerikli. Savunmadan çıkışları, oyun kuruculuğu ün yapmış nadide stoperlerden. Samuel kazma ama savunmadaki sertliğiyle Pique karşısındaki o dezavantajını nötrler. Cambiasso - Stankovic - Seydou Keita - Toure zor karar; ama Eto'o ve Milito'yu ben Henry ve Pedrito'ya tercih ederim. BusQuets dediğin La Masia'dan çıkma Mehmet Güven. Kale zaten uzak ara Julio Cesar'ın. Eeee, Barcelona içeride dışarıda Inter'i top diye oynuyor abi ?


Başa dönüyoruz mecburen. Xavi ve Iniesta. Yer değiştirmeler, kaymalar, katlar işin kreması. Adamlar sahayı pasla ilmek ilmek öyle bir ustalık ve hızla örüyorlar ki; rakip ortasaha bu ikilinin aklı, tekniği, çabukluğu karşısında karşı çaresizlik içinde kıvranıyor. Rıdvan Dilmen'in jargonuyla "birisinin suç işlediğinden şüpheleniyorsan Barca'ya karşı orta saha oynat, itiraf eder." durumu oluşuyor. Barcelona'nın maçtaki pas istatistikleri 560/689. Inter'in ise 290/421. Daha da başka yorumu yok maçın.

Gönül ister ki; Barcelona'ya karşı aynı silahla karşılık verilsin ve öyle maç kazanılsın ama bu seviyede başka Xavi & Iniesta yok. Mourinho romantik takıldı, maça Milito - Eto'o arkasında Stankovic ile çıktı. 20 dakikada ipini kestiler, sonra vites düşürüp maçı idman havasında bitirdiler. Guus Hiddink veya Kurban Berdyev gibi elinizdeki tüm ortasaha kaynaklarıyla Xavi ve Iniesta'ya karşı seti kurmazsanız işiniz Allah'a kalıyor. Acı ama gerçek bu. Çaresizlik üretiyor Barcelona. Hocanız ne kadar total olursa olsun !

Marca'nın seçtiği fotoğraf; Mustafa Sarp, Mehmet Topal, Barış Özbek, Ayhan Akman ve cam adam Linderoth'dan oluşan ortasaha rotasyonunu Rijkaard'a verip total bekleyenler ile 4 aydır bu total güzellemenin dibine vuranlara armağan olsun. Sadece Rijkaard ile gelmez total. Kendi seviyendeki Xavi ve Iniesta'yı da bulmalısın.

İlker Yasin HD kalitesiyle bile çekilmiyor ayrıca.

Etiketler:

23 Kasım 2009 Pazartesi

Malesani İninden Çıktı



Fenerbahçe'yi hatırlar mı bilmem ama Türkiye'de adı Fenerbahçe'yi Parma'nın başındayken elediği sene öğrenildi. Sonra o UEFA Kupası'nı kazandı Alberto Malesani. Aynı sene İtalya Kupası'nı da kazandı. Bir de İtalya süper Kupası kazandıktan 2001 yılında Parma'dan kovuldu. Verona ve Modena günlerini takip etmedim ama Yunanistan'a yelken açtığına göre pek de iyi geçmemiş olsa gerek. Panathinaikos'ta da hocalığı ile değil şu meşhur tiradı ile konuşuldu. En son 2007-08 sezonunda küme düşen Empoli'nin hocasıydı. Daha doğrusu o sezon görev alan 3 Empoli hocasından 2.siydi. 1,5 sene sonra ininden çıktı Malesani. Ligin dibindeki Siena'nın 2. hocası oldu. Koltuğu yine bir 3.ye devrederse daha da yapmasın bu işi.

Etiketler:

Jesus Gil'in Veliahtı



Sağına bakıp ileriyi gösteriyor adam. Şu poz bile Zamparini'nin ne kadar farklı bir karakter olduğunu anlatıyor. Anlamadığım şey o karakterin nasıl teknik adam seçtiği, sonra o seçimin üstünü aylar hatta günler sonra nasıl çabucak çizebildiği ? 1 sene evvel 'anlayan beri gelsin' dedik; ama Zamparini şaşırtmaya devam etti. Denge, siyaset filan demeden gitti ezeli rakibi Catania'nın hocası Walter Zenga'yı aldı sezon başında. O Zenga görevindeki 13. haftasında eski takımını Renzo Barbera'da yenemedi. Önce eskiden ismini haykıran Catania taraftarları kalayladı, sonra da şimdiki başkanı Zamparini üstünü çizdi Zenga'nın. Yerine son 4 sene Lazio'da çalışan Delio Rossi'yi getirdi. Zamparini'nin 22 yıllık kulüp başkanlığı kariyerindeki 25. teknik adam değişikliği bu. Son 3 yılda ise bu sayı 6. Şu performans devam ederse 17 senede 39 kez bu işi yapan usta, rahmetli Jesus Gil'in tahtına aday.

Etiketler:

22 Kasım 2009 Pazar

Tottenham 9 - 1 Wigan Athletic



Türkiye'de olsa, şu skordan sonra Wigan isminden sürüyle typo esprisi üretilir, cebirin de dibine vurulurdu. Ben o kadar yaratıcı değilim. Maçı izleyemedim, golleri de göremedim ama bu seviyede yenilen 9 golün açıklaması yok. Chris Kirkland lisansını yırtsın. EPL'de en son 9 gol atan takım Manchester United. 1995 yılında Old Trafford'da Ipswich'e karşı atmışlar ve rakipten de hiç gol yememişler. Jermaine Defoe'nun attığı 5 golün ilk 3'ü sadece 7 dakika içinde gerçekleşti. Premier Lig tarihinin en hızlı ikinci hat-tricki bu. Rekor 1994 yılında Arsenal'e 4 dakika 33 saniyede 3 gol atan Robbie Fowler'ın. Defoe'nun maçta attığı 5 golü daha önce atabilen oyuncu sayısı ise sadece iki. Andy Cole ve Alan Shearer.

Etiketler:

Kılıçla Yatan Kılıçla Ölür



Geçen sevgili Can'ın Konyalı Portlandlılar blogunda Kaan Kural'ın 2 bölümden oluşan röportajını bir çırpıda, keyifle okudum. Röportajın keyifsiz tek kısmı vardı. Kaan Kural şöyle diyor: "5 yıldır yazıyorum. Ben yazmaktan sıkıldım, anlatmaktan sıkıldım. Onun yönettiği maçı seyretmek istemiyorum yani, düşün ben ki her maçı seyrederim."

Bahsettiği kişi Fenerbahçe Ülker'in koçu Bogdan Tanjevic. Kaan Kural ile aynı hissiyatı paylaşan milyonlarca Fenerbahçeli var. Aydın Örs'ün kellesi Mahmut Uslu & Turgay Demirel ikilisinin usta katakullisiyle alındıktan sonra sportif organizasyon anlamında şubede doğru yapılan birşey yok gibi. Hiç bilmeyenler bile bu takımda 3 senedir Mirsad dışında bir 4 numara olmadığını, rakibin çabuk ayaklı, yüzü dönük oynayabilen ve şut tehdidi olan uzunların Fenerbahçe'ye karşı career high yaptığını bilirler. Takımda 2 ve 3 numara ganimet gibiyken bir adet uzun forvet alınmayışının, yine Solomon gönderildikten tek kalan Greer'i ikame edebilecek bir oyun kurucu alınmayışının açıklaması yok. Eldeki genç cevherlerin beklenen gelişmeleri gösteremeyişleri de cabası. Bu tür organizasyon ve coaching hataları saymakla bitmez. Meraklıları açar forumları okur.

Buna rağmen takımın taşıdığı potansiyel, ve takım sevgisi yine de Abdi İpekçi'yi ıssızlıktan kurtarıyordu. Taraftar olabildiğince maça gitmeye çalışıyordu ama geçen sene göz göre göre giden şampiyonluktan sonra sevgisizlik öyle bir boyuta ulaştı, insanların aidiyet duygusu öyle bir sarsıldı ki 4 sene önce Eurolig'de F4 hedefi koymuş kulüp aynı salonda ortalama 1000 seyirciye bile oynayamıyor. Önümüzdeki sene Eurolig'e girmesi tehlikede. Ve iş artık her spor dalından anlayan ama basketbol konusunda know-how mütevazılığı gösterebilen Aziz Yıldırım şubeye el atmasına kadar geldi.

Filmi başa saralım. Hikaye geçen sene ki Efes serisinde başlıyor. Konuşmalar birebir doğru olmayabilir ama aynı tandansta geçtiği güvenilir kaynaklardan doğrulanmıştır. Aziz Yıldırım bastı bacak Marques Green'i gördükten sonra "bu mu aldığınız basketbolcu" türünden bir fırça atarak Mahmut Uslu'yu kızağa çekmiş ve bununla da yetinmeyip Tanjeviç'e de oyuncuyu oynatmamasını, aksi takdirde işine son verileceğini söylüyor. Tanjeviç emre karşı gelmek bir yana 2-0'dan şampiyonluğu verince mücadele de başlamış oluyor. Kılıçla yatan kılıçla kalkıyor, doğal.

Şansa bakın ki o sırada persona non grata Tanjevic'in de İtalya'dan talibi çıkıyor. Virtus Roma'nın GM koltuğunda oturan eski öğrencisi Dejan Bodiroga takıma yatırım yapılacağını ve organizasyonu bir üst seviyeye çıkarmak istediklerini söyleyerek Tanjevic'e gel diyor. Fenerbahçe de o sırada Oktay Mahmudi ile anlaşıyor. Bildiğin win-win. İşi bozan ekonomik kriz oluyor. Virtus yatırımı askıya alıyor, Bodiroga da koltuğunu kaybedince Tanjevic kürkçü dükkanına geri dönüyor ama Greer ve Kinsey transferlerine kendisinin insiyatifi dışında çoktan karar verilmiş bile. Durum öyle vahim durumdaki Tanjevic oyun kurucu seçiminde kenarda oturacak oyuncuyu hangisini daha fazla istemediğine göre yapıyordu. 1 sezon önce gitsin dediği Mrsic'e sarılması bu yüzden.



Tanjevic buna rağmen gitmez istemezken Fenerbahçe kararlıydı. Tanjevic'in ipi kesilecekti. Bu noktada devreye Turgay Demirel giriyor. Tanjevic, Fenerbahçe Ülker'den kovulduğu takdirde Turgay Demirel'e FIBA başkanlığı lobisini baltalayacağını ima ediyor. Demirel'in devletin tepesinde hatırlı bir takım dostları var. Etekleri tutuşarak onları arıyor ve oradan Fenerbahçe'ye sabredin baskısı geliyor. Üstelik 3 milyon $ tutan sözleşme fesih tazminatını da Murat Ülker ödemeye yanaşmıyor. Aziz Yıldırım sabrediyor ve ertesi sezon için Doğan Hakyemez dahil o dönemde baksetbol camiasının neredeyse tüm uzmanlarından takım hakkında rapor istiyor. En bombası ise Aydın Örs'ü arıyor. Birkaç kez yemek yiyorlar ve hocayı ikna etmeye çalışıyor. Hoca uzun süre gönül koyuyor.

Velakin takım arka arkaya maçlar kaybedilince Aziz Yıldırım daha kararlı yaklaşıyor. Aydın Hoca'nın koyduğu tek şart gelmeden önce şubede temizliğin bitirilmesi. Mahmut Uslu'ya çoktan el çektirilmiş, Aydın Örs'e vaktinde yapılanlar açığa çıktıktan sonra arada dostluk filan da kalmamış sanırım; ama düne kadar temizliğin başı olacak Tanjevic ikna edilmemişti. Aziz Yıldırım'ın istenmediğin yerde durma, 2010'u kaybetme restini görememiş Tanjevic. Avukatlarını uzlaşma için çağırmış.

Gelen ve gelecek taktik yalanlamaları ciddiye almıyorum. Tanjevic ile ilişkinin sona erdirildiği, şubedeki Aydın Örs - Oktay Mahmudi yapılanmasının duyurulması an meselesi. Ben koç olarak görmek isterdim Aydın Hoca'yı ama erkek basketbolunu yapılandıracak. Tüm kaynaklar da emrine verilecek. Geçtiğim kaynağı ya da transferi, Hoca'nın getireceği sevgi ve saygı bile bu takımı kısa vadede diriltmeye yetecektir. Uzun vadede doğru bir organizasyon kuracağına eminim, basketbol aklına kimse su dökemez.

Hoşgeldin Hocam...

Etiketler: ,

Beşiktaş 3 - 0 Fenerbahçe



Beşiktaş geçen senenin çifte kupalı şampiyonu. Gordon Milne döneminde olduğu gibi bir futbol kültürü oluşturulmasa bile, 1 sezonun sonunda şampiyon olmayı başarması o takımın aynı teknik adam ve çekirdek kadroyla devam ettiği ertesi sezonda gelişmesini ve futbolunu ilerletmesini beklemek için yeterlidir. İronik olan ise o şampiyonluğu getiren adamın bu ilerleyişe ketvuruyor oluşu. Mustafa Denizli gerçekten sürprizlerle dolu. Kinder'in yumurtalarına tur bindirecek cinsten hem de. Tutarsız dizilişleri, Yusuf'tan sol açık, Ekrem'den önlibero yaratan oyuncu seçimleri benim diyen teknik adamın aklına gelmez. Lastiği kopma noktasına getirene kadar germeyi seviyor. Bu sene ömrü 6. hafta İnönü'de kaybedilen Kayseri maçına sündü lastik.

Beşiktaş tam ortadan ayrılmaya başlamıştı ki, Denizli takım omurgasının dengesini bozan denemeler yerine dengeleyecek seçimler yapmaya başladı. Beşiktaş zorlanarak da olsa arka arkaya alınan 6 galibiyet ile ligde tekrar yarışmaya başladı ve en önemlisi kapasitesine ulaşması için gereken doğru düzeneğin ışıklarını verdi. Sivok - Ferrari, Ernst - Fink, Yusuf - Bobo rotasyondan mümkün olabildiğince uzak tutulmalı. İki kere iki, dört. Sadece Sivok - Ferrari, Ernst - Fink bile Beşiktaş'ın varolmasına yetebiliyor. Sezon başındaki süper kupa maçında bunu ziyadesiyle görmüştük. Fakat bu derbide roller yer değiştirmişti.
Fenerbahçe daha ne yaptığını bilen, Beşiktaş ile bilme yolunda ilerleyen takımdı. Üstelik olası bir mağlubiyetin ağır faturası Beşiktaş'ı hayli incinebilir duruma sokmuştu.

Bu yüzden Beşiktaş'ın maça tedbiri elden bırakmayan bir 11 ile çıkması anlaşılabilir. Nitekim 4-3-3'ü terkedip 4-2-3-1 ile dizildiler. Bu başlı başına bir yenilik olmayabilir; ama Fenerbahçe'nin sağdan Gökhan Gönül ve Mehmet Topuz ile yaratacağı hücum tehdidini düşünerek, normalde İsmail ve Yusuf'tan oluşan sol kanadı Üzülmez ve Ekrem Dağ ile değiştirmek radikal bir yenilik. Aynı şekilde Cristian - Emre - Alex üçlüsünü hesaba katarak Fink'in kulübede kaldığı; Ernst - Tabata - Tello - Ekrem - Serdar arasından seçilen sözde hücumcu 3'lü ortasahadan, Fink - Ernst ve önlerinde Yusuf'a dönmek de radikal bir değişim. Sağbekte Kaş yerine daha iyi savunmacı olan stoper Toraman'ı tercih etmek dahi öyle aslında


Mustafa Denizli pek benimsemez gerçi ama bu değişimlerin Beşiktaş'ın fizik kalitesini, devamlılığını, yardımlaşma gücünü arttırdığı açık. Bunların doğal sonucu olarak Beşiktaş derbide kendi standardının hayli ötesinde; daha agresif, daha tempolu bir hale büründü. İlk 15 dakikada da, stadın atmosferini de arkasına alarak topu iyi dolaştırdı ve kazanılan duran toplarla oyunun hakimi oldu. Ama herşeyin bir bedeli var. Bu değişimlerin bedeli de takımın toplam tekniğinin, yeteneğinin ve aklının azalması. Yaratıcılığın sadece Yusuf'a endekslemesi ve dolayısıyla planlı ve akıcı hücumdan uzak kalmak. Bu yüzden o 15 dakikada üretilen pozisyon sayısının 1'de kalması şaşırtıcı değil. Tıpkı 8. dakikada Serdar Özkan'ın boş pozisyonda o topa öyle vurmasının şaşırtıcı olmadığı gibi.


Fink'in Alex'i pasifize ederken kendisinin de pasifize oluşu, Cristian ve Emre'nin de insiyatif almasıyla birlikte direksiyonu 15'ten sonra Fenerbahçe'ye verdi Beşiktaş. Kanarya küçük üçgenler kurarak o klasik pas oyununu oynamaya ve kalite farkıyla oyunu domine etmeye başladı. Bir deplasman derbisi için de yeterli pozisyonları buldu.



16. dakikada Andre Santos'un pasında Gökhan Gönül, sol çaprazda İbrahim Toraman'ı yatırdıktan sonra, boş pozisyonda kötü vurdu. 18. dakikada Alex'in kornerinde Roberto Carlos'un yayın solundan attığı şut az farkla dışarı gitti. 26. dakikada Rüştü'yü geçen Roberto Carlos topu kontrol edemedi. 29. dakikada Mehmet Topuz'un pasında Alex net pozisyonda sağıyla cılız vurdu. 32. dakikada Roberto Carlos'un 30 küsür metreden attığı etkili şutu Rüştü çıkardı, devamında Andre Santos kötü vurdu. Devrenin sonunda kazanılan frikikte de Alex'in çataldan dönen şutu var. Fenerbahçe haldır haldır gelirken, bu bölümde Beşiktaş sadece 1 kez gol girişiminde bulunabildi. 27. dakikada İbrahim Üzülmez'in ortasına Bobo'nun müsait pozisyonda vurduğu ama dışarı giden kafa şutuyla golü ıskaladı.


Hepsinden önemli pozisyon ise 19. dakikada oldu. Gökhan'in sağdan katedip, İbrahim Üzülmez tarafından indirildiği pozisyon açık penaltı. İki takımın yapısı düşünüldüğünde olası bir gol oyunun tüm momentumu Fenerbahçe'ye kayacaktı. Maçın kader anıydı. Sadece penaltıda değil, ikili mücadelelerde de Fenerbahçe'ye biraz mesafeli davrandı Fırat Aydınus. Bu ilk yarıda Kazım lehine çalmadığı üç faul var. Premier ligde dahi fauldür o hareketler. Yapıldıkları yer dolayısıyla belki çok önemli olmayabilir; ama mücadelenin seyri açısından önemlidir o faullerin verilmemesi. Fuck off olayı ise ayrı bir yazıyı hakediyor.


Buna rağmen ikinci devre Fenerbahçe'nin bu üstünlüğünün devam etmesini bekliyordum ama Beşiktaş soyunma odasından daha iyi döndü. Devrenin başında Ekrem ile net bir pozisyonu harcadılar. Fenerbahçe'nin Gaziantep maçından itibaren klasikleşen sağ kanat savunması zaafının üstüne oynayıp, İbrahim Üzülmez ile Fenerbahçe kalesine yüklendiler. İbrahim Üzülmez'in sağ ayağıyla kestiği anormal top, Fink'in çok nadir boğazın serin sularına gitmeyecek şutuyla gol oldu. Sadece son vuruş değil hazırlanış olarak da nadide ve mükemmel bir goldü. Bekin çizgiye inişi, Ernst'in en ilerideki Beşiktaşlı oluşu ve son vuruşu önlibero Fink'in yapışıyla da tam bir total futbol golüydü. 3 dakika sonra da Bobo fişi çekti. Deniz ya da Selçuk dururken Daum'un Andre Santos'u göbeğe çekmesiyle oley çekmeye başladı Beşiktaş. Kazım'ın atılmasıyla da mutluluğu nirvanaya ulaşan İnönü atmosferini dinledik. Sonuçta Beşiktaş, sezon boyunca ulaştığı optimum düzenin karşılığını fazlasıyla da olsa aldı ve lig yeniden üç ihtimalli hale geldi. İbrahim Üzülmez maçın adamı ama Ferrari ve Bobo gerçek büyük topçular.


Maç kaybedildi belki ama maçı anlatan 3-0 değil 3 dakikalık o periyod. Beşiktaş'ın Ali Samiyen'de kaybettiği maçın syerine çok benzeyen bir maçtı. Fenerbahçe'nin genel görüntüsünde iyiler kötülerden fazlaydı benim için. Deplasmanda yeterli pozisyon bulunması, oyuna ilk yarıda uzun süre hakim olunması, Alex'in vasat olmasına rağmen zaman zaman tek toplarla yapılan çabuk hücumlar ve Cristian Baroni'nin benim o bölgede Fenerbahçe formasıyla gördüğüm en büyük oyuncu olma yolunda ilerlemesi güzel. Takımdaki en kalın sorun ise forvetsizlik. Birkaç da bireysel performans.



Yönetici ilgisi mi gösterilir, profesyonel yardım mı alınır bilemiyorum ama Emre'nin öfkesini kontrol edebileceği bir çözüm şart artık. Zira öfkesi zekasının ve profesyonelliğine tur bindiriyor. Aklını kaybediveriyor. Fink'in golünden önceki pozisyonda aklıselim bir oyuncu 'değiştirin beni' dedikten sonra sakat sakat, baldırını tutarak oyuna devam etmez. Yere yatıp sağlık ekibi ister ve o sürede de teknik direktörüne oyuncu değişikliği için gerekli süreyi kazandırır. Emre bunu yapamadı ve Fenerbahçe o bölgeden golü yedi. Başka maçlarda tolere edilebilir ama derbilerde can yakıyor. 3 dakikada yenilen 2 gol ile her dakika kendisine daha fazla dönen oyuna havlu attı Fenerbahçe.

En az Emre'nin öfkesi kadar kronikleşen bir sağ kanat savunması sorunu da var. 2-1 kaybedilen Gaziantepspor maçından beri 60. dakikadan itibaren sağ kanat pert. O maçta bunu Kazım'a bağlamıştım ve Gökhan'ın önüne Mehmet Topuz'u monte etmediği için de Daum'u eleştirmiştim. Biraz haksızlık etmişim. Zira, artık Mehmet Topuz oynuyor sağ önde; ama o kanat aynı dakikadan itibaren oyundan düşmeye ve zayıf halka olmaya devam ediyor. Gökhan maç içinde iniş çıkışlar yaşıyor belki; ama bu kısır döngüyü açıklayacak kadar değil. Öyle olsa, daha fazla performans dalgalanması yaşayan, fiziki devamlılığı daha düşük olan, daha sorumsuz ve ofansif oynayan Roberto Carlos - Andre Santos sol kanadını bu minvalde daha fazla konuşmak gerekir.

İsmini zikretmişken Andre Santos'tan devam edelim. Performansı her hafta yükselmesi gerekirken düşüyor. Milli takım yorgunluğuna, seyahatlere bağlıyordum ama şu uzun ara o kartı elimde aldı. Fırsatı ve rakibini geçecek yeteneği olduğu halde bile çizgiyi zorlamak yerine içeriyi zorlaması sinir bozucu bir hal almaya başladı. Oyun zekası düşük diyeceğim ama değil. Hatta en önemli niteliklerinden biridir, çok maçını izledim. Daum yeteneklerine güvenerek Andre Santos'u çok fazla mevkide kullandı. Sol bek, sol açık, forvet arkası ve merkez ortasaha olarak oynattı. Buna adapte olamamış ve karar verme yetileri kısa devre yapmış olabilir. Andre Santos'u etkili ve verimli hale getirecek yolu bulması lazım Daum'un.
Ve ayurveda takviyesi mi yapar, mesir macunu mu yedirir bilemiyorum ama güçlenmesi şart.

Kapanışı Daum ile yapalım. İlk dönemindeki Fenerbahçe oyunu her fırsatta, rakibini gardını tamamen düşürene kadar, hatta düşürdükten sonra bile daha fazla gol iştahıyla zorlardı. Aman vermezdi. Takım da savunmasıyla eleştirilirdi. Tersyüz olmuş Daum. 2 haftalık arada hazırlık maçı almaması, 7 gün izin vermesi filan bir yana; Fenerbahçe'nin şu maça kadar savunması övgü aldı. Çünkü kendi evinde dahi anlamsız bir rölanti stratejisi güdüyor. Rakibine ayağa kalma şansı veriyor ve önde olunan maçlar dahi tehlikeye giriyor. Bursa ve Antep maçları ilk aklıma gelen örnekler. Daum'un içine Lucescu kaçmış gibi sanki.
Daum değil takım böyle bir refleks gösteriyorsa o zaman daha derin bir sorun var demektir ve yazıda 'maç kaybedildi' ile başlayan paragraf yalan olur.

Etiketler: ,